Her yılbaşı öncesi, yeni yıl kutlamalarının aslında bir Hıristiyan bayramı olduğu ve bu nedenle kutlanmasının günah olduğu geyikleri, artık, Türkiye’ye özgü bir “Yılbaşı Ritüeli” haline geldi. Aslında bu kısmen doğru da. Çünkü Christmants/Noel, 24-25 Aralık’tan çok önce, her yılın Kasım ayı sonlarında başlayan ve Ocak ortalarına kadar süren bir kutlamalar silsilesi. Doğal olarak, yılbaşı da bu dönemin içerisinde kalıyor. Yılbaşı ve Noel arasında kurulan ilişkiden sadece mütedeyyin Müslümanların değil, mütedeyyin Hıristiyanların da mustarip olduklarını söyleyebiliriz: Tabii, birinciler için sorun bir Hıristiyan bayramının Müslümanlar tarafından kutlanması ve bu kutlamalarda içki içilmesi, eğlenilmesi iken ikinciler, yani Hristiyan dünya açısından sorun, Noel’in dinsel özünün unutulup, doğrudan doğruya tüketim çılgınlığına indirgenmesi.
Hadi, önce şu “noel” kelimesine bir bakalım[1]. Latince “nasci”’nin geçmiş zaman hali, “natus”tan mülhem bir kelime; günümüz Türkçesi’ne de Fransızca’dan gelmiş noel. İsa Mesih’in doğumunu ifade ediyor. Kırmızı başlıklı şişko amcanın adı değil yani. Tabii, bir Noel Baba var; ama o da alışveriş merkezlerindeki o tombul beyaz sakallı amca değil. Asıl Kara Murat, şey Noel Baba, üçüncü asırda Antalya doğmuş olan Nikolas isimli bir din adamıdır. Nikolas bayağı zengin bir ailenin tek çocuğu, sıkı dindar; ayrıca genç yaşta annesi, babasını da kaybetmiş. Babadan kalan mirası din, iman yoluna harcamaya çalışıyor. Yani “Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle” (Matta: 19: 21) kuralını takip ediyor. Nikolos, genç yaşında Myra Episkoposu oluru. Episkopos Nikolas dünyaya, ihtiyaç sahiplerine karşı olan cömertliği, çocuklara olan sevgisi ve denizcilere olan kaygısından dolayı ün salar. Hatta Anadolu coğrafyasının hala kadim siyasal gelenekleri o zaman da devreye girer ve Episkopos Nikolas’ın halka yardım ve iyilikleri cezasız kalmaz. İmparator Diocletian’ın çıkardığı KHK ile 244-311 yılları arasında işinden edilir, hapsedilir, sürgüne gönderilir. Ne zamanki iktidar değişir de Konstantin’in Başkan seçilir, Nikolas da serbest kalır hatta 325 yılındaki İznik Konsili’ne katılır.
Piskopos Nikolas İznik Konsili’nde Arius ya da Ariusçu bir episkoposla tartışması ünlüdür. Bilindiği üzere Arius, İznik Konsili’nde İsa Mesih’in Tanrı’nın Oğlu olduğunu, ancak Tanrı tarafından yaratıldığını, Baba Tanrı’dan alt statüde bir doğaya sahip olduğunu iddia eder. Episkopos Nikolas ise şiddetle bu düşünceye karşı çıkmıştır ve İsa Mesih’in Üçlü Birlik (Baba – Oğul – Kutsal Ruh) olarak tanımlanan Tanrı doğasında Baba ve Kutsal Ruh’la aynı derecede olduğunu savunmuştur. Neyse işte; emr-i hak vaki olur ve Episkopos Nikolas 22 Aralık’ta vefat eder. Katolik, Ortodoks ve Anglikan kiliseleri tarafından önemli bir Aziz olarak kabul edilir. Bazı Avrupa ülkelerinde Aziz Nikolas en çok kullanılan kilise ismi haline gelir.
