13 Şubat 2024’te Erzincan’ın İliç ilçesinde, Anagold Madencilik’e ait altın madeninde meydana gelen kaza, 9 işçinin hayatını kaybetmesine ve on binlerce ton siyanürlü malzemenin doğaya yayılmasına neden oldu. Bu facia, Türkiye’deki madencilik faaliyetlerinin çevresel ve insani maliyetlerini bir kez daha gözler önüne serdi. Ancak, olayın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, sorumlular adalet önüne çıkarılmadı ve madencilik sektöründeki sorunlu yapı devam ediyor.
Çok Uluslu Şirketler ve Yerel İşbirlikçiler: Sömürü Düzeni
İliç’teki maden faciası, Türkiye’deki madencilik sektörünün karanlık yüzünü ortaya koyan acı bir örnek oldu. ABD-Kanada ortaklığındaki SSR Mining’in %80, Çalık Holding’in ise %20 hissesine sahip olduğu maden, Anadolu’nun ücra bir köşesinde doğayı ve insan hayatını hiçe sayarak faaliyetlerini sürdürdü. Şirket, bürokrasiye erişimi kolaylaştırmak için iktidara yakın ilişkiler kurarken, yerelde ise feodal yapılar ve güçlü ailelerle işbirliği yaparak taşeronluk sistemi üzerinden bu sömürü düzenini sürdürdü. Sosyal sorumluluk projeleri adı altında camilere ve okullara yardımlar yapıldı, yerel yönetimler ve dini cemaatlerle yakın ilişkiler geliştirildi. Ancak, bu görünürdeki “iyi niyetli” adımların ardında, doğayı ve insanı feda eden bir sömürü mekanizması işliyordu.
Madende, kayalar parçalanıyor, öğütülüyor ve siyanürle yıkanarak altın elde ediliyordu. Zamanla büyüyen atık yığınları, ciddi riskler oluşturuyordu. Ancak, altının getirdiği kâr, güvenlik önlemlerinin önüne geçti. İşçiler ve uzmanlar, oluşan çatlakları fark etseler de, nihai karar merci yurtdışında olduğu için üretim durdurulmadı. Sonuç olarak, siyanürlü çamur yığını çöktü ve hem işçilerin hayatını aldı hem de doğaya yayıldı. Yetkililer, olayın ardından “sorumluların hesap vereceği” yönünde açıklamalar yapsa da, bir yıl içinde sadece birkaç teknik personel yargılanabildi. Asıl sorumlular ise hala adaletin pençesine düşmedi.
Adalet Nerede? Sorumlular Hesap Vermedi
Facianın ardından başlatılan hukuki süreçte, bilirkişi raporları hem şirketi hem de ilgili bakanlığı kusurlu buldu. Ancak, raporlar “açıklanamayan” nedenlerle değiştirildi ve bakanlığın sorumluluğu ortadan kaldırıldı. Yargılananlar arasında sadece birkaç teknik personel yer aldı. Meslek odaları ve bağımsız sendikalar, olay mahalline bile alınmazken, şirketin çıkarları her zaman korundu.
2024 yılında altın fiyatlarının ons başına 2700 dolara yükselmesi, uluslararası şirketleri dünya genelinde altın arayışına itti. Türkiye’nin zengin altın yatakları da bu şirketlerin iştahını kabarttı. Devlet, acele kamulaştırmalarla köylülerin topraklarını elinden aldı, itiraz edenlere karşı davalar açıldı ve “kalkınma” adı altında yapılan propagandalarla bu sömürü düzeni meşrulaştırıldı. Şirketler, 450 dolara mal ettikleri altını 2700 dolara satarken, doğayı, insan hayatını ve yerel toplulukları hiçe saydı.
“Başarısızlık” mı, Yoksa Tasarım Kusuru mu?
SSR Mining’in İcra Kurulu Başkanı Rod Antal, facianın “bir mühendislik tasarım kusurunun sonucu” olduğunu belirterek, madenin yeniden açılması için çalışmaların sürdüğünü açıkladı. Ancak, cevaplanmayan kritik soru şu: Bu tasarım kusurunu kim yaptı? Fırat Nehri’nin kenarına ve bir fay hattı üzerine bu madeni kurma kararını kimler verdi?
Bir yıl geçmesine rağmen, ne adalet sağlandı ne de madencilik sektöründeki anlayışta bir değişim yaşandı. Çok uluslu şirketler, doğal kaynaklarımızı sömürmeye devam ederken, doğa ve insanlar bedelini ödüyor. İliç faciası, Türkiye’deki madencilik düzeninin acı bir yansıması olarak hafızalara kazındı. Bugün, bu faciayı anarken, bu düzen değişmezse gelecek nesillere hesap veremeyeceğimizi bir kez daha hatırlamak gerekiyor.
Bu süreçte, çok uluslu şirketler ve onların yerel işbirlikçileri kazanırken, doğa ve insanlar kaybediyor. İliç faciası, sadece bir maden kazası değil, aynı zamanda sistemik bir sorunun ve adaletsizliğin simgesi haline geldi. Bu düzen değişmediği sürece, benzer trajedilerin tekrarlanma riski her zaman var olacak