İdam güzellemeleri

İdam cezasının tekrar yasallaştırılması son dönemlerin en “popüler” konularından biri. Sadece aklıma gelenleri, hatırladıklarımı yazayım. 2015 yılında Özgecan Aslan cinayetinden ve 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra idam tartışmaları yeniden köpürtülmüştü. Erdoğan, “Meclis getirsin onaylarım!” tavrındaydı; kitleler “idam, idam!” diye bağırtılıyorlardı. MHP o dönemde de –elbette- dünden razıydı idam cezasına; bu sağ koalisyonunun en solundaki üye, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “Getirsinler, bakalım!”  dışında bir şey söylemediğini unutmayalım. Muhtemeldir ki, AKP-MHP bloğu yasa teklifi sunsa, Kılıçdaroğlu yine her zaman yaptığı gibi,  “hayır der gibi yapıp, evet” der; yıllar sonra kendisine pişman olup olmadığı sorulduğunda da “Bugün olsa yine evet derim!” demeyi ihmal etmezdi. İdam cezası geçen sene de gündeme gelmişti. 2017’de de Erdoğan, “Gerekirse idam için de bir referandum yaparız!” diyerek restini çekmişti.

Yakın dönem Türkiye’sinde idam tartışmaları denir de, Devlet Bahçeli’nin Ocak 2008’deki Erzurum Mitingi’nde Tayyip Erdoğan’a cevaben “Oğluna gemi alacak kadar paran var, asacak kadar ip mi bulamıyorsun!” dedikten ve yanındaki görevliye “Ver şu ipi!” diye çıkıştıktan sonra, elini aldığı idam ipini atarak “Haydi as!” diye bağırması unutulabilir mi? Sanki Erdoğan’ın oğluna gemi almasıyla idam cezasının ne alakası varsa! “Bahçeli işte!” Bahçeli o mitinginde biz koalisyon ortağıydık o yüzden idamın kaldırılmasına evet demek zorunda kaldık demeye getiriyordu.

İdam cezası bugünlerde de popüler. Mevzu adam asmaca olur da Devlet Bahçeli görüş bildirmez olur mu? Geçtiğimiz günlerde de “Sübyancı şerefsizler iki cihanda da hasmımızdır.” Diyerek idam tartışmalarının fitilini yeniden ateşlemekte bir sakınca görmedi.

Yukarıda özetlediğim manzaraya baktığımızda, Türkiye’de idam cezasının (tekrar) kabul edilmesinin bir “teknik mesele” haline geldiğini söyleyebiliriz. Öyle görünüyor ki, TBMM’ye gelen tasarı/teklif, birkaç cılız itirazın gölgesinde kabul edilecek. “Birkaç cılız itiraz…” çünkü mevcut siyasal iklimde idama karşı olanların tedirginliği, idama karşı olmanın, idam cezasını gündeme taşıyan darbe girişimi veya çocuk tacizine taraf olmakla ya da darbe girişiminin arkasındaki siyasal İslamcı (Gülenci) hareketi savunmakla özdeşleştirileceği yönünde. Oysa altını binlerce kere çize, çize belirtmekte fayda var ki, idam cezasına karşı olmak, ne cezaya konu fiili, ne de fiili gerçekleştirenleri savunmayı gerektirir. Karşı çıkmamız gereken tek ama tek konu: “Devlet taammüden insan öldürmeye yetkili midir, değil midir?” konusudur.

İdam cezasına karşı olmak,  darbecileri savunmak olmadığı gibi, çocuklara tecavüzü savunmak da değildir.

İdama karşı olmakla, idama konu olan suçu savunmaya doğru kurulacak bir mantık, bir ön kabul; olsa olsa  “siyasal linç” mantığıdır.  İdam, devlet, “taammüden”  yani bilinçli, önceden tasarlayarak adam öldüremeyeceği, böyle bir hakkı (devlet bile olsa) kimseye tanıyamayacağımız, tanımamamız gerektiği için yanlıştır.

27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri sonrası verilen idam kararları, “hâlâ” tartışıldığına, bu idamlar “hâlâ” siyasal vicdanımızı sızlattığına göre, idam cezasını bir kere daha düşünmeliyiz. Yok, hiç düşünmemeliyiz bile. En iyisi, unutmak. Darbeler ve idamlar bir daha asla tartışmayacağımız bir şekilde gündemimizden çıkmalı, unutulmalı; aramızdaki tek tartışma demokratik siyasal rekabet ve mücadele içerisindeki tartışmalarımız olmalı.

İdamı bugünlerde, “siyasi suç(lar)” bağlamda değil, “çocuk istismarı”bağlamında tartışılıyor. Çok daha tehlikeli bir oyun. Öyle ya!  “Bir çocuğa tecavüz eden sapığı idam etmekten daha doğal ne olabilir ki?” Özellikle, kendisini maktulün ya da onun ailesinin yerine koyarak düşünen önemli bir çoğunluk için “kısasa kısas” kadar makul bir çözüm yok gibi. Eğer onlar gibi düşünmüyorsanız da soruları hazır “Eğer senin/çocuğunun başına gelseydi?

Tartışmaya gerek var mı? Böyle bir durumda, o sapığı elime geçirsem hiç düşünmez öldürürdüm; hem de hiç acele etmeden; yavaş yavaş.  Çocuğu öldürülen/tecavüz edilen bir annenin, babanın bu şekilde düşünmesinden doğal ne olabilir ki?

Sapla samanı ayırmanın tam vaktidir. Çocuğunun katilini/tecavüzcüsünü ipte görmek isteyen bir anne/babayla ya da onlarla empati kurarak suçlunun asılmasını isteyen kitlelerle, hukuku savunan bir devlet arasındaki fark da bu nüans üzerinde binâ olur. Ulus-devlet, hukuk üzerine inşa edilmiştir. “Hukuk”, “adalet”, devletin üç temel fonksiyonunu (yasama, yürütme, yargı) kuran “tek” temel öğedir. “Yasama” devletin yasaları (hukuku) üreten, koyan; “yürütme” birincinin ürettiklerine, uygun (hukuku) icra eden; “yargı” da bu konuda (hukukta) taraflar arasında çıkan uyuşmazlıkları çözen; birincinin üretip ikincinin icra ettiği hukuka uygun son, nihai kararları veren, adaleti tecellî ettiren mercidir.

Bir annenin/babanın, katledilen/tecavüz edilen çocuğunun katilini ipte görmek istemesi kadar “normal” bir şey olamaz. “Devlet” ve onun “mütemmim cüzü” hukuk/adalet işte bu nokta da devreye girer. Hukukun gereğini yerine getirmeyi maktulün ailesine ya da onun arzusuna bırakmaz; cezayı onların duygusallığından soyut bir şekilde ele alır ve gereğini yapar. Devletin –kolluk kuvvetlerinin- suçunu kabul eden bir vahşiyi, onu “linç” etmek isteyen kalabalığın elinden alarak kendi mahkemesinde yargılamak üzere alıkoymasının sebebi de budur. Burada kolluk kuvvetleri “suçlu”yu korumak değil, suçlunun suçunun mahkemece verilerek “adaleti” tesis etmek amacındadır. “İdam”ın bir ceza olup olamayacağı da -benzer şekilde- duygusallıktan uzak bir zeminde kararlaştırılır; acılı ailelerin haklı infiâli üzerinden köpürtülen duygusallıkla değil.

Savunma Hakkı

2015 yıındaki Özgecan Cinayeti ardından bir başka popülizm örneği ile daha yüz yüze gelmiştik. Mersin Barosu, nadide bir popülizm örneği sergileyerek suçluları “savunmayı” reddetmişti. Dönemin Mersin Barosu Başkanı Alpay AntmenRadikal gazetesine yaptığı  “açıklama!”da “Yarın sabah 15.00’e kadar gözaltı süresi bulunuyor. Kendisine avukat tahsis edilmesi gerekiyor. Avukat tahsis edilmesi kararına baro olarak direnmeyi düşünüyoruz ancak, saldırgan avukatsız olarak sorguya çıkarılamaz, bu ihtimal üzerine de düşünüyoruz.” demişti. Allah’tan kriz çözüldü; suçlulara avukat bulunabildi; hatta o avukatlardan birisi Evrensel gazetesine açıklamalarda bulunarak “savunma hakkı”nın kutsallığından bahsetmişti.

O günlerde de idam popülizmi üzerine bir yazı yazmak farz olmuştu. Ben de yazımda “Popülizmin dibi burası mı acaba?  Mersin Barosu önüne “Hukukta Yılsonu İndirimi!” yazılı bir tabela asmak suç mu?” diye yazmıştım. Yazı şöyle devam ediyordu: “Böyle bir tabela asmak suç mu bilmiyorum; ama “Suçluyu savunmam!” diyen bir baronun ve o baroya üye avukatların yargı sisteminin bir parçası olarak ortalıkta dolanmaları hepimize ezadır; özellikle de Hukuk fakültelerinin Hukuka Giriş derisini yürüten hocalara bir ezadır. “Bu nasıl avukatlık anlayışıdır?” diye sitem etmeyeceğim muhterem avukatlar!  Bir çiçek, bir kolonya falan alıp hemen hastahaneye koşun! Zira, Hukuka Giriş dersi hocalarınız, açıklamalarınız duyunca kalp krizi geçirdi; koşun, hocanıza taziyelerinizi bildirin; yalandan da olsa bir şeyler söyleyin.  Medyayı suçlayın! Biz öyle demedik gazeteciler çarpıtmış falan deyin!

Özet: “Suçluyu” savunmak, “suçu” savunmak değildir. Adaletin her koşulda tecellisi ve alınan cezanın adaletin simgesi olabilmesi için “suçu” ne olursa olsun “suçlu” savunulmak zorundadır. Muhtaç olduğunuz bilgi Hukuka Giriş 101 dersi notlarında mevcuttur.”

İdam güzellemeleri burada da bitmeyecek, tükenmeyecek gibi. Bir, bilemediniz iki seneye kalmaz yine idam güzellemeleri okumaya devam edeceğiz. Her seferinde aynı şeyi yazmak, bıkmadan usanmadan aynı ama aynı şeyi söylemek gerekiyor: Devletin adam öldürme hakkı olamaz. İdamı savunmamak, idam konu olan suçu savunmak değildir. Ben birey olarak o suçu işleyen kişiyi öldürmek isteyebilirim. Devlet, eğer hukuk devletiyse, o kişiyi benim elimden almak ve hukukun önüne çıkararak “adil yargılama”sını yapmakla mükelleftir.

Birileri “büyük devlet” mi demişti. Büyük devlet öyle elde kılıç, valilik balkonundan şov yapmakla olmaz; “hukuk devleti” olmakla olur.

 

Mete Kaan KAYNAR