İnsan mı, Robot mu?

Sizce dünyanın en güçlü silahı hangisidir? Atom bombası mı , nötron bombası mı? Yoksa başka bir şey mi?

Vietnam Lideri Ho Şi Minh: “İnsandan güçlü silah icadedilmedi” demiş.

İnsan, tek başına insan olarak silaha dönüşemez; insanı silaha dönüştüren bir üretim biçimi gereklidir, o da eğitimdir.

Kanımca dünyanın en güçlü silahı “eğitim”dir! “Nasıl olur?” diye sorabilirsiniz. Öncelikle şunu söyleyebilirim: İnsanı kendi haline bıraksalardı büyük olasılıkla bir yandan kendi soyunu, bir yandan da yaşadığı evreni yok etmek için bunca silah üretmezdi. Örneğin, atomun parçalanmasını gerçekleştiren bilim adamları, bu buluşu gerçekleştirirken on binlerce insanı bir anda yok edecek bombaları yapmayı düşünmemişlerdir. Ama bombalar yapılmıştır ve yapılmaya devam edilmektedir. Peki nasıl oldu da bilimsel gelişmenin tavan yaptığı bir süreçte insanların ve canlıların yaşama şansları eskisine oranla on bin hatta yüz bin kat daha azaldı? Çünkü insanlaşmanın önüne set çekmek isteyen güçler, insanları eğiterek onların belleklerini denetim altına alarak, istedikleri insan tipini yaratıp yaşam biçimine dönüştürmüşlerdir.

Ne acı bir durum değil mi?

İnsanlık bir yandan insanlaşırken bir yandan da insanlıktan uzaklaştırılıyor.

İnsanoğlu robotu insana hizmet etmesi için üretmiş. Sonra bu hümanist düşünce yerini bencil bir düşünceye bırakmış. Robot üretimi yoğun bir sermayeyi gerekli kıldığından daha ucuz bir yol bulunmuş ve robotları üreten insanın kendisi robotlaştırılmış. Böylece çağımızın “Robot insan”nı ortaya çıkmış. Gezegenimiz robot insanların yönetimine geçince de dünyamız toplumsal yangınlarla kuşatılmış. Bu yüzdendir ki bölgesel savaşlar hiç eksik olmamış ve de tek kutuplu bir dünyada insanlık insanlığından utanır hale gelmiştir.

Peki, eğitimin hangi amacı, hangi yöntemi insanlığı bu noktaya getirmiştir?

Eğitim nasıl olmuş da insanlaşmanın değil insandışı-laştırmanın hizmetine girmiştir?

Önce şunu belirtmek gerekir. Nasıl ki teori ve pratik birbirinden ayrı düşünülemezse, eğitim ve öğretim de birbirinden ayrı düşünülemez. Doğaldır ki bilgi olmadan insan eğitilemez. İnsanı eğiten eğitimci, gelişim ve değişime denk düşen bilgilerle donatılıp sıradan insandan faklı düşüncelere, davranışlara sahip olarak uzmanlaşmıştır. Tam bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Eğitim sürecinde bilginin ve insanın yeri nedir, ne olmalıdır?

Bilgi insan için mi, yoksa insan bilgi için midir?

Bir başka söyleyişle, insan bu sürecin öznesi mi, yoksa nesnesi mi? Bu sorulara net yanıtlar vermeden eğitimin amacı belirlenemez.

Şayet bilgi eğitim sürecinin öznesi ise, eğitimin amacı yaratıcı ve özgür bireyi yaratmak olamaz. Böyle bir durumda eğitimin amacı verilenle yetinen, karşı çıkmayan, düşünmeyen; sadece ezberleyen edilgen insanı yaratmak olacaktır ki bu da çağımızın robot insan

modeline denk düşmektedir. Robot insan modelini amaçlamış eğitim modelinde, kullanılacak bilgi yerine taşınabilecek kadar bilgi verilir. Yani bilginin kullanımından çok bilginin hamallığı kaçınılmaz olur. Peki amacı belirtilen eğitimin yöntemi ne olur? Bu yöntemin öğrencinin, deneme yanılma yoluyla sonuca varması, biçiminde bir yöntemin olmayacağı açıktır.

