Düşman kardeşler: Duygu ve akıl – Ali Rıza Gelirli
İnsanlar bebek olarak doğarlar; şayet başlarına bir kaza gelmemişse ya da ölümcül bir hastalığın pençesine düşmemişlerse, giderek bebekleşerek de ölürler. İskenderiyeli Clementus hayatı bir yola benzetir: Bu yol boyunca, aile, site, kabile, ulus denilen bir takım hanlarda konaklamamız gerekir.
İnsan önce sanatı keşfetti; sanat sonra yazıyı doğurdu. Büyüyü öğrendi; büyücülükten bilimin ilk taslağını… Sevdi, âşık oldu. Aşkına nesne olanı mülkiyetine geçirmek istedi. Bütün bu yürüyüş boyunca onu yalnız bırakmayan iki durum söz konusuydu; o durum, duygu ve akıldan başka bir şey değildi.
İnsanı çevreleyen, yöneten, içine hapsolduğu görünmez duvardır bir anlamda akıl. Geleneksel değerler, içinde bulunulan kültür, aklı besleyip güçlendirir, zayıflatır, esnetir bazen de katılaştırır. Akıl ”şimdi”ye pek yüz vermek istemez, onun ilgi alanı genellikle ”yarın”dır. Duygu ise içimizdeki canlıdır; kimilerinde hareketsizdir. Yarın onun ilgi alanının uzağındadır; hep şimdiyle ilgilenir, yeter ki canlılığını kazansın. “Hayatın içinde kesilmiş bir ağaç gibi hareketsiz yatarken birden dirildiklerini görürsünüz”. Akıl duyguyu hep bastırmak eğilimindedir, onun, o kalın kabuklu kozasından dışarı çıkmasını istemez. Duyguyu yönetmek ister. Duygu, zaman zaman kendini çevreleyen aklı kendisi sanır, uysal bir köle gibi boyun eğer. Daha sonra kendisi sandığı aklın, düşmanı olduğunu anladığında, içindeki canlıyı keşfeder. Bu nasıl bir motivasyondur ki, onu akla karşı çıkmaya iter. Bunu sağlayan pek çok motivasyon olabilir elbette; ama bu motivasyonların en güçlüsü aşktır. Korkunç (!) bir motivasyondur o. Aklın matematiğini altüst eder. Bütün ölçme ve değerlendirme sistemlerini değiştirir insanın. Aklın bütün kurallarını, kendini sınırlayan bütün yasaları elinin tersiyle iter bir tarafa.
Aklı ve duyguyu uzlaştıran, aynı düzlemde buluşturan faaliyet de yok değildir tabii. Benim birer yeryüzü tanrısı gibi gördüğüm yazarlık faaliyeti… Sadece yazarlar buluşturabilir onları aynı düzlem üzerinde. Büyük insanlardan söz edilecekse,, insanlık “büyük” olacaksa, bu yazarlar sayesinde olacak, bundan en ufak bir kuşkum yok. Zira, ancak onlar o küçücük harfleri yan yana dizerek, duygularıyla çiçek yaparlar; geceyi gündüz yaparlar; ağıt yakarlar; sevinç, mutluluk yaparlar. Akıllarıyla da dünyayı yeniden yaratabilirler. Silah da yapabilirler tabii; kötülüğü, iyiliği anlatmak için. Aklı ve duyguları kılıktan kılığa kim sokabilir ki onlardan başka. Dünya bir gün kurtulacaksa, onun “kahramanı” yazarlar (elbette şairler de) olacak. Akıl ve duyguyu başka kim uzlaştırabilir…
Peki şimdi bize gerekli olan ne? Şimdiyi mi istemeliyiz, yoksa yarını mı? Buna insanın temel(!) çelişkisi desek mi!? Akıl yarına âşık, duygu ise şimdiye; ne olacaksa hemen olsun istiyor. Ertelemek, hoş olmayan/bayat bir fikir duyguya göre. Yarını isteyen aklın esiri; şimdiyi isteyen duygunun… Bu iki insanlık durumunun dengede durduğu nadir anlar ve insanlar vardır herhalde. Aklın sesine kulak verip kahrolmak da mümkün; duyguya önem verip üzülmek de. Yani hiç birinin mutluluğu garanti edebilen bir formülü yok. Ama insanın delirmesine neden olan şey, aklın duyguyu bastırmasından başka bir şey değil. Akıl denen şeyin duyguyu bastırması, ona yaşam hakkı tanımaması, aklın yüceltilmesi, duygunun kenara itilmesi…
Öyle bir an gelir ki, aklın içine gömülen duygu, her bünyede durduğu gibi durmaz. Parçalar durduğu yeri, kendini çevreleyen o kalın, görünmez duvarı. Yeri gelir, vücudun ve ruhun tüm bütünlüğünü yıkar, kırar, bozar. Duygu denen insanlık durumu, hayatın kötülüğe bakan yüzüne de, iyiliğe bakan yüzüne de yakındır aslında. Öyle köşeye fazla sıkıştırılmaya da gelmez.
Aslına bakılırsa, ne kadar aklı başında olduğumuz, ne kadar “deli” olduğumuza; ne kadar “deli” olduğumuz, ne kadar aklı başında olduğumuza bağlıdır. “Aklıbaşındalık” da tartışmalı bir konudur; abratılmamalıdır. Gerçi delilik de, aklı başındalık da toplumdan topluma, kültürden kültüre değişen bir şeydir.
Duyguya da, akla da haksızlık yapmadan, “kötü yola” düşürmeden nasıl yaşanır öğrenebilecek miyiz bilmem. Ama şunu söylemeden geçmeyeyim; hangisi sizde; insana, doğaya, kısacası yaşama dair her şeye şefkat hissi veriyorsa oraya yakın olmalı.
Nereden bakarsak bakalım duygu kendini hep parlak bir zekâ gibi sunar karşısındakine, karşılaştığı herkesi olağanüstü etkiler. Onun menziline giren herkesin soluğunu keser. Naiftir. Kırılgandır. İçimizdeki canlıdır o.
Akıl mı, onu hiç sormayın. İktidar peşinde koşar. Cansız ve mekaniktir. Akıl, kendini tanrının eli yerine koyar. Dokunduğu her şeyi “en değerli” kılar!
Egosunun hacmi ölçülemez.
Bir gün, birbirlerinin kölesi olmadan yaşadıklarını görebilsek ne hoş olur değil mi?
Hayat yolunda; ne iktidar, ne köle…
Olur mu dersiniz?
- El Yapımı Güzellikler - 17 Kasım 2023
- CHP Ya da Arzuları Siyasallaştırmak - 8 Kasım 2023
- Pişmanlığın Felsefesi - 2 Kasım 2023