Dost olması gerekenler arasında bir tartışma

9 Temmuz’da Facebook sayfamda ÅŸu notu yazmıştım:
 
Herhalde, “Adalet yürüyüşü”nün bitiminde Maltepe’de yapılan mitinge en az 3 milyon kiÅŸinin katılması, CHP’ni yanlış yerden, olmaması gereken yerden eleÅŸtiren “süper solcular” ve “sol” çocukluk, daha doÄŸrusu saÄŸ çocukluk hastalığı çekenler için iyi bir ders olmuÅŸ olmalı. Tabii eÄŸer bunu anlayacak zihin kapasitelerini hala muhafaza ediyorlarsa. Bugün Türkiye halkının çok geniÅŸ bir bölümü, özellikle 2011’den bu yanaki uygulamalarıyla haklı bir hoÅŸnutsuzluk ve nefretin hedefi haline gelmiÅŸ olan Ä°slami-faÅŸist rejime, giderek artan ölçüde karşı çıkıyorlar. Bu yürüyüş, açığa çıkma fırsatı bulamamış olan iÅŸte bu hoÅŸnutsuzluk ve öfkenin bir dışavurumuydu. Gerçek devrimci güçlere düşen görev, bu vesileyle ortaya çıkan bu potansiyeli -kararsızlık, uzlaÅŸma ve ihanet eÄŸilimi sergilenmesi gereken- CHP’nin güdümü ve etkisinden kurtaracak birleÅŸik bir devrimci cephenin etki alanına çekmektir. Bununsa, makalelerle ve bildirilerle deÄŸil, kitlelerin eylemi içinde olacağı açık olmalı. Åžimdi iÅŸ bu görevin nasıl ve hangi araç ve metotlarla yaÅŸama geçirileceÄŸi üzerinde kafa yormaktır. Bunun için ise, geleneksel sekter anlayışlardan kesinlikle uzak durmak ve AKP faÅŸizmini hedef alan bir ortak mücadele çizgisini formüle etmek gerekiyor.
 
                                                *        *        *        *        *
 
Bu yazdıklarıma, çoÄŸu olumlu olmak üzere çeÅŸitli yanıt ve tepkiler geldi. 10 Temmuz’da haksız gördüğüm bazı tepkilere karşılık vermek için ÅŸu notu yazdım:
 
“Haddini iyi bilen bir insanım. Hem de buralarda yazanların yüzde 99’u kısa pantalonla gezerken devrimci düşünceleri benimsemeye baÅŸlamış biri olduÄŸum halde böyleyim. Ama haddimi bilmem, hadlerini bilmeyenlere hadlerini bildirmeme de hiçbir zaman engel olmamıştır. Dolayısıyla iyi bilmediÄŸim ya da emin olmadığım konularda kalem oynatmayı sevmem. Ama dahası var: Hiçbir ÅŸeyden haberi olmadığı halde, hem de yazılanları okumadan, onları anlamadan ve bunlar üzerinde düşünmeden bir ÅŸeyler karalamaya çalışanlara normal koÅŸullarda yanıt vermem. Fakat bazı yaygın yanılgıları düzeltmek gerekiyor. ÖrneÄŸin ÅŸu bayrakla yürüme olayı. 15-16 Haziran 1970’de Türkiye’nin en büyük ve en militan işçi eylemi gerçekleÅŸti. Ä°ki gün boyunca Ä°stanbul ve Ä°zmit’te devlet otoritesi silindi. Ama bunu yapan işçiler Türk bayraklarıyla yürümüşlerdi. Burası Türkiye. Tarihsel olarak Türk halkının -16. ve 17. yüzyıldan bu yana- güçlü bir direniÅŸ ve kavga geleneÄŸi yok, olmamış. Türk milliyetçiliÄŸi ve ÅŸovenizminin etkisi güçlü. O halde kitle eylemlerine bu tarihsel arkaplanın rengini vermesi çok tuhaf deÄŸil. EÄŸer sınıf bilinci sınıf mücadelesi içinde geliÅŸecekse, ki öyledir, o zaman kitleye eylem içinde deÄŸiÅŸme ve devrimcileÅŸme ÅŸansı vermek gerekir. Lenin’in ÅŸu sözünü unutmamak gerek: “Gerçek siyaset milyonların olduÄŸu yerde baÅŸlar.”
 