Aziz Nikolas ile ilgili birçok hikâye anlatılır. En bilineni, kendi köyünde fakir bir adamın üç kızıyla ilgili hikâyedir. O günlerde de bir genç kızın çeyizi ne kadar şatafatlıysa, koca bulması o kadar kolay olurmuş. Çeyizi olmayan kızlar, köle olarak verilir, Flormar Kozmetik Firması’nın fabrikasında üç kuruş paraya, sendikasız ve iş güvencesiz çalışmaya zorlanırlarlarmış. Fakir bir adamın kızı da hiç çeyizi olmadığı için köle olarak satılmak üzere Flormar’da işe sokulmak üzeredir. Bir gün bu fakir adamın evinin penceresinden üç kese altın atılır ve kurumak üzere sobanın önüne konulan ayakkabıların yanına düşer. Bu altın keselerinin Aziz Nikolas tarafından atıldığı ortaya çıkar. İşte bu, şimdilerde çocukların Aziz Nikolas’ın, yani Noel Baba’nın hediyelerini özlemle beklerken uydukları bir gelenek haline gelir.
Normalde 6 Aralık’ta kutlanan Aziz Nikolas Bayramı, günümüzde Batı tarafından İsa Mesih’in doğumunun kutlandığı en önemli dini bayramlardan biri olan Noel’le ve yılbaşıyla birleştirilir. Dolayısıyla Noel, İsa Mesih’in, yani insan bedeni almış olan Tanrı’nın bir bebek olarak dünyamıza gelmesini değil; dünya ekonomisinin canlı kalabilmesi adına herkesin bol bol hediye aldığı yapay bir kültürel öge haline gelir.
İşte size Aziz Nikolas’ın “31 Aralık hanutçusu” Noel Baba’ya dönüştürülüp tüketim kültürünün bir parçası haline getirilmesinin hikayesi; Kuşkusuz yılbaşı, tüketim kültürü ve Hristiyanlık değerleri arasında kapitalizm dolayımıyla kurulan bu dolaysız irtibat dindar Hıristiyanları da rahatsız etmekte. Sözün kısası şu mel’un yılbaşı, uzun zamandan beridir dindarların başının belası: Hıristiyan dindarlar, tüketim-dini değerler; Müslüman dindarlar, alkol/eğlence-“gâvur adetleri vurgusu üzerinden memnuniyetsizliklerini dile getirip dururlar.
Türkiye’de yılbaşı eğlencelerinin yaygınlaşması ile televizyonun orta sınıfların eğlence aracı haline gelmesi paralel bir gelişim seyreder. Televizyonun Türkiye’de yaygınlaşmadığı dönemlerde de basında yeni yıl ile ilgili haberlere, değerlendirmelere hatta reklamlara rastlamak mümkün; ancak bu, o dönemlerde yılbaşının, toplumun geniş sayılabilecek (özellikle Müslüman) bir kesimi tarafından kutlandığı anlamına gelmez. Ama özelikle, DP iktidarı ile birlikte Türkiye’de yaygınlaşmaya başlayan Amerikan yaşam tarzının, yılbaşı kutlamalarını da etkilediği bir gerçektir. Milliyet gazetesinin 25 Aralık 1951 tarihli haberine göre, yaklaşan yılbaşı Beyoğlu piyasasında bir canlanmaya yol açar; gazetenin haberindeki ayrıntı daha da önemli, “Frenk an’anelerinden olan Noel bayramı, son yıllarda bizler tarafından adeta benimsenmiş[tir.]” ****
Yılbaşı kutlamalarına ilişkin 1950’lerde artan ilgi sadece basının abartması olmasa gerek, nitekim, İsmail Hami Danışmend de bu konuda çok dertlidir: “Bizim Avrupayı imrendirmiş muhteşem bir azamet devrimiz vardı… Bazen sarp ve yalçın kayalar üstünde fethi değil, muhasarası bile imkansız kalelerle karşılaşırdık: Böyle vaziyetlerde karşıdaki dağların tepelerinde kurduğumuz izâbe fırınlarında top döküp düşman istihkamını aynı irtifadan vurmak için kaç defa dağ başlarına demir ve bakır külçeleri çıkarttık. Büyük toplarla havan toplarını biz icad ettik… Şimdi biz onların yapmadıklarını yapıyoruz. Örfleriyle adetlerinden sonra ayinleriyle yortularını da taklide başladık… Nihayet işte bu hale geldik.” 1950 başlarında halkın yılbaşı kutlamalarına ilişkin artan bu ilgisini, isterseniz Danışmend’in diliyle değil de, erken cumhuriyet döneminin diliyle “muasır medeniyete ulaşma yönünde atılan bir hamle”, isterseniz de dönemin yeni iktidarının (DP’nin) diliyle “küçük Amerika” olma hedeflerine ulaşmada bir merhale olarak okuyun, pek bir şey değişmez; 50’lerden, hatta bir kamu kurumu olan Milli Piyango’nun yılbaşı çekilişlerinin erken Cumhuriyet döneminin sonlarına rastladığını dikkate alarak 40’lı yılların ikinci yarısından bu yana, Türkiye’de yılbaşı kutlamaları oldukça siyasal bir mevzudur; din, resmi ideoloji, geçmişten günümüze her daim yılbaşını kurcalamayı ve buna siyasal/dinî bir anlam yüklemeyi çok sever.
