Etik ve ahlak kavramı çoğu zaman hep aynı anlamda kullanılır. Oysa etik eylemlerin arkasındaki değerlere bakar. Yani eylemin değer koruyup korumadığına bakar. Ahlak ise beli bir dönemde belli bir toplumda neyin “iyi” ya da neyin “kötü” olduğuna ilişkin değer yargıları türetir ve normlar oluşturur. Onun için hasta toplumlar daha çok ahlak alanı ile ilgilenir. Şiddet, şehvet ve kutsal bu toplumların en temel dinamiğidir. Toplumsal cinsiyetçilik bu toplumlarda zirve yapmıştır. Bu çerçeve günümüz dünyasında insan nedir sorusunu bir daha sorgulamamızı gerektiriyor. Çünkü her yerde insanın onuru ve değeri çiğneniyor, çağın başlangıcına “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” düsturuna geri dönüyoruz. Her ne kadar yapılanlar sosyal medya sayesinde gizli kalmıyorsa da çiğnenen yine de insanın onuru ve değeridir.
Ne yazık ki nobranlığın ve ötekileştirmenin ülkemizdeki akademiyi içine düşürdüğü durum içler acısıdır. “Prof.” Ünvanlı birileri çıkıp toplumsal cinsiyetçi bir bakışla ağzını kuyu gibi açıp göğsünü gere gere, referans göstererek “Üniversiteler fuhuş yuvasıdır.” Diyebiliyor. Velev ki öyle; peki sormazlar mı adama madem “akademi fuhuş yuvası”; senin o “fuhuş yuvasında ne işin var?” Bu cinsiyetçi dil elbette her çağın vebası olmuştur. İskenderiye Kütüphanesinde felsefe, matematik ve astronomi dersleri vermiş Hypatia’dan günümüze değin durum çok da değişmemiş.
Akademiyi fuhuşla aynı cümle içinde kullanma hafızası çok eski olsa da hep aynı amaca hizmet etmiştir. Bilim, felsefe ve yaşam tarzı düşmanlığı anlayışı ne yazık ki bastırılmış cinsellik ve şehvet düşkünlüğüdür. Toplumsal cinsiyetçiliği düstur yapıp, yaşam tarzına ve bilime savaş açmak, kadınları eve kapatıp erkekle kadın arasında duvar örmek; sahi bu hangi sorununuzu çözecek, bastırılmış cinselliğinizi mi yoksa şehvet düşkünlüğünüzü mü?
Toplu taşım otobüslerini kadınlar için “Pembe” erkekler için “Mavi” yapmak, eğitim kurumlarında sınıfları “kız” ve “erkek” diye ayıran bu cinsiyetçi yaklaşım kimseye bir şey kazandırmaz aksine zaten hasta olan toplumu kutuplaştırır. Oysa toplumun şifa bulmaya ve onarıma ihtiyacı var.
Hiç sevmediğim şu deyimi de kim söylediyse toprak onu incitsin. “Kadın, kadının kurdudur”
İnsanın, insanın kurdu olduğu fikri vahşi kapitalizmin üzerine yükseldiği fikriyattır. Bunun kadına indirgemek kadına küfürdür. Kadını günahkâr kılmaktır. Bunu her kim demişse Hadi oradan be! Diyoruz.
İşte “Me Too” hareketi toplumsal cinsiyetçi, sapkın, teşhirci ve tacizci erkek anlayışına dur demek için bütün dünyada cinsiyetçi yaklaşıma büyük bir şamar indirmiştir ve kadınlar büyük bir cesaret göstererek tecavüzcülere, teşhircilere, tacizcilere, sapkınlara meydan okumuştur. Kendi yaralarını birbirlerine göstererek şiddet ve hasta topluma dur ihtarı vermiştir.
Sevgili kız kardeşlerim!
Hatırlayalım; Batman’da evlilik vaadiyle kandırılan 18 yaşındaki bir kadın kendini öldürmekte buldu çareyi; Azımsanamayacak bir güruh zavallı kadını suçladı ve “kanmasaydı dediler.” Şule Çet, tecavüz edildikten sonra öldürüldü. Yine Şule suçlandı, “ne işi vardı erkeğin evinde?” Özgecan Aslan’ı bindiği dolmuşta kaçırıp öldüren sapık öldürmekle kalmayıp yakmadı mı? “O saatte neden dolmuşa binmiş ki?” Yakında kadınların otobüse, dolmuşa binme, sokağa çıkma saatleri de belirlenir meraklanmayın, ha gayret az kaldı.