Bundan sonra ne olacağı yolundaki sorulara yanıt vermeye kalkışmak, benim, yukarda sözünü ettiÄŸim “haddini bilme” ilkeme uymaz. Ama bu ülkede bir devrim yaÅŸanacaksa, bunu yapacak insanlar baÅŸka ülkelerden ya da gezegenlerden gelmeyeceklerine göre, VAROLAN devrimci insan potansiyelinin içinden çıkacaklar. Bu devrimci insan potansiyelinin tümü deÄŸilse de önemli bir bölümü iÅŸte bu devrimci grupların içinde bulunuyor. Bu sorunu doÄŸrudan doÄŸruya sahada olan insanlar ve güçler konuÅŸmalı ve belki de Halkların BirleÅŸik Devrim Hareketi türünden bir yapıyı Türkiye sahasında kurmayı düşünmeliler. Tabii bunun için öncelikle, PKK’ya endeksli politika gütmek yerine, bağımsız devrimci politika gütmek ve Türkiye devriminin sorunları üzerinde ciddi bir biçimde kafa yormak gerekiyor.

CHP’nin böylesi bir taktik ya da belki de strateji deÄŸiÅŸikliÄŸine gitmesinin nedeni tartışılabilir. Ancak bunun, -bu pek de sevmediÄŸim sözcükle- bir gaz alma operasyonu olduÄŸu kanısında deÄŸilim. Bence RTE kliÄŸinin rotası Türkiye’yi çok-yanlı bir çöküşe ve parçalanmaya götürüyor. Daha çok Ä°stanbul büyük burjuvazisinin temsilcisi olan CHP, Türkiye burjuvazisinin geniÅŸ bölümlerinin stratejik çıkarlarına ters düşen bu gidiÅŸatı durdurmaya, yani devletin çöküşünü ve tabii bizzat kendisinin hedef alınmasını önlemeye çalışıyor. Bugün bizim açımızdan önemli olan, BAÅž DÜŞMAN konumundaki AKP gericiliÄŸine karşı kavgaya öncelik vermeyi asla unutmaksızın, bu çekiÅŸmeden yararlanmak olmalı. Unutmayalım: Ekim Devrimi, Birinci Dünya Savaşı sırasında emperyalist devletler arasındaki çekiÅŸmeler sayesinde oldu ve ayakta kalabildi. Halk Demokrasilerinin kurulması ve Çin Devrimi, Ä°kinci Dünya Savaşı yıllarında faÅŸist kamp ile anti-faÅŸist kamp arasındaki çekiÅŸmeler sayesinde olabildi.
 
                                                           *        *        *        *        *
 
Levon Terziyan 10 Temmuz’da ÅŸu notu yazdı:
 
Garbis Hocam, mitinge belirttigin gibi 3 milyon kisi katılmamış. CHP’liler sayıyı 1 buçuk milyon veriyor AKP’liler ise daha aÅŸağı bir rakam veriyor… Ben bu rakamlardan öte ülkedeki 2 buçuk milyon Suriyeli’ye dikkat çekmek isterim. Bu insanları örgütlemek CHP’nin senelerdir statükoculuk yapan kitlesini örgütlemekten daha kolaydir. 90’larda Kürt coÄŸrafyasında artan savaÅŸ ve köy boÅŸaltmalarla birlikte Kürtler topraklarını terkedip Batı’ya yerleÅŸmek zorunda kalmisti. Åžu an savaÅŸ nedeniyle ülkesini terkeden Suriyeliler Türkiye’de ucuz iÅŸ gücüyle atölyelerde asgari ücretin çok altında adeta köle gibi çalistirilmakta. 90’larda Kürtler üzerinden gerçeklestirilen ÅŸovenist söylemler bugun Suriyeli mülteciler üzerinden de devam etmekte… Gezi’de halk muazzam bir direniÅŸ gosterdi; ama Sol bunun kıymetini bilmedi. Türkiye Solu’nun bugün bir önderlik problemi var. Bu sorun çözülmediÄŸi sürece kitleler örgütlenemez.
 
