Kansu Yıldırım, Evrensel Gazetesi’ndeki köşe yazısında, Türkiye’de giderek otoriterleşen devlet yapısının son dönem gelişmelerle nasıl şekillendiğini ve bu sürecin ekonomi, siyaset ve hukuk üzerindeki etkilerini ele alıyor. Yıldırım’a göre, Cumhur İttifakı’nın Mart ayında başlattığı tasfiye dalgası, yalnızca otoriterleşme eğilimini değil, aynı zamanda “askerileşmiş birikim” modeli olarak tanımlanan ekonomik yönelimin de siyasal ve hukuki yansımalarını gözler önüne seriyor.
“2025 Tevkifatı” ve İç Cephe Stratejisi
Yıldırım, 2025 yılındaki siyasi gelişmeleri “2025 Tevkifatı” olarak nitelendiriyor ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık yarışındaki rakibi Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının yanı sıra, CHP’li yöneticiler, gazeteciler, protesto eylemlerine katılan solcular ve üniversite öğrencilerine yönelik kitlesel gözaltı ve tutuklama operasyonlarına dikkat çekiyor.
Bu gelişmelerin tesadüfi olmadığını belirten Yıldırım, sürecin 19 Mart’tan çok önce başladığını ve Erdoğan’ın Eylül 2024’te ABD’de sermaye temsilcileriyle yaptığı görüşmelerin ardından “iç cephe” stratejisinin devreye sokulduğunu söylüyor. Bu strateji, içeride yeni anayasa ve siyasi mutabakat arayışlarıyla şekillenirken, dışarıda Türkiye’nin Suriye-İsrail-İran üçgeninde jeopolitik ve ekonomik çıkarlarını sağlamlaştırma hamleleriyle ilerliyor.
Askerileşmiş Birikim ve Ekonominin Yönü
Yıldırım, William I. Robinson’ın “askerileşmiş birikim” kavramına atıfta bulunarak, Türkiye’de devlet ve sermaye arasındaki ilişkilerin giderek daha fazla iç içe geçtiğini, güvenliğin metalaştırıldığını ve devletin baskı mekanizmalarının arttığını ifade ediyor.
Türkiye’nin 2025 yılı savunma bütçesinde savunma harcamalarına 913,9 milyar TL, iç güvenlik harcamalarına ise 694,5 milyar TL ayrıldığına dikkat çeken Yıldırım, bu rakamlara Savunma Sanayii Destekleme Fonu da eklendiğinde toplam bütçenin 1 trilyon 608 milyar TL’yi bulduğunu belirtiyor. 2024 yılında 7,1 milyar dolarlık savunma sanayi ihracatı gerçekleştiren Türkiye, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, dünyanın en büyük 11’inci silah ihracatçısı konumunda bulunuyor.
Bu ekonomik yönelimin, sanayide yaşanan daralmayı aşmak için askeri üretimi teşvik eden bir devlet politikasıyla birleştiğini vurgulayan Yıldırım, ASELSAN gibi savunma şirketlerinin büyüme oranlarının bu politikayı doğruladığını ifade ediyor.
Düşman Ceza Hukuku ve İç Güvenlik Devleti
Yıldırım, iç cephe stratejisinin yalnızca ekonomiyle sınırlı olmadığını, siyasi ve hukuki alanda da büyük bir dönüşüm yarattığını belirtiyor. Antonio Gramsci’nin “zorla zırhlandırılmış hegemonya” kavramına atıfta bulunarak, Erdoğan’ın otoriter yönetiminin yalnızca toplumsal muhalefeti değil, parti içi disiplini de sağlamak için baskıcı bir hukuk mekanizmasına dayandığını söylüyor.
Bu süreçte ceza hukukunun giderek siyasallaştığını belirten Yıldırım, Jean-Claude Paye’nin 11 Eylül sonrası ABD’de yaşananları analiz ettiği çalışmasına referansla, Türkiye’de de ceza hukukunun artık toplum üzerinde bir denetim ve cezalandırma mekanizmasına dönüştüğünü ifade ediyor. Yıldırım’a göre, bu yeni hukuki düzende, bireyler “potansiyel suçlu” olarak görülüyor ve hukuk, toplumsal muhalefeti etkisiz hale getirmek için kullanılıyor.
Özellikle “düşman ceza hukuku” kavramına vurgu yapan Yıldırım, hukuk devletinin temel işlevlerinden uzaklaşıldığını ve yurttaşların anayasal haklarının belirsizleştiğini belirtiyor. Savunma hakkının ortadan kaldırılmasına yönelik girişimler, bu sürecin en somut örnekleri olarak gösteriliyor.
Devletin İkizleşmesi: Demokrasi ve İstisnai Rejimlerin İç İçe Geçmesi
Yıldırım, Nicos Poulantzas’ın “devletin ikizleşmesi” kavramını kullanarak, Türkiye’de hem formel demokrasi mekanizmalarının hem de otoriter rejim uygulamalarının bir arada bulunduğunu ifade ediyor. Seçimlerin ve referandumların birer plebisite dönüştüğünü, devletin baskı ve denetim mekanizmalarının toplumu kontrol etmek için seferber edildiğini belirtiyor.
Bu bağlamda, yeni anayasa sürecinin yalnızca başkanlık sistemini pekiştirmekle kalmayacağını, aynı zamanda Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarına uygun bir kurucu belge işlevi göreceğini söyleyen Yıldırım, geçmişteki anayasa değişikliklerinin de genellikle zor yoluyla gerçekleştirildiğini hatırlatıyor.
Yıldırım’ın analizine göre, Türkiye’de iç güvenlik devleti konsepti, hem sermaye sınıfı içindeki çıkar çatışmalarını düzenleyen hem de toplumsal muhalefeti bastıran bir araç olarak şekilleniyor. Düşman ceza hukuku uygulamalarının yaygınlaşması, yeni anayasa süreciyle birleştiğinde, Türkiye’deki otoriter dönüşümün derinleşeceğine işaret ediyor.
Kaynak: Kansu Yıldırım, Evrensel Gazetesi
- Tüketimin Siyaseti: Sermayenin Korkusu ve Boykotun Gücü - 2 Nisan 2025
- Anne Baba Dayanışma Ağı’ndan Tutuklu Öğrenciler İçin Çağrı - 1 Nisan 2025
- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan Boykot Çağrılarına Soruşturma - 1 Nisan 2025