Göç, insanlık tarihinin en eski olgularından biri. Kimi zaman savaşlardan kaçış, kimi zaman daha iyi bir yaşam arayışı… Ancak içinde bulunduğumuz yüzyılda göç, siyasi ve ekonomik krizlerin gölgesinde daha da karmaşık bir hale geldi. 2025 yılı dünya göç gündeminde yeni kırılmaların yaşanacağı bir yıl olacak. Özellikle ABD’de Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi ve Almanya’daki erken seçimler, küresel göç dinamiklerini ciddi biçimde etkilemeye hazırlanıyor.
Trump Dönemi: Duvar Politikalarının Geri Dönüşü
Donald Trump, Ocak 2025’te ikinci kez ABD başkanlık koltuğuna oturduğunda, ilk başkanlık döneminden tanıdık göçmen karşıtı söylemlerine hız kazandıracak. Meksika sınırına duvar inşası, seyahat yasakları ve düzensiz göçmenleri toplu sınır dışı etme projeleri yeniden masaya gelecek.
Ancak Amerikan Göç Konseyi’nden Aaron Reichlin-Melnick’e göre, Trump’ın planlarını hayata geçirmek o kadar kolay değil. “Böylesi devasa bir operasyonun maliyeti ve hukuki engeller büyük bir sorun oluşturuyor,” diyor Reichlin-Melnick. Ancak Trump’ın söylemleri, Amerikan toplumundaki kutuplaşmayı artırırken, göçmen karşıtı politikalar popülist dalgayı körükleyecek.
Bu durum, sadece ABD’nin değil, dünya genelinde yükselen milliyetçi politikaların bir yansıması. Ekonomik krizlerin yarattığı öfke, en savunmasız olan göçmen topluluklarına yöneltiliyor.
Almanya ve Avrupa’da Seçimler: Sıkılaşan Politikalar
BBC’nin aktardığına göre, Şubat 2025’te Almanya’da gerçekleşecek erken seçimler, sadece Almanya’nın değil, Avrupa Birliği’nin (AB) genelindeki göç politikalarını da etkileyecek. Sosyal Demokrat Parti (SPD) zemin kaybederken, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişi dikkat çekiyor.
Göç uzmanı Victoria Rietig’e göre, “Seçimlerden sonra Almanya’da daha sıkı göç politikaları göreceğiz.” Ancak bu yalnızca Almanya’ya özgü bir eğilim değil. AB’nin doğusunda Macaristan ve Polonya gibi ülkelerde göçmen karşıtı politikalar zaten gündemin merkezinde yer alırken, Batı Avrupa’da da popülist sağ hareketler göçmen karşıtlığını siyasi sermayeye dönüştürüyor.
Avrupa Birliği, uzun yıllardır serbest dolaşım anlaşmalarıyla işleyen bir yapı olsa da, bu sistem göç krizleriyle sınanıyor. 2015’teki mülteci krizi, AB içinde ülkeler arası dayanışmanın ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Almanya, o dönem milyonlarca göçmeni kabul ederek bir yandan insani sorumluluğu üstlenirken, bir yandan da iç siyasette büyük tartışmalar yarattı. Şimdi, yaklaşan seçimlerle birlikte Almanya’da aşırı sağın yükselişi, ülkenin göç politikasını yeniden sertleştirebilir.
Ancak mesele yalnızca sınırları kapatmak ya da mültecileri dışlamak değil. Almanya, işgücü açığını kapatmak için nitelikli göçe ihtiyaç duyuyor. Almanya Ekonomi Enstitüsü’nün raporuna göre, 2025’e kadar yılda en az 400 bin nitelikli göçmenin ülkeye gelmesi gerekiyor. Bu durum, Avrupa’nın ekonomik olarak büyümek için göçe muhtaç olduğunu ortaya koyuyor. Ancak siyasi söylemler, ekonomik gerçeklerle her zaman örtüşmüyor.
Avrupa genelinde de durum benzer. Fransa’da Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağ, göçmen karşıtı söylemlerle desteğini artırırken, İtalya’da Giorgia Meloni hükümeti sınırları daha da sıkılaştırmaya hazırlanıyor. Avrupa Birliği Komisyonu ise bir yandan “ortak göç politikası” üzerinde çalışırken, bir yandan üye ülkelerin kendi çıkarlarını gözetmesi nedeniyle bu süreci etkili bir şekilde ilerletemiyor.
Bu bölünmüşlük, göçmenlerin AB sınırlarında çaresizlikle beklemesine yol açıyor. Akdeniz’de yaşanan mülteci trajedileri ve Balkan rotasındaki insanlık dışı şartlar, Avrupa’nın göç krizini yalnızca bir güvenlik meselesi olarak ele aldığını gösteriyor.
Ortadoğu: Suriye’de Belirsizlik ve Geri Dönüş Umudu
Ortadoğu cephesinde ise Suriye’deki siyasi gelişmeler yeni bir dönemin kapısını aralayabilir. BBC’nin aktardığına göre, Beşar Esad’ın Rusya’ya kaçtığına dair iddiaların ardından, milyonlarca Suriyelinin ülkelerine dönüşü konuşulmaya başlandı. Türkiye sınırında uzun kuyruklar oluşturan Suriyeliler, yıllardır uzak kaldıkları topraklarına dönmek istiyor.
Ancak Suriye’nin güvenlik durumu ve gelecekteki yönetimi belirsizliğini koruyor. Uzmanlar, bu dönüşün sürdürülebilir olup olmadığını sorguluyor. Bugünkü koşullar altında, dönüş süreci kalıcı bir çözüm olmaktan çok, yeni bir göç dalgasının habercisi olabilir.
Göçün Yönü: Zengin Ülkeler Arasında Hareketlilik
Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) verilerine göre, son 30 yılda uluslararası göçmen sayısı düzenli bir artış gösterdi. Ancak dikkat çeken nokta, bu hareketliliğin büyük oranda zengin ülkeler arasında gerçekleşiyor olması. IOM Göç Araştırmaları Bölüm Başkanı Marie McAuliffe’in dediği gibi, “Uluslararası göçün büyük kısmı zengin ülkeler arasında yaşanıyor.”
Buna karşın, gelişmekte olan ülkelerden zengin ülkelere göç etmek giderek zorlaşıyor. Avrupa Birliği gibi bölgelerde serbest dolaşım anlaşmaları bir avantaj sağlarken, dünyanın geri kalanında sınırlar her geçen gün daha da sıkılaşıyor.
Küresel Göç Yönetimi ve İnsanlık Onuru
2025, göç politikalarının daha da sertleştiği, sınırların yükseldiği bir yıl olabilir. Almanya ve Avrupa Birliği’nde seçimler, göç politikasını yalnızca bir güvenlik meselesi olarak ele alan popülist partilerin elini güçlendirebilir. Ancak ekonomik ihtiyaçlar, göçmen emeğine olan bağımlılığı sürdürecektir.
Göç olgusu bir kriz değil, insanlık tarihinin doğal bir gerçeğidir. Duvarlar yükseltilebilir, yasalar sıkılaştırılabilir; ancak insanların daha iyi bir yaşam arayışı, tarih boyunca olduğu gibi devam edecektir. Uzun vadeli çözüm, küresel işbirliği ve insan haklarına dayalı adil politikalar üretmekte yatıyor.
Kaynakça:
- Erem, Onur. “Göçün 2025 Gündemi.” BBC Türkçe, Link.
- International Organization for Migration (IOM) raporları.
- Amerikan Göç Konseyi’nden Aaron Reichlin-Melnick’in analizleri.
- Alman Dışişleri Konseyi Göç Merkezi’nden Victoria Rietig’in değerlendirmeleri.
- Almanya Ekonomi Enstitüsü raporları.