10 Temmuz’da Levon’a yanıt olarak ÅŸu notu yazdım:
 
Levon’un, ağırlıklı olarak Sünni Müslüman olan Suriyeli mültecilerin devrimci potansiyeline iÅŸaret etmesi genelde olumlu. Ancak, Ä°slami terör gruplarının bu kitlenin içinde belli bir destek bulduÄŸu da unutulmamalı. Tabii Türk burjuva devletinin bu kitleyi hem anti-Alevi, anti-Kürt planları, yani demografi mühendisliÄŸi için kullanmaya ve hem de Türk ÅŸovenizminin hedefi haline getirmeye çalıştığı da. Dünya deneyimi; düzenli ve istikrarlı bir konumu olmayan bu en çok ezilenlerin/ en alttakilerin radikal eylem biçimlerine yatkın olduÄŸunu, ama savrulmalara açık olan bu katmanların, siyasal manipülasyonlara da açık olduÄŸunu, hatta gericiliÄŸin vurucu gücü haline gelebileceÄŸini gösteriyor. Özellikle güçlü bir devrimci bilinç ve örgütlülüğün olmadığı koÅŸullarda. Ben devrimci hareketin, önemli bir büyüklük oluÅŸturan bu kitleye dönük bir stratejik yaklaşımı olması gerektiÄŸine, son kitabımda deÄŸinmiÅŸtim. Bu kitlenin halihazırda devrimci fikirlere çok açık olmadığını, ancak zamanla böyle bir devrimci potansiyel edinebileceklerini söyleyebilirim. Ancak Levon’un, “Müslümandan devrimci olmaz” (doÄŸrusu, Müslüman’dan “anti kapitalist” olmaz” olacak- G. A.) deme noktasından buraya doÄŸru gelmesi sevindirici.
 
                                             *        *        *        *        *
 
Cem Gültekin 10 Temmuz’da ÅŸu notu yazdı:
 
Garbis Hocam, cevap vereceÄŸinizi umut ederek bir soru sormak istiyorum.
“……Gerçek devrimci güçlere düşen görev, bu vesileyle ortaya çıkan bu potansiyeli CHP’nin güdümü ve etkisinden kurtaracak birleÅŸik bir devrimci Cephenin etki alanına çekmektir” diye yazmışsınız. Bağımsız devrimci bir cepheyi ve bunun politik duruÅŸunu geçtim, legal, illegal, açık veya gizli ya da bunların hepsini bir arada yürüttüğünü iddia edenlerin kendi kadro güçleri, kitleleri harekete geçirebilme veya harekete geçmiÅŸ kitleleri kendi politik hatlarına çekebilme yetenekleri ve güçleri (bence) ortada iken, Adalet yürüyüşünün kendisi kendiliÄŸinden ortaya çıkmış bir kitle hareketi deÄŸil iken (bir siyasal partinin CHP ve liderinin önderlik ettiÄŸi ve yarattığı bir niteliÄŸe sahipken) finaline milyonlarca kiÅŸinin katılımını saÄŸlamış bir siyasal hareketin CHP nin ve liderinin etkisinden yine bu güçlerce kurtarılacağı bir paradox deÄŸil midir? (Ortada verili somut durum üzerinden deÄŸerlendirme yaptığımızda. Lenin’in bir BolÅŸevik örgütü (ki bu örgüt o veya bu biçimde kitlelerle baÄŸ kurabilen ve örgütleyebilen yeteneÄŸe sahipti, daha da önemlisi birlikte eylem geliÅŸtirdiklerinin nasıl tepkiler göstereceÄŸini kitlelere anlatan bir bağımsız ve devamlılığı olan politik ajitasyon ve propagandası vardı…) Bunlara sahip olmayan “biz”lerin bu yürüyüşle milyonları bir araya getirmiÅŸ CHP ve KılıçdaroÄŸlu algısına sahip onun hareket alanında kalan onun etkilediÄŸi kitleleri (bu milyonluk mitingle üzerindeki olumlu etkisini artırmış olduÄŸu gerçeÄŸi ile) hem bu etkiyi yaratmasına destek sunarak onun etkisinden nasıl çıkarabiliriz?

