İktidarın can simidi: Dış mihrak

Kanaatin çoğu zaman hakikate üstün gelebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Bazı siyasetçiler, özellikle de otoriter iktidarlar gerçekleri eğip büküp, korkularla ya da efsanelerle besledikleri seçmenlerine satmayı iyi beceriyorlar. Aynı Türkiye’de olduğu gibi. İktidar işler yolunda gitmediği zaman, dışarıda bir düşman bulup, gidişattan sorumlu tutuyor. Düşmanın adı bile konmuyor çoğu zaman. Bazen de liderleriyle can ciğer kuzu sarması pozlar verilen ülkelerin başkentlerinden söz ediliyor: Londra, Washington. İktidarı içeride eleştirenler de dışarıdaki düşmanın işbirlikçisi ilan ediliyor.

TL’nin her irtifa kaybında aynı şeyi duyuyoruz: 1 Dolar’ın 7 TL sınırından yukarıya doğru yükselmesinin sorumlusu da yine Türkiye’yi çekemeyenler, spekülatörler. İktidarın her dediğine inanmayı seçenler sormuyor; adamların derdi paralarına para katmak değil mi? Bunu Türkiye’deyatırımla yapabilecek olsalar, neden yapmasınlar? Eskiden Türkiye’ye yatırım yaparken düşman değillerdi, şimdi mi oldular? Memleketin geleneksel ata sporu olan dış mihraklar bahanesine inanmak bazılarının işine geliyor işte.

ABD’li Rahip Brunson krizini hatırlayın. Gülen’i ABD’den şantajla alabileceğine inanan “Ver papazı, al papazı” gibi cümleler kuran Erdoğan’a Trump yaptırımlarla karşılık vermiş, dolar uçmuştu. ABD Başkanı vatandaşını rehin alan bir iktidara kibar davranmadığı için millet iPhone parçalamaya koştu. Telefonlarını sosyal medya videolarıyla “Bu Reis için! Bu vatan için!” diye balyozla parçalayanlar gördük. Videonun sonunda birinin iPhone’u çalmasaydı, daha inandırıcı olacaktı tabii tüm performans, orası ayrı. TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı durdurulamazken, ABD Başkan adayı Joe Biden’ın New York Times’a ta 8 ay önce yaptığı açıklamanın “keşfedilmesi” ve medyaya servis edilmesi tesadüf mü sizce? İktidar seçilmemiş başkan adayının 8 ay önce söylediklerinden yola çıkarak bir mağduriyet/kahramanlık hikayesi yazmakta.

Acı gerçek

TL’den 6 sıfır atıldıktan sonra 3 Ocak 2005’te 1,34 YTL olan dolar bugün, bu yazıyı yazarken 7,37 TL seviyesinde. Üstelik bu doların zorla tutulduğu seviye. Merkez Bankası yıllardır piyasaya dolar basarak TL’nin düşüşünü durdurmaya çalışıyor. Net rezervini tüketti, takaslarla (swap) falan gemiyi yürütmeye çalışıyor. Mahfi Eğilmez geçenlerde bir hesap yaptı ve blogunda yayınladı. Buna göre Temmuz 2020 sonunda T.C. Merkez Bankası’nın net altın ve döviz rezervi eksi 5,7 milyar doları buldu.

Gözler yalan söylemez

Gerilimi yüksek bir dizinin içindeyiz sanki. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da bu filmin gittikçe köşeye sıkışan, ama inkara devam eden bir karakteri. Son bölümdeki söyleşide çok açık verdi, kendisinin de dolar gerginliği yaşadığını çok belli etti. “Doların yükselmesinden endişelenmeli miyiz” gibi elverişli bir soruya bile cevap veremedi. Hatlar karıştı herhalde, “Dolarla mı maaş alıyorsunuz? Dolarla borcunuz mu var? Dolarla bir işiniz mi var?” dedi. Dolarla işi olan asıl bu cümleleri sarfeden bakanın kendisi değil miydi? Memleket ekonomisini, üretimi dolara endeksleyen de bu iktidarın ekonomi politikaları değil miydi?

O an şu soru da takıldı aklıma, acaba Albayrak’ın ne kadar doları vardı? Baktığım yerlerde bunun cevabını bulamadım. Onun yerine aHaber’in internet sitesinde “Londra merkezli saldırıların perde arkasında ne var? Türkiye ve Berat Albayrak neden hedefte? Dolar neden yükseliyor?” başlığıyla yayınlanan bir analize rastladım. Bu analize göre, ABD durduk yerde vatandaşı Brunson hapiste tutulduğu ve casuslukla suçlandığı için arıza çıkarmış, dolar bir kere öyle yükselmişti. Sonra Albayrak “TL’nin değerinin Londra’da değil, İstanbul’da belirlenmesi için” önlemler almış, bu “Londra’nın”, yani buradaki fonların hoşuna gitmemişti. Albayrak bir ülkenin para biriminin değerinin, yani başka ülkelerin para birimleriyle ilişkisinin, tek başına belirleyebileceği bir değer olduğunu düşünüyordu. Sonra Swap manevraları çekilmişti falan. Albayrak’ın TL’yi bağımsızlaştırma stratejisinin ne kadar başarılı olduğu bugün ortada.

Benim ise aklımda Londra ve Washington ile ilgili iki haber kalmış. Biri 24 Haziran 2018 seçimlerinden önce Londra’da yabancı yatırımcıyla buluşan Erdoğan’ın açıklamalarına tepkiler. Erdoğan ekonominin dizginlerini iyice eline alacağına, faizi de bizzat kontrol ettiğine işaret eden açıklamalar yapınca, dolar yükselmişti. Damadı bakan da Nisan 2019’da Washington’da ekonomi programı ve yapısal reform konusunda yatırımcılara güven verememişti.

Sorumlu belli

Ekonominin gidişatının sorumlusu, bizzat 18 yıldır iktidarda olan AKP ve lideri Erdoğan. Ne var ki, bu gerçek bazılarının işine gelmiyor. Cüzdana ve fileye bakmak da bazılarına hala daha yetmiyor. Bu gerçekle yüzleşmek için biraz meraklı ve cesur olup dış mihrak bahanesinden uzaklaşmak, soru sormak, neden sonuç ilişkisine bakmak gerekiyor. Sosyolog Sevinç Doğan’ın “Mahalledeki AKP” kitabında anlattığı gibi, bir kesim bu iktidarla hayatlarına giren kazanımları, iktidar gidince kaybetmek korkusunda. Şu an kaybediyor olsalar da. Gittiği yere kadar diye düşünüyorlar herhalde. Kötü haber: Bu ekonomi yönetimiyle gidebilecekleri yol büyük bir hızla kısalıyor.

Banu GÜVEN