Üniversite öğrencisi Gülistan Doku’dan halen haber yok. “Ne işi vardı sevgilisinin evinde. Üstelik çocuğun babası polismiş.” Keşke her Üniversiteye adım atanın bilinci aydınlanıverseydi, Gülistan da payına düşeni alırdı elbette.
Nadira Kadirova’nın dosyası sümenaltı edilmedi mi? “Yav bu yabancılar hep orospu” tabii kadının öldürüldüğü ev Milletin vekilinin eviydi. Şu talihsizliğe bakar mısınız?
İfşa vakalarındaki kadınlara ise demedikleri kalmadı. “Şimdiye kadar neredeymiş? Kocaman kadınmış! Ünlü olma sevdasıymış. Zır deli kadınların beyanı neden esas alınacakmış! Aklıma mukayyet ol yüce İştar. Duyduklarım akıl tutulması yaşatıyor gerçekten. Her gün kocaları tarafından taciz edilen kadınların sayısı az değil bu ülkede. Dayanamayıp ifşa ettiklerinde şöyle mi diyeceğiz kadınlara; “Şimdiye kadar neredeydin? Neden ayrılmadın?” Yoksa hiçbir şey için geç değildir mi demeliyiz?
“Travmalar zaman aşımına uğramaz.” Bunu asla unutmayalım. Önümde binlerce örnek var ve burada yazmakla bitecek gibi değil. Her olayda olduğu gibi kadının maruz kaldığı cinayet, taciz, tecavüz vakalarında da toplum her zaman ikiye ayrılıyor. Bir tarafta taciz ve tecavüzcüleri savunanlar, diğer tarafta mağdurun yanında olanlar.
Biz kadınlar, bu vakalar karşısında x kişisi deyip geçemiyoruz zira bu tacizleri, cinayetleri, tecavüzleri gerçekleştirenlerin hem sistemden kaynaklandığı hem tarihsel bir altyapısı olduğunu biliyoruz. Erkek egemen sistem, gelenekler erkeği buna yöneltiyor zaten.
Biz kadınlar insanların “iyi ve kötü” diye ikiye ayrıldığını da biliyoruz. İyi insan/erkekleri tanıyoruz. Hoşgörü, sevgi ve şefkatli olanlara sözümüz yok. Sözümüz; Gücün, şişirilmiş şöhretin, unvanın arkasına saklanıp tacizde, tecavüzde sınır tanımayan şiddetle yoğrulmuş erkekleredir.
Şu sözü de buraya koyalım; “Öfkelenmiş bir adama ya da kediye en çok benzeyen şey ancak bir başka öfkelenmiş adam ya da kedidir.” Bu söylem Anthony Storr’a ait. Öfkesine sahip olamayan erkeğin eylemidir kadın cinayetleri. Libidosunun esiri olmuş erkeğedir sözümüz. Tacizcinin, tecavüzcünün dinine, ideolojisine bakılmaz. Karşımızda tacizci bir insan vardır. O solcuydu, o çok dindardı ondan beklemezdim diyemeyiz. Kötüden, hastadan her şey beklenir.
Sevgili erkek kardeşlerim; sizin kızınız, anneniz, ya da kız kardeşiniz tacize uğrasaydı yine reddedecek miydiniz bu ilkeyi?
“Kadının beyanı esastır” ilkesine bile itiraz edenler var, hadi erkekler itiraz ediyor kadınlara ne demeli? Bu da zaten sadece cinsel suçlarda geçerli. Çoğu zaman cinsel suçlarda kanıt yetersizliği olan durumlarda kadın veya çocuğun beyanının esas alınarak kovuşturma aşamasına geçiliyor. Öyle sanıldığı gibi “Kadın dediyse haklıdır” demiyor hukukçular. Kadının ya da çocuğun beyanının yargılama aşamasında kanıt niteliği taşıyabilmesi anlamına geliyor.
Sevgili kız kardeşlerim!
Türkiye insanının kafası hep karışıktır. Özellikle konu kadın ve çocuk olduğunda panayır yeri gibidir adeta. Kavram karmaşasına gerek var mı? Kavramların içini dolduran yasalardır, hani söz ettiğim “İYİ” vicdanlı, şefkatli insanlardır.
Kadınların uyanışı korona gibi yaygınlaşıyor. Yeter ki ölümler olmasın.
İfşalar karşısında yarası olan gocunsun! Varsın uykuları kaçacaksa kaçsın bize ne yani. İyi ve vicdanlı insanlar şunları savunur;
- Sansüre karşı kişiyi değil o eseri savunur.
- Taciz tecavüz vakasında mağduru savunur.
- Linç kültürüne karşı çıkar
- Nefret suçu işlemez işleyeni teşhir eder.
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023