İftira hoparlörü

Çok tuhaf, çok sıkıntılı günler yaşıyoruz. AKP’nin adım adım kurduğu “tek-adam” rejimi gitgide kasvetini artırıyor. Gitgide keyfileşen tutuklamalar da bu kasvetin tuzu biberi. Böyle yaratılan boğucu havada, hissettiğim bir tuhaflık, “sevinme” yetisinin dumura uğraması. İşte “Büyükada” başlığı altında düşünmeye alıştırıldığımız arkadaşlar, hepsi tahliye oldu. Elbette bunun için sevindik. Ama ne kadar ve  nasıl sevindik? Tahliye oldukları haberini aldığım anda, aklıma ilk gelen, kaç gündür içeride tutuldukları sorusu oluyor. Yaklaşık dört aydır hapisteydiler. Niçin? Dört aydır onları hapiste tutan iradenin buna verilecek bir cevabı vardır herhalde; ama o cevabın hukukla ilgisi yoktur.

Evet, Kadri Gürsel tahliye ediliyor, Murat Aksoy tahliye ediliyor (şahsen tanıdığım kişiler) ve hep aynı soru: Hangi nedenle kaç zaman yatıldı?

Sorun yalnızca onların ne kadar zamandır zulme uğradığından ibaret değil üstelik. Çünkü zulme uğramaya devam edenler ar. “X tahliye oldu” deyince, elimde değil, edilmeyenler geliyor. “Turhan çıktı! Aman ne iyi!” Ama hemen aynı anda “Akın daha içeride…”

Şu son olayda da, Büyükada’da gözaltına alınanların serbest kalma haberiyle birlikte  Osman Kavala’nın gözaltı süresinin uzatılması haberi aşağı yukarı aynı zamanda geliyor.

Büyükada, Osman Kavala ve benzeri durumlar. Bu “gözaltı”lara refakat eden yoğun bir “yayın kampanyası” var. Bu da, şu kuvvetli boğucu günlerin bir özelliği. Aslında “gözaltı” olgusundan önce yayın başlıyor. Çürük çarık bilgilere dayandırılmış (ya da “dayandırılmış” süsü verilmiş) yalan yanlış iddialar. Bu gibi yazılarla sanki bir hazırlık süreci başlatılıyor.  Ardından “gözaltı” geliyor. O gelince, yayın iyice yoğunlaşıyor. Söz konusu kişinin soluk alıp vermesi de “suç” haline getiriliyor.

Büyükada “sanıkları” hakkında iddianamede yer alan şeylerin ne kadar saçma sapan şeyler olduğunu iktidarın benzer işlevlerini görenler de söyledi (herhalde ekip çekişmesi var.) Yurttaşlık Derneği bunların iç yüzünü açıkladı. Şimdi onun benzeri inanılmaz kampanya Osman Kavala hakkında sürdürülüyor.

Derken kimsenin beklemediği bir şey oldu ve Büyükada’da gözaltına alınanların hepsi tahliye edildi. Bizler, “Ne oldu? Hangi dağda kurt öldü?” diye düşünür ve tahmin yürütmeye çalışırken bir Schröder haberi orta yere düştü. Bu “bilgi”nin kaynağı Almanya. Kendisinin gelip gittiğinden burada bizlerin haberi olmamıştı. Olabilir, her şeyden haberimiz olacak değil.

Bu tabii çok önemli, çok anlamlı bir bilgi. Herhalde hemen tartışması başlayacak. Başlayınca da, söyleyecek dünya kadar söz var. Ama bugünlük oraya dalmak istemiyorum. “Yazı yazma”yı kiralık katil üslubuyla yürüten bu “AKP yayın makinasından” söz etmek istiyorum.

Büyükada’da “yakalanan” insan hakları aktivisleri üstüne söylenmedik söz bırakmadı bu “makina”, makinayı oluşturan “birey” denemeyecek bireyler. Kriz çıkarmak için toplanmışlardı, diye bir iddiadan başlanıyordu. Her birinin nasıl tehlikeli “ajan”lar, “düşman”lar v.b. olduğu  şehvetle anlatılıyordu. Derken bir duruşma oldu ve hepsi salıverildi. “Makina” bu durum karşısında ne dedi? Hiçbir şey demedi. En azından bugün, yani 28 Ekim Cumartesi itibariyle, ses seda yok.

Bu saldırgan metinleri üretenler kendilerinin “vatan-millet” uğruna yazıp çizdiğini kabul ediyor elbette. Kendi yazıp çizdiklerine göre, bu kadar ham ve bu kadar tehlikeli olan bu kişileri serbest bırakan mahkemenin (mahkeme, savcının talebi üzerine tahliye kararı veriyor) nasıl bir gaflet içinde olduğunu söylemeleri gerekmez mi?

Bu dediğim bizzat Cumhurbaşkanı’nı da itham ediyor. Gözaltı olayının hemen arkasından, “mahkeme sürecini etkileyecek müdahale olmaz” türünden en basit hukuk ilkelerini çiğnemek pahasına suçlu ilan etmişti gözaltına alınan kişileri (Osman Kavala olayında da yaptığı gibi.)

Evet “makina” şimdilik susmuş durumda. Bu da, orada yer olanların, kendi söylediklerinin doğruluğu hakkında gerçek kanaatlerinin ne olduğuna ışık tutan bir karine.