İran’da Sınıf Savaşlarının Adı Moharebeh: Tanrı’ya Karşı Savaş Açmak

Örgütlenmeden İşçiler Sınıf Düşmanımızın Saldırısına Karşı Koyamazlar.”

13 Eylül 2022’de, yaklaşık dört ay önce, İran’da Mahsa Amini erkek kardeşiyle birlikte, Saqqez’den Tahran’a seyahat ettiği sırada, Ahlak Polisi tarafından durdurulan araçtan, indirilir; “uygunsuz başörtüsü taktığı”(1) için seyahatine izin verilmez, tutuklanır. Ne tesadüf, Türkiye kapitalizminin iktidar sahiplerinin sesi de, birkaç gün önce, gülüp geçilen; “kadınlar, yanlarında oğulları veya kocaları olmadan 90km’den fazla seyahat edemeyecekleri” fetvası verdi. Tam isabet! Çıt çıkmadan, taş hedefe ulaştı!

16 Eylül’de, “zorunlu başörtüsü yasasını” ihlal nedeniyle gözaltına alınan Amini, emniyet tarafından ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeder. İran’da sınıflar savaşını sınırların ötesine taşıyan direniş sayesinde unutulmaz; bilakis taraflar netleşir, sınıflar savaşı kızışır. Oysa, yurdumda, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Eylül 2022 Raporu’na göre, sadece Eylül ayında “erkekler tarafından 26 kadın öldürüldü, 19 kadın şüpheli olarak ölü bulundu”(2). Kadın cinayetleri durduruldu mu, yoksa kanıksadık mı? Hatırlayan var mı? Yok! İran’da kadınlar devrim yapacak, devrim dalgası Türkiye’deki kadınları da ayağa kaldıracak! İyi de, İran’da beklenen devrimin öznesi kadınlar değil ki, petrol işçileri, metal işçileri, şeker kamışı işçileri, şoförler, öğrenciler; yani İran işçi sınıfı! Talepleri de, sınıflar üstü bir istem, “kadınlara özgürlük” ya da “kadın cinayetlerini durdurmak” değil. Tam da sınıfın içinden, iktidar mücadelesinin bir parçası olarak “özgürlük” istemi, “sınıfın birliği” vurgusuyla öne çıkıyor.

Mahsa Amini’nin, Ahlak Polisi tarafından, başörtüsü takmadığı için öldürülmesi, 2020-21 yıllarında Covid19 bahanesiyle dayatılan çevrimiçi eğitimi, fırsata çevirerek iktidar hedefiyle işçi sınıfını kapsayan Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Kurulu öncülüğünde, örgütlü mücadeleye yeni bir ivme kazandırır.  “2020 başındaki Covid19 salgını, eğitimin çevrimiçi hale gelmesi ve öğretmenlerin ülke genelinde binlerce işçiyi içeren iletişim ağları kurmaya başlamasıyla öğretmenler için bir dönüm noktası”(3) olur.

“Yaşasın Kürtler, Araplar, Beluciler”

“22 Eylül 2022 tarihli Nokta Haber’e göre; İran İnsan Hakları Örgütü HENGAW; ‘evrensel hukuk normlarına göre Amini’nin ölümünden bugüne kadar Kürdistan eyaletinde yaşanan eylemlerde  işlenen suçları İran dışındaki uluslararası mahkemelere taşıyacağını duyurdu. Kürdistan halkının İslam Cumhuriyeti tarafından katledilmesinin durdurulması için uluslararası müdahale”(4) çağrısı,  İran işçi sınıfının “ekmek ve özgürlük” için iktidar arayışı içinde eriyip gidecek; Kürt emekçileri, parçası olduğu İran işçi sınıfının Sosyalist İktidar hedefinde ortaklaşacaktır.

Kapitalizm ve sözde işçi emekçi sınıfları temsil eden işbirlikçiler dünyanın her yerinde olduğu gibi, İran’da da etnik kökeni olmadı, inançları/mezheplerine göre ayrıştırma, sınıfın birliğini bölmek üzere ideolojik mücadelede birleşiyorlar. İnsan Hakları Örgütü (HENGAW), (Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin, AZOV Ordularının başlattığı iç savaş bahanesiyle, NATO ordularını,  Rus işgaline karşı, Karadeniz kıyısında konuşlanmak üzere olduğu gibi) uluslararası “müdahale” çağrısı yapar. Aynı anda,  “Rejim, Belucistan eyaletinde protestocuları katlettikten sonra Kara Cuma olarak adlandırılan bu katliamı devlet ile Suudi destekli yerel bir Sünni milis arasında çatışma olarak göstermeye çalıştı. Bu ayrımcılığı körükleme girişimi geri tepti –binlerce insan  ülkenin dört bir yanındaki şehirlerde sokakları doldurarak ‘Yaşasın Kürtler, Araplar, Beluciler’ Diye haykırdılar.”(5) Bir kez daha, sermayenin oyununu bozdular. İran işçi sınıfının örgütlü aklı, birliğini perçinledi.

“Baskı ve Sömürüden Kurtulmak Birlik ve Dayanışma İle Mümkün”

“İran işçi hareketindeki belki de en önemli son gelişme, Marksist siyasetin ve örgütlenmenin işçi kesimleri arasında yeniden ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıdır. ‘Emek Organize Eylem Komitesi’(LOAC), şu anda öğretmenler, Haft Tappeh işçileri ve petrol  işçileri arasında inşa edilen sayısız devrimci Sosyalist örgütten biridir. LOAC’ın misyonu, bir gün kapitalist devleti devrim yoluyla devirebilecek bir devrimci Sosyalist İşçi Partisinin temellerini atmaktır. Bu gruplara dahil olan aktivistler kaçırılma, işkence hatta ölüm riskiyle karşı karşıya kalıyor ve büyük ölçüde yeraltında  faaliyet gösteriyor.”(6)

Demek ki, sınıftan bağımsız bir kadın hareketi değil, “Emek Organize Eylem Komitesi” altında “iktidar hedefinde birleşen”, tüm sektörlerde örgütlü sendikaların öncülüğünde, “bir gün kapitalist devleti devrim yoluyla devirmek” amacıyla, “devrimci bir sosyalist işçi partisini” kurmak üzere, “gizli” bir işçi sınıfı örgütlenmesi söz konusudur. Grevler ve protestoların, öncü parti ve sınıf bilincinin inşası,   örgütlenme ve dayanışma aracı olduğu anlaşılmaktadır.

Yani, öncülük daha birkaç yıl önce Pandemi’yi sokağa, işçi ve emekçi sınıfları eve/fabrikaya hapseden kapitalizmin ideolojik baskı mekanizmasını, çevrimiçi örgütlenerek tersine çeviren Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Kurulu’nun da bir parçası olduğu, işçi sınıfındadır. İran işçi sınıfı hareketi mevcut sol siyasi özneleri aşmış, yeniden örgütlenmiş, iktidara giden yolda kendi örgütlerini yaratmakta, partileşmeye hazırlanmaktadır.

“Yerli ve milli” olduğu kuşkusuz, İran sermaye sınıfının İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı İran işçi sınıfının, petrol ve kimya işçileri başta olmak üzere, öğretmenler, otobüs şoförleri, şeker kamışı işçileri, emekli sendikaları öncülüğünde iktidar arayışı büyüyerek sürmektedir. Haft Tappeh sendikasının şeker kamışı işçileri; “Baskı ve sömürüden kurtulmak ancak birlik ve dayanışma ile mümkün olabilir… Bu büyük ayaklanma, her yerde işçilerin grevleriyle ilişkilendirilmeli… Ekmek ve özgürlüğe sahip olmak için devrimin kadınlarını yalnız bırakmayalım.” Demektedir.

Marksist Araştırmalar Bloğu’nda, yine son derece çarpıcı, birkaç kez alıntı yapacağımız bir çeviri yayınlandı. “İran’da Sınıf Mücadeleleri” başlığı altında, Mahmut Boyun Eğmez tarafından Türkçeleştirilen yazı dizisi, Bella Beiraghi tarafından yazılmış. Mahsa Amini’nin öldürülmesi nedeniyle alevlenen sınıf savaşlarının, öncesi ve sonrasına dair dikkate değer bilgiler veriyor. Yazıdan öğreniyoruz; Farah takma adıyla bir üniversite öğrencisi; “Yozlaşmış hükümete, ifade özgürlüğünün olmamasına, hayat pahalılığına, Mahsa Amini cinayetine, hepsine kızgınız.” Öfkeliler. Ağlamıyorlar.

Meşhur bir işkence merkezi Evin Cezaevi’nde tutuklu öğrenciler; “Zulme ve baskıya karşı sesimizi her zamankinden daha fazla yükseltiyoruz. Tutsaklığımız sadece öfkemizi alevlendirdi ve mücadelemizi güçlendirdi.” Diyerek, sermayenin şeriatçı kapitalist iktidarına meydan okumaktadırlar. Tahran Üniversitesi’nden adı verilmeyen bir grup aktivist: “Saçımızı çekip başımızı yere vurduğunuzda bile bizden korkan sizsiniz. Adalet yerini bulana kadar mücadeleye devam edeceğiz.” Diye haykırmakta, sadece kendi ülkesinde ya da Türkiye işçi sınıfı için değil, Dünya işçi sınıfı için umudu büyütmektedirler. Belli ki, sınıflı bir toplum olarak kapitalizmin kuralları işlemiş, kendi mezar kazıcısını yaratmaktan, öfkesini büyütmekten kaçamamıştır. Sınıflar, ortadan kaldırılmadıkça karşıt çıkarların, çatışması kadar kaçınılmazdır, emekçi sınıfların varlığı ve işçi sınıfının öncülüğü. 

“Her sektörde bağımsız sendikalar kurmak, işçi hareketi için kilit görev olmaya devam ediyor.”

Bu sırada, Abadan’ın en zengin adamlarından Hossein Abdol-Baghi’ye ait bir bina, çalışanların üstüne çöker; 40 kişi ölür. Buğday sübvansiyonları kesildiğinde, “Hayat Pahalılığı Krizinde”(bu arada İran’da yıllık enflasyon %41,5; Türkiye’de %90’dır), bir genç kadının öldürülmesinde katlanarak büyüyen öfke, bir kez daha sokağa çıkar; grev olur, protesto olur, sendika olur, dayanışma olur, birlik olur. İktidar odaklarının karşısına dikilir, kapısına dayanır. 40 İşçinin ölümüne sebep olan patronlar şehirden kaçar; hükümetin gönderdiği “elçi” şehre sokulmaz; “taviz” ya da “sopa-havuç” girişimleri sabun köpüğü gibi söner, eylem büyüyerek süreklilik kazanır.

Oysa yurdumda, unutulan, sadece sayılamayan kadın cinayetleri değil, her gün onlarcasını hayattan koparan iş cinayetleri de, yüzlercesini bir seferde yutan maden kazaları da unutuluyor. Zira, ortak hafıza yok! Ortak aklın olmadığı yerde ortak hafıza da olmuyor. Her koyun kendi bacağından asılıyor! Sendikalar sarı, kızılı etkisiz; temsil ettiği işçi sınıfının sorunlarına yabancılaştığı ölçüde! Komünist, sosyalist ya da işçi partilerinin sınıflar mücadelesinde adı yok! Olsaydı, İran’da olduğu gibi olurdu. Bir değil her gün, onlar işçinin iş kazalarından, onlarca kadının kadın cinayetinden öldüğü, bebelerin açlıktan, soğuktan, tecavüzden can verdiği, Diyanetin fetvalarıyla yönetildiği yerde hareketsizliğin, örgütsüzlüğün bir açıklaması olmalıdır.

“14 Ekim 22’de Zonguldak Bartın Amasra TKİ’nde ‘göçük altındaki yine bizdik maden ocağında”. 18-24 vardiyasında çalışan 110 işçiydik.  Maden 7/24 çalışır. Biz, her biri sekiz saatlik üç vardiya çalışırız. Aşağıya indik mi, mesai dolmadan yukarı çıkamayız. Yanımızda getirdiğimiz yemeğimizi orada yer, suyumuzu orada içeriz. Tuvaletimizi de orada yaparız…

O gün de, her zamanki gibi, aşağı inmek için kullandığımız asansörü kullandık. Başka seçeneğimiz yok. Kırmızı bir tabelanın üzerinde büyük harflerle; ‘DİKKAT! ARABA ÇIKIŞI TARAFINDAN KAFESE BİNMEK YASAKTIR!’ Yazıyordu. (Deniz seviyesinden) -300 metrede, yerin altındaki maden ocağına inmek için ‘kafes’ dediğimiz asansörü beklerken ezberlemiştik… 41 arkadaşımızın ölüsünü çıkardığımız patlamanın olduğu gün de hepimiz dağıldık galerimize, tabana, bacaya…”(7)

O gün, Mahsa Amini’nin öldürülmesinden tam bir ay sonra, her gün onlarcasını sessiz sedasız toprağa düşen işçilerden 41’i ekmeğini çıkardığı, madene gömüldü. Bir daha çıkamadılar. Ölülerini de arkadaşları çıkardı. Ve herkes evine döndü, içindeki öfkeyi örgütleyememenin acısıyla, gözyaşlarında boğdu. Sonra, unutuldu… Oysa, sendikaları vardı. Sol siyasi özneler de var! Ama, işçi sınıfı yalnız! Bilisiz! Örgütsüz!

İran’da Amini’nin öldürülmesinden bu yana büyüyen yayılan direnişin başında Haft-Tappeh Sendikası şeker kamışı işçileri yer almaktadır; “İlerlememiz örgütlenmeye bağlıdır. Örgütlenmeden işçiler, sınıf düşmanımızın saldırısına karşı koyamazlar. İşçilerin talepleri halkın çoğunluğunun talepleridir…  Ancak örgütlenirsek kazanabiliriz.” Demekle kalmayıp, petrol, kimya ve diğer endüstri kollarında örgütlü işçiler, öğretmenler, öğrencilerle birlikte arka arkaya dayanışma ve protesto grevlerine katılmaktadırlar.

İran’da, Kasım ayında, 2019’da 1500 kişinin öldüğü ayaklanmanın yıldönümünde, ülkenin dört bir yanında binlerce çelik işçisinin katılımıyla süreklilik kazanan grevler daha da güçlendi. Öğretmen Sendikaları Koordiasyon Komitesi, Petrol Sözleşmeli İşçileri Protestoları Düzenleme Konseyi (COPOCW), Kamyoncular ve Şoförler Sendikası ile Haft Tappeh Şeker Kamışı İşçileri Sendikaları ortak çağrı yaptılar, halen greve katılmamış olan işçilere: “Bu, yoksulluk tarafından ezilen hepimiz için bir protesto… bizim için hayatlarımızı savunmak için birleşik mücadeleden başka yol yok. Hepimizin sloganı aynı: Kadın, yaşam, özgürlük.”(8)

Türkiye kapitalizminin, Cumhuriyet’in tasfiye sürecinin sonuna, Yeni Osmanlı Cumhuriyeti’nin ilanına doğru engelsiz at koşturduğu sırada, “dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek” üzere, eğitimde birliğe indirilen 4+4+4 darbesinden sonra, ikinci öldürücü darbe eğitim ve bilim emekçilerinin birliğine indirilmiştir.    14 Şubat 2022 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Öğretmenlik Meslek Kanunu ve ardından çıkarılan “Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Kariyer Basamakları Yönetmeliği”,  Anayasa ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na aykırı düzenlemeler(9) olması nedeniyle, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası başta olmak üzere protesto edildi. Öğretmenler,  sendikalarının çağrısı ile bir günlük iş bıraktı. Kanun’un bir uygulaması olarak sınav tarihine değin, protesto eylemleri yapıldı, gözaltılar oldu, oturma eylemleri gerçekleşti. Ancak, işçi sendikaları ile dayanışma, grevler, protestolar, sınıfın birliği gerçekleşmedi; ÖMK ve Yönetmelik Türkiye işçi sınıfına, öğretmenlerine geçirildi!

Kozlu’da 263, Soma’da 301, Amasra’da 41 üyesi madene gömülen, her gün onlarcası iş cinayetinde öldürülen “yokmuş gibi yapan” işbirlikçi sendikaların, Öğretmenler Kanunu ve Yönetmeliğin iptali için dayanışma grevi örgütlemesini beklemek; İran’da ya da Türkiye’de, hatta dünyada kadın hareketinin devrim yapmasını beklemek kadar saçmadır. Pandemi sürecini işçi sınıfının çevrimiçi örgütlenmesine çeviremeyen öğretmenler, öncülük yapamadıkları ve belki de yanında olmadıkları diğer sektör çalışanları, işçi sınıfı tarafından yalnız bırakılmıştır.

2022’nin başından bu yana, (dikkat) su kıtlığı ve ekmek fiyatlarında fahiş artış, hayat pahalılığı nedeniyle İran’ı saran grev ve protesto dalgasında, çevrimiçi örgütlenen işçi sınıfının, emekçi halkların sesinde; “Diktatöre ölüm” ve “işçilere zafer” çığlığı yükselmekte, egemenleri titretmektedir.  Hani şu bizim, Türkiye sonunun “sen ben bizim oğlan”, sınıftan bir haber, egemen sınıfın temsilcilerinin kuyruğunda ve onların öncülüğünde, davullu zurnalı,  organize “Pahalılık Mitinglerini” hatırlayın bir de! Bir tarafta, solun örgütleyici değil, katılımcı olduğu, bir direniş, örgütlenme girişimi olmaktan uzak, öfkeyi soğuran, işçi sınıfını kapsamayan, sorunlarına yabancı, “demokratik”  mitingler; diğer tarafta, bizzat işçi sendikaları ve sınıf tarafından örgütlenen, sermayenin her saldırısında büyüyen, yaygın ve sürekli grevler, dayanışma grevleri ve iktidar istemiyle yazılan sınıf savaşları. İlkinde uzlaşma, ikincisinde mücadele olduğunu kim inkar edebilir?

“Moharebeh: Tanrıya Karşı Savaş Açmak”

İran, İnsan Hakları Aktivistler Haber Ajansı haberine göre; “Eylül ortasından bu yana  en az 448 protestocu öldürüldü ve 18.170’den fazla kişi tutuklandı.”(10) Mohsen Shekari, bunlardan biriydi. Suçu, “moharebeh”, özcesi  “Tanrıya karşı savaş açmaktı”!  İdam edildi.

Kökten dinciliğin iktidarının, yönetme yetkisini Tanrı’dan aldığı, bu nedenle tartışmasız olduğu “malum ve meşhur” olsa gerek. Bu nedenledir ki, ister Hristiyan ister Yahudi, Katolik, Protestan, İslam olsun din adamları her zaman burjuvazinin dizinin dibinde olup, fetvalarıyla kapitalist yağma ve sömürüye teşne olduğu ortada. Din adına söylenen hiçbir söz tartışılmaz, söylenen ya da sözün sahibi sorgulanmaz. Ancak, sorgulayan, “tanrının buyruğuna karşı gelmekle”, direnen “savaşmakla” suçlanır. Din adamlarının fetvalarda ifadesini bulan kurallara uymamanın cezası, şüphesiz ölümdür.