10 Temmuz’da Cem’e yanıt olarak ÅŸu notu yazdım:
 
Åžu büyük yanılgıyı da düzeltelim: BUGÃœN, yani 2017 yılında, Ä°ttihat ve Terakki’nin ve 1920’lerin ve 1930’ların Kemalizminin gerici ve kıyımcı geleneÄŸini kim, hangi akım temsil ediyor? Bu geleneÄŸi BUGÃœN, öncelikli olarak CHP deÄŸil, AKP ve ona yedeklenen “ulusalcı” akımlar temsil ediyor. CHP’nin gerici, karşı-devrimci ve devlet-yanlısı/ devletçi bir parti olması, CHP’nin kitleler ve hatta devrimci birey ve çevreler üzerindeki etkisine karşı ideolojik ve siyasal mücadele gereÄŸi vb. faktörler bu gerçeÄŸi deÄŸiÅŸtirmiyor. Bir CHP iktidarı DA büyük burjuvazinin ve Türk gericiliÄŸinin iktidarı olacak elbet. Ama böyle bir iktidar, büyük ihtimalle,
a) bugünkü gibi tüm yetkileri keyfi bir biçimde kendi elinde toplayan bir kişinin tekelinde olmayacak,
b) hukuku bugünkü gibi ayakları altına almayacak ve yargıyı bir kişinin buyruklarının kölesi haline getirmeyecek,
c) basını, radyoları ve TV kanallarını bütünüyle kendi denetimi altına almayacak ve kapsamlı bir sansür uygulamayacak,
d) Panislamist ve yeni Osmanlıcı hayaller peşinde koşmak suretiyle Ortadoğu halklarının kanını akıtmayacak, 
e) halihazırda Türkiye içinde örgütlü olan IŞİD, El Nusra gibi İslami-faşist gruplarla gizli bir koalisyon kurmayacak,
f) kadınları eve hapsetmeyecek, çocuk doğurma makinası saymayacak ve insanların yaşam tarzına karışmayacak,
g) ülkenin eğitimini dinselleştirmeyecek ve İmam Hatip Liseli cahil takımının eline bırakmayacak,
h) gerici dinsel tarikatların yaşamın her alanında boy göstermelerine destek vermeyecek,
i) sendikaları ve kitle örgütlerini bir ölçüde rahat bırakacak,
j) sanata, kültüre, edebiyata ve aydınlara düşman bir tutum almayacak.
 
Yani özetle, gerici de olsa bir CHP iktidarı, kırık dökük de olsa burjuva-demokratik hakların bir ölçüde işlediği ve kullanıldığı bir rejim olacak. Böylesi bir rejimin; işçi sınıfının, Kürt halkının ve diğer ezilen/ sömürülen sınıf ve katmanların hak alma ve devrim kavgası için bugünkü faşist rejime kıyasla daha ya da çok daha elverişli olduğu tartışma götürmez. Herhalde ancak karacahiller, her ikisinin de Alman tekelci burjuvazisinin çıkarlarını temsil ettiği olgusundan hareketle 1933 öncesinin Weimar rejimi ile 1933 sonrasının Nazi rejimi arasındaki farkın herhangi bir önem taşımadığını ileri sürebilirler. Zaten Marksistlerin burjuvazinin egemenliğinin aldığı biçimler arasındaki farkı önemsiz görme gibi bir anlayışı da asla yoktur ve olamaz.

Cem Gültekin’in sorusuna verebileceÄŸim doÄŸru dürüst bir yanıtım yok. Bugünkü haliyle Türkiye devrimci hareketinin durumu gerçekten de içler acısı. Ama büyük toplumsal altüst oluÅŸlar, hem kitlelerin ruh halini beklenmedik bir biçimde ve tempoda deÄŸiÅŸtirebilirler ve hem de devrimci güçlerin kendilerini bir dönüşüme zorlar ya da toplumun yeni devrimci güçler doÄŸurmasını kışkırtabilirler. SokaÄŸa dökülen kitlelerin, kendi denetiminden her an çıkabileceÄŸini düşünen CHP yönetiminin, yarattığı beklentilere yanıt veremeyecek olması, bu ortamı deÄŸerlendirme ferasetini gösterebilecek devrimci özneler için bir ÅŸans kapısı olabilir. Bu arada Türkiye’nin bir “aşırılıklar ülkesi” olduÄŸunu da aklımızın bir kenarında tutmamızda yarar olabilir. Tabii Türk halkının devrimci geleneklerinin güçlü olmadığını ve bunun da aşırı bir iyimserliÄŸe kapılmamızı engellediÄŸini unutmamak kaydıyla. Ama dünya tarihine baktığımızda da gerçek devrimlerin çok seyrek rastlanan olgular olduÄŸunu görürüz.
 
                                                   *        *        *        *        *
 
10 Temmuz’da haksız gördüğüm baÅŸka bazı eleÅŸtirilere karşılık vermek için ise ÅŸu notu yazdım:
 
Burada beni Kemalist olmakla, hatta Ä°ttihatçılara yakın durmakla ve hatta birilerinden mevki ve koltuk beklemekle suçlayan okurlar oldu. Åžimdiye kadar mevki ve koltuk peÅŸinde olmadım ve 70 yaşımdan sonra da böyle bir istek duyacağımı sanmıyorum. Bu okurların daha çok Kürt ulusal hareketine yakın olduklarını tahmin ediyorum. Onların bu zavallı saptamalarına gülmek mi, yoksa bