İslamcı popüler kültürde kültürel iktidar söylemi

Mehmet Fatih Traş’a…

Gezi İsyanı’nın ardından kültürel alanda iki olguyla karşı karşıya kaldık. Birincisi, Gezi’den yana saf tutan ve Gezi’nin ortaya çıkardığı şenlikli dille birlikte kendisini dönüştüren muhalif yayınlarda yaşanan patlama. İkincisi ise, bu alanda kendi yetersizliğinin farkına varan iktidarın kültüre özel bir önem vermeye başlaması. Gençliğin sokağa çıkmasında kültürel alanın etkisinin farkına varan
AKP, yandaş oyuncu, şarkıcı, yazar ve entelektüelleri daha fazla öne çıkarma, kendi ideolojik bagajına uygun dizi ve filmler yaptırma, belediyeleri daha fazla kültürel etkinlik yapma konusunda işe koşma gibi yöntemler izledi.

Bu yönelişin önemli bir ayağını ise dergicilik oluşturdu. Hacamat, Misvak gibi mizah, Cins ve İzdiham gibi popüler kültür dergileri bu dönemde yayın hayatına başladı. İktidarın kültür cephesinin bu süreç boyunca en çok işlediği konu kültürel iktidardı. Bu cenaha göre, kültürün her alanında “seçilmemiş iktidar sahiplerinin” hegemonyası hakimdi ve bu tahakküm nedeniyle milletin gerçek kültürü bir türlü görünür olamıyor, hatta bu kültürel iktidar AKP’ye karşı bir vesayet aracı olarak kullanılıyordu (Demir, 2016: 64). Cins’ten İsmail Kılıçarslan amaçlarını şöyle özetliyordu: “Bizim en büyük kavga alanımız ve derginin başat fikirlerinden biri […] Kemalist beyazların oluşturduğu bu kültürel iktidarla
mücadele etmek.”

Türkiye’de “kültürel mücadele”
Kültürel iktidarla mücadeleye girişen İslâmcılar, bunu siyasal alandakine benzer bir tarih yazımına dayandırmaktadır. Bu anlayışa göre, Cumhuriyet, Osmanlı’nın köklü ve halka dayalı kültüründen büyük bir kopuşu temsil etmektedir. Otantik kültürü devlet zoruyla baskılayan yeni rejim, bunun yerine Batı’dan ithal, yapay ve yabancı bir kültürü dayatmıştır. Ancak millet bu kültürü kabul etmemiş, nihayet AKP iktidarı ile kendi özüne dönme mücadelesinde yeniden doğmuştur.

Peyami Safa’nın 1931’de yazdığı gibi, Türkiye büyük bir kültürel yarığın üzerinde (Fatih-Harbiye) yükselmektedir (akt. Gürbilek, 2015: 85). Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan Batıcı/laik kesimle, İslâmcı çevrenin arasındaki kültürel farkın, bugünkü kamplaşmaların tohumlarını taşıdığı doğrudur. Ancak, İslâmcıların inşa ettiği ve sol liberal tezlerden, İdris Küçükömer’e ve Kemal
Tahir’e kadar birçok yeri referans gösterdiği, bu tarihsel anlatı eklektik ve araçsaldır. Söz gelimi, kültürel mücadeleyi, pejoratif anlamda, sınıf mücadelesini örten bir ideolojik araç olarak yorumlayan Küçükömer’in tezleri, İslâmcılar tarafından tam da sınıf mücadelesini örtmek için kullanılmaktadır. Aynı şekilde, Osmanlı’da ortaya çıkan İslâmcı hareketin Batılılaşma ve modernleşme taraftarı yapısı gözden kaçırılmakta, İslâmcılık ezeli olarak “Batı karşısında yerli” ilan
edilmektedir (Gülalp, 2003:29).

Türkiye’nin kültürel tarihi, bu indirgemeci yorumun aksine, geçmişle doğal bir süreklilik barındırmamaktadır. Örneğin Ayvazoğlu’nun belirttiği gibi, 1950’lerle başlayan taşradan şehre göç olgusu, sadece Batıcı seçkinleri değil, muhafazakâr seçkinleri de derin endişelere sevk etmiştir: “Gidenlerin yeri dolmuyor; 1950’den sonra açılan imkânlardan yararlanarak öğrenim gören ‘Anadolu çocukları’ kültürel altyapıları yetersiz olduğu için, sanat ve edebiyatta yaratıcılık gösteremiyorlardı” (Ayvazoğlu, 2009: 530). Modern tedrisattan geçmiş muhafazakâr seçkinlerin yerini alan Anadolu çocukları, 1970’lerle birlikte hızlı bir politikleşme sürecine girmiş, bunu 80’lerde yoğun bir okuma seferberliği takip etmiş ve 90’larda İslâmcı edebi ürün ve dergilerde bir patlama yaşanmıştır. Sırasıyla, anti-komünizm, İran Devrimi ve cihatçılık tarafından etkilenen bu dönemler ve nihayet radikal iddiaların bir kenara bırakıldığı AKP dönemi, yekpare bir İslâmcı kültürden bahsedilmesini zorlaştırmaktadır (Keten, 2016: 47).

Bunun yanında İslâmcı tarih anlatısında “kültürel iktidar sahipleri”nin konumu da tartışmalıdır. Bu anlatıya göre, kendilerinden olmayan herkes Batıcı kültüre dahildir. Örneğin, İslâmcılar için Cumhuriyet romancılığı ile 1950 sonrasının toplumcu/sol edebiyatı arasında bir fark yoktur (Çayır, 2008:46). Oysa, bu güçlü sol kültürel damar ne Kemalizmle ne de burjuva kültürüyle açıklanabilir. Bugün İslâmcılar tarafından kültürel iktidar içinde konumlandırılan sol kültür, demokratik siyaset olanaklarının olmadığı koşullarda “kültürel alan içinde baskın eğilim olarak öne çıkmış demokratik bir kültürel muhalefet olarak özel bir önem kazanmıştır” (Aymaz, 2016).

Cins ve kültürel hınç
2015 yılında yayın hayatına başlayan Cins, gerek teknik gerekse içerik olarak Ot, Kafa, Bavul tarzı dergiciliğin İslamcı bir kopyasıdır ve varlığını bu muhalif yayıncılığın tam karşısında konumlandırmaktadır: “Korkun. ‘Senelerdir kendinizi sahibi, bekçisi, ustası, atası saydığınız alanlarda rahatça at koşturduğunuz yeter’ demeye geldik çünkü. […] Bilinsin ki bu derginin ana eylem alanı birilerinin bu memlekette özenle yaratmaya çalıştığı çakma kültürel iktidarla mücadele olacaktır. […] Ve sevgili okur, sen. Senin için çıktı bu dergi. ‘Bizimkiler böyle şeyler yapamıyor yaaa” diye mızmızlanmaman için çıktı.” (sayı 1, editör yazısı)

Cins, ünlü İslâmcı yazarlardan, twitter fenomenlerine, Melih Altınok gibi ithal AKP’lilere dek geniş bir kesimi bünyesinde barındırmasından ve karşıtlarıyla aynı sahaya çıkmasından ötürü kendisini kültürel iktidarla mücadelede öncü bir konuma oturtmaktadır. İslamcı yayıncılıkta ironinin ve birinci tekilden konuşmanın önünü açan, 1990’larda yazmaya başlayan, İslâmcı kuşağın (Bora, 2017: 467) ve onlardan etkilenen genç kuşağın buluştuğu dergide, yazıların önemli kısmı Kemalist, solcu, beyaz Türk ikinci tekil’e seslenen bir retorikle kaleme alınmıştır: “Tamam, “bağzı” şeyler kahroldu. Travestiler, teröristler, islamcı eskileri elbirliğiyle devrim yapıyorsunuz, tamam.” (E. Safi, sayı 7)

Cins’in kültürel iktidar söyleminin en önemli unsuru yabancılıktır: “Batı köpeği ‘köpek’ değildir, batı köpeğidir. aslını inkar etmiştir. kendisine aslını hatırlatacak her şeyden nefret eder […] Kendisini yenileyemez. Sahiplerinin kendi ülkelerinde icat ettiği ve piyasaya sürdüğü fikirlerin, felsefelerin, tartışmaların karikatürünü bilir sadece” (M. N. Pesen, sayı 6). Kökü dışarıda muktedirlere karşı
İslâmcı kültür yerli ve millidir: “Türkiye’nin bir adresi var. Yeri belli, öyle kolayca taşınabilir değil. Türk aydını denilen şey, yıllardır özenle Türkiye’nin adresini başka yerde göstermeye, güçleri yettiğince başka yere taşımaya gayret eden canlı türüdür mesela” (Y. Genç, sayı 2). Yerliliği kendinde değerli bir olgu olarak kodlayan bu söylem, iç-dış, biz-siz ayrımlarını sabitleme derdindedir.

Kökü dışarıda bu kültürel iktidarın üyeleri aynı zamanda elit ve kendi halkından kopuktur: “Fakat ülkemizde aydın, halkı aşağılamanın onu yok saymanın göbek adıdır. Halkın maslahatını gözetmek, aydın lakabını kendine yakıştıran karanlık zevatın kibirden mamul nefsine hakarettir” (M. Mülteci, sayı 5). Kültürel iktidar gemisine binmenin yolu ruhunu Batı’ya satmaktır: “Müslümana hakaret etmeyeni bırakın aydını, sanatçıyı insandan saymayacaklar.” (H. Arslanbenzer, sayı 3) Milletinin kültüründen uzak olan aydınlar, milletten de sayılmamaktadır: “Akademisyen maaşıyla mâbâdı rahat yaşayan birkaç halkımsının bu hareketi, halkın tam da göbeği olan bu abimizi çıldırtıyor. […] Onlar millete dahil değil, milletin dışında bir yerde konumlanmış bir grup insan, halkımsı, plastik halk, ne dersek artık.” (R. Ulaş, sayı 4) Burada karşımıza çıkan, AKP siyasetinin millet kurgusunun kültüre tecelli etmiş halidir.

Kültürel iktidar solun ve burjuvazinin buluştuğu bir yerdir aynı zamanda: “Sol’un edebiyat ve sanat ilişkisini pazarlayan bir tarafı merkez medyalarında yankı uyandıracak reklam bolluğu var. Kült yayınevleri sayesinde pişirip ne sunarsan alıcısını bulur” (T. Kaplan, sayı 3). Sol, liberal ve “İslâmcı eskisi” aydınlar AKP’yi devirmek için, Aydın Doğan önderliğinde, didinip durmaktadır: “Batılı beyazlardan bir parça itibar ekmeği dilenmek için tefeci sermaye oligarşisinin alacakaranlığına el uzattınız” (S. Yusuf, Sayı 1). Ancak bütün bu imkânlara rağmen Türk aydını cahil kalmayı başarmış, birikim kazanmak yerine popülizme bulanmıştır: “Hem belki Marksizm indirim reyonundadır. Hayek içinse sağ alt tarafa LDP etiketi yapıştıracaksınız. Merak etmeyin düşünmeniz gerekmiyor, yalnızca aldıklarınızı kasaya okutacaksınız” (M. Taşçı, sayı 2).

Devletle kültürü terbiye etmek
Toplumsal hayatın bütün alanları birbiriyle eşzamanlı olarak değişmemekte, siyasal alanda gerçekleşen bir değişimi kültürel alan aynı şekilde takip etmemektedir (Aymaz, 2016). Bu açıdan bakıldığında, siyaset alanında hegemonyayı ele geçiren siyasal İslâm’ın kültürel alanda aynı gücü ele geçiremediği, kültürel sermaye bakımından yoksul kaldığı bir olgudur. Bunun temel nedenini iddia edildiği gibi tahakküm kurumlarında ya da dış mihraklarda değil, sınıf ve eğitim farklarında olabiliriz: “Kültürel bir ürünü, örneğin bir şiiri, resmi ya da senfoniyi, beğenerek tüketmek, onu somut hale getiren kültürel kodun, uygun sermaye biçimiyle çözümlenmesini gerektirir ki, bu meziyet aynı zamanda kültürel ürüne ilişkin malumata ve tüketim terbiyesine (habitus) sahip olunursa kendini gösterir. Kültürel ürüne ait kodun çözümlenmesine ilişkin böylesi bir malumat ve terbiye, ya aileden miras kalan doğal bir aşinalık sayesinde ya eğitimle elde edilebilir” (Wacquant, 2007: 65).

Kültür alanı, birçok farklı akımın birbiriyle mücadele ettiği, birbirlerini dönüştürdüğü karmaşık bir alanken, Cins örneğinde karşımıza çıkan söylem, İslamcı kesimin temsil ettiği sahici ve endiliğinden bir kültürün karşısına ithal ve imal edilmiş, yabancı, tahakküme dayalı homojen bir kültürel cephe koyar. Aydın Doğan’la Fazıl Say, Nazım Hikmet’le Orhan Pamuk, Cem Boyner’le Ece Ayhan aynı iktidarın ortaklarıdır bu söyleme göre. Kültür alanı yerli ve milli İslâmcı kültür ile, kökü dışarıda, elit ve vesayetçi Batıcı/laik kültürden ibarettir.

İslâmcıların üniversite eğitimine kitlesel olarak ulaştıkları 80’ler ve 90’lar, İslâmcı kültürün geliştiği, daha görünür hale geldiği, kısmî de olsa kültürel sermaye kazandığı dönemlerdir. Bu gelişme kültürün bütün alanlarını etkilemiş, İslamcı olmayan sanatçıların ürünlerinde bu etkileşimlerin sonuçları görülmüş, en basitinden 80 öncesi sinemasında, edebiyatında karşımıza çıkan dinci/dindar temsili dönüşüme uğramıştır (Örneğin Onur Ünlü’nün İtirazım Var, Reha Erdem’in Kosmos filmleri). Bu kültürel alan içerisindeki mücadelenin bir sonucudur. Ancak, Cins’te karşımıza çıkan kültürel iktidar söylemi, -Bourdieu’cu anlamda- kültürel alan içerisinde bir mücadeleyi değil, siyasal alan içerisinde kültürün araçsallaştırılmasını ifade etmektedir. Karşısındaki kültürel sermaye yönünden güçlü rakiplerine karşı sağlam ürünler ortaya koymak yerine, kolaya kaçarak, güçlü olduğu siyaset zemininden kültür alanına seslenen; devletin aygıtlarını bu alanın aktörlerine karşı göreve çağıran bir konumdur bu İslâmcı aydınlarınki.

Bundan dolayı Cins ve benzerlerinin üzerinden verilebilecek bir kültürel mücadelenin niteliği, ancak üniversiteleri KHK ile dönüştürebilenlerin niteliğini yakalayabilir. Bu nitelik Tanıl Bora’nın (2017b) dediği gibi “Beyaz Türkler’e kahredip durmak yerine; hasmını bile okumaya, bakmaya, düşünmeye, derununa dalmaya cezbeden ‘eser veya eserler’ konması” ile arttırabilecektir. “Milletin kültürünün de tek temsilcisi biziz, siz bu millete yabancısınız” kampçılığıyla değil.

Bu yazı, 8 Mart 2017 tarihinde Cumhuriyet Akademi ekinde yayımlanmıştır.

Emre Tansu Keten: Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. 7  Şubat 2017 tarihinde 686 No’lu KHK ile üniversiteden ihraç edildi. 2013 yılında aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı ve “Muhafazakârlığın dönüşümü ve muhafazakâr medya” başlıklı teziyle yüksek lisans derecesi aldı. Marmara Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir.

Kaynaklar

Aymaz, G. (2016). “Kültürel isyan zayıflığın göstergesidir”, Gazete Duvar,
http://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2016/08/10/kulturel-isyan-zayifligin-
gostergesidir

Ayvazoğlu, B. (2014). “Türk Muhafazakârlığının kültürel kuruluşu”, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 5: Muhafazakârlık, İletişim Yayınları

Bora, T. (2017a). Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İstanbul: İletişim
Yayınları

Bora, T. (2017b). Kültürel Hegemonya, Birikim,
http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8174/kulturel-
hegemonya#.WLLlkxD8k0I

Çayır, K. (2008). Türkiye’de İslamcılık ve İslami Edebiyat, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları

Demir, S. T. (2016). Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve
Muhalefet, SETA Yayınları.

Gülalp, H. (2003). Kimlikler Siyaseti: Türkiye’de Siyasal İslam’ın Temelleri, Metis
Yayınları.

Gürbilek, N. (2015). Sessizin Payı, Metis Yayınları

Keten, E. T. (2016). “İslâmî Makyavelizmin medya cephesi: Çevreden merkeze
İslâmcı medya”, Birikim, Sayı: 328-329, Ağustos-Eylül 2016

Wacquant, L. (2007). “Pierre Bourdieu: Hayatı, eserleri ve entelektüel gelişimi”,
içinde Çeğin, G., Göker, E., Arlı, A., ve Tatlıcan, Ü. (ed). Ocak ve Zanaat: Pierre
Bourdieu Derlemesi, İletişim Yayınları