1964’ün bitmesine 10 gün kala, Milliyet gazetesinin hafta sonu ekinde yazan Nazan Yeşim, “dönemin ruhu”nu çok güzel yansıtır. Yeşim, yazısına, yılbaşı sofralarını hazırlarken “Senede yalnız bir defa kutlanan bu gece hayli uzun sürdüğü için içkileri ve çeşitli yiyecekleri sofrada bol bulundurmak şarttır.” ikazı ile başlar. Yazara Kars’ta mektupla ulaşan Gülbahar Cankat isimli Hanımefendi, yılbaşında evine yirmi kişilik bir davetli topluluğunun geleceğini ve “…soğuk büfe” yapmak istediğini belirterek Nazan Hanım’a başvurur. Yazarımız, gazetedeki köşesinden uzun uzun okuyucusunu tenvir eder.
1960’lara gelindiğinde, yılbaşı kutlamaları sıradanlaşmış, artık kanıksanmış hale gelmiş olsa da, yine de tam anlamıyla kitleselleşememiş; ciddi bir ekonomik pazar haline gelememiştir: Bunun için televizyona, televizyonda dansöze ve dansözün oynamasına izin verecek bir darbeciye gereksinim vardır. Nitekim, 1980’lerde rejimin siyasal karar alıcılarının yılbaşına dokunuşları “takdire şayan”(!) olacaktır.
Türkiye bir yılbaşı eğlencesi olarak “dansöz” ile aslında 1980’lerden önce tanışır. Unutmamak lazım ki, 1955 yılbaşında Taksim Belediye Gazinosu’nda tertiplenen eğlencede Oryantal Dansöz Türkan Şamil de sahne almaktadır. Ancak, oryantal dansözlerin lüks otel ve gazino müşterilerinin maslarında raks etmeyi bırakıp, televizyon ekranlarına sıçradıkları tarih 31 Aralık 1980’dir.
12 Eylül darbesinden henüz iki buçuk ay sonra TRT’de, 19:20’de başlayan Yılbaşı Özel Programı’nda, dansöz Nesrin Topkapı’nın gece yarısından sadece beş dakika sonra ekranlara arz-ı endam ederek 15 dakika dans etmesi, bu açıdan bir milat olarak kabul edilebilir. Bu uygulama uzun süre devam edecek; yıllar içerisinde dansöz sayısı artacak, süre uzayacak, hatta dansözlerin kıyafetleri(nin ne kadar açık olup olmayacağı) bile basının en önemli magazin malzemesi olarak kullanılagelecektir.
Lakin artık günümüzde –moda tabirle- dansöz “out” Sadece dansöz mü? Yılbaşı kutlamak da “out”. Artık 31 Aralık gecenizi, ya 80’lerin dansözlerini bile sevgiyle anmamıza vesile olan pespaye programları izleyerek, ya da ne biliyim, eski mezar taşlarının üzerini okuyarak vb. geçirirsiniz. Olmadı mı? O zaman 31 Aralık tam 00:00’da, Kadir Mısıroğlu’nun 10 Kasım sabahı yaptığı etkinliği taklit eder, def-i hacet ile neşenizi bulursunuz.
Boşverin siz bunları. Siz siz olun, Hristiyan ve Müslüman softalara inat, kurun sofranızı, sarılın sevdiklerinize ve mutlu bir yıl dileyin herkese.
[1] Aziz Nikolas ve Noel ile ilgili bilgilere, www.kutsalkitap.org sitesindeki bilgilerden ulaştım.