İran, 1979 karşı devriminden bu yana şeriatle, yani İslami kurallarla yönetilmektedir. Tanrı adına kurallar koyan İran sermaye iktidarı sorgulanamaz! Kapitalizm dinin, sermaye sınıfı ve temsilcileri Tanrı’nın arkasına saklanmaktadır. Başka bir deyişle, Tanrı, sermayenin temsilcilerinde, din adamlarında vücut bulmaktadır. Verdikleri fetvaları, koydukları kuralları çiğnemek, Tanrı’ya karşı savaş olarak kabul edilmektedir. Jina Mahsa Amini, erkek kardeşiyle kendi özel aracının içinde başı açık seyahat etmekle,   yasaya, Şeriatin koyduğu kurallara karşı gelmiştir. Cezası ölüm olmuştur.

Keza, öncesinde ve sonrasında İran işçi sınıfını sokağa çıkan, süreklilik kazanan, iktidar hedefine odaklı grevler, Tanrı (egemen sınıf)  tarafından koyulan kurallara karşı gelmektir. Zira, hayat pahalılığı, açlık, yoksulluk, susuzluk ve benzeri yaşam ve geçim araçlarından yoksunluk Tanrı tarafından yazılmış, işçi sınıfının “kaderidir”! Kadere, hayra ve şerre inanmak imanın şartıdır. Aksi, Tanrı’ya karşı savaş açmaktır! Cezası ölümdür.

Yetmez gibi,  İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkmak, fetvalara, emirlere boyun eğmemek, tanımamak, Tanrı’nın reddi olsa gerek!  Anlaşılan odur ki, İran’la sınırlı olmaksızın, Türkiye ve diğer çevre kapitalist ülkelerde, emekçi sınıflar mülksüzleştiği ölçüde tanık olunan  “milyoner patlaması”, sınıf çıkarları arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi gözler önüne sermektedir. İran işçi sınıfı, kendi solunu aşarak, öz deneyimlerinden yola çıkarak, sermaye iktidarının her saldırısını bilinçlenme ve örgütlenme aracı kılarak, iktidara yürümektedir. Zaferi, İran işçi sınıfının iradesi, bilinçli ve örgütlü mücadelesi belirleyecektir.

Ne yazık ki, aynı şeyi Türkiye işçi sınıfı için söylemek, şimdilik olanaklı değil. Türkiye işçi sınıfı, hala sermaye düzeni içinde çözüm aramaktadır! Ne zaman ki, kendi solunu aşacak, An itibariyle İran işçi sınıfının ve kendi öz deneyimleriyle bağımsız sendika ve diğer örgütlenme biçimlerini yeniden kuracak, sermaye iktidarına karşı kendi sosyalist iktidar hedefinde birleşecek, o gün iktidar yürüyüşünü başlatacaktır. Sınıflar Mücadelesi tarihinde, Devrim, işçi sınıfının eseri olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Kadınlar, işçi sınıfından bağımsız değil, bir parçası olarak, iktidara yürüyecektir. İşçi sınıfına rağmen değil! (3 Aralık 2023)

hukukarzu@gmail.com


KAYNAKÇA

  1. wikipedya
  2. kadincinayetlerinidurduracagız.net , 2.10.2022
  3. Bella BEİRAGHİ, İran’da Sınıf Mücadeleleri, Çev. Mahmut BOYUNEĞMEZ marksistarastirmalar.blogspot.com , 19 Aralık 2022,
  4. Arzu KIR, HAGHİGHİ: Alın Bunları ve Beni Özgür Bırakın!(Özgürlük ve Zorunluluk Nerede Başlar Nerede Biter?) marksistarastirmalar.blogspot.com , 1 Ekim 2022
  5. Bella BEİRAGHİ, age.
  6. Bella BEİRAGHİ, age.
  7. Arzu KIR, Göçük Altındaki Yine Bizdik Maden Ocağında, noktahaber.com

16 Ekim 2022

  1. Bella BEİRAGHİ, age.
  2. 2022’de Eğitimde Neler Oldu, ogretmenler.net , 1 Ocak 2023
  3. Bella BEİRAGHİ, İran’daki İsyanın Üç Ayı, Çev.Mahmut BOYUNEĞMEZ, marksistarastirmalar.blogspot.com , 18 Aralık 20

NOT. Marksist Araştırmalar Bloğu ve Nokta Haber’de yayınlanmıştır.