“Her öğrencinin öğrenme biçimi farklıdır, dolayısıyla farklı öğrenme biçimlerine farklı öğretme teknikleri geliştirilmelidir” ilkesine de uygun olmayacaktır.

Peki ne olacaktır?

Bu gün yaşananlar olacaktır.

Ne demek bu?

Bugün uygulanan eğitim modelinde tek otorite öğretmendir. O her şeyi bilir, öğrenciler çok az şey bilir. Öğrenciler bir dış denetim mekanizmasıyla denetlenmelidir. Sınıfta ders dinleyenler öncelikle öğrencidir, insan olmaları ikinci plandadır. Başarı ve başarısızlık öznel bir süreç olmayıp nesnel bir süreçtir. Durum böyle olunca da herkesten her şeyi bilmesi, öğrenmesi istenmelidir. Her öğretmenin dersi en önemli derstir, dolayısıyla karşımıza hem başarılı hem de başarısız öğrenci çıkmaktadır. Bir öğretmene göre bir öğrenci çok zekidir, bir başkasına göre de çok aptal. Tıpkı Edison’un öğretmenleri tarafından “aptal çocuk” olarak algılanması gibi.

Durum böyle olunca, bu eğitim modelinde, bilgi yüklemenin araçları haline gelen öğrenciler, iç denetim mekanizmaları gelişmemiş insan tipine, yani davranışları, güdüleri ve duyguları tarafından belirlenen, bilinç ve iradeleri çok zayıf insan tipine dönüşürler. Bu neyi getirir? Öğretmeni öğretmenliğinden, öğrenciyi

öğrenciliğinden nefret ettiren bir ortamı ve sınıf içi- sınıf dışı kargaşaları getirir.

İlköğretimde kişilik eğitiminin ağırlıklı olması gerektiği halde, yarış atları yetiştiren bir mantıkla, yavrularımız kuru bilgilerle kuşatılır. Güzelim beyinler dumura uğratılır. Öğrencilerin öğrenme istekleri kırılarak liseye çarpık birer genç olarak gönderilir. Gençlerimiz derin yaşayamayan dolayısıyla da derin düşünemeyen, ne zaman konuşulacağını, ne zaman susulacağını bilmeyen insanlar haline gelirler. Ne dillerini doğru ve etkin kullanabilme ne de kendilerini doğru anlatma yeteneğini kazanabilmişlerdir. Çünkü onların çoğu roman, hikaye, şiir okumak, resim, müzik eğitimi almak yerine hep unutulmaları kaçınılmaz bilgileri belleklerinde tutabilmek için zamanı tüketmişlerdir.

Şimdi sormak gerekir: Eğitimin amacı, yöntemi ve kapsamı bu olunca robot insandan faklı bir insan nasıl yetiştirilir?

Hele hele öğrenciyi eğiten öğretmen robot öğretmen olursa, robot olmayan genç nasıl yetiştirilir?

Robotlaştırılmış öğretmenlerin olduğu bir sistemde özgür, yaratıcı, kendine güveni olan, toplumsal sorumlulukları gelişmiş gençlik yetişebilir mi?

Farkına varmadan her birimiz kurban-kobay ve robot olup çıkmışız; ama çoğumuz insanları kurban-kobay ve robot yapanları değil kurban-kobay ve robot haline getirilenleri suçluyoruz.

Böyle olunca da, kurban-kobay ve robot yerine insan doğup insan kalan nesiller yetiştiremiyoruz; sistemin çarklarına takılıp un ufak olup gidiyoruz; arkasında acıklı hikâyeler, dramatik anılar bırakarak…

Sonuç:

Merkezine insanı almayan eğitim sistemi, kişiyi sınırlar, farklılıklara yaşama hakkı vermez; eleştirel bakanları, karşı çıkanları iktidarın gücüyle hizaya getirip, sisteme uygun robotlara dönüştürür.

Sistem için “başarılı eğitim”, itaat eden nesiller yetiştiren eğitimdir. İki binli yıllar Türkiye’sinin diliyle konuşursak, “dindar ve kindar nesiller” yetiştiren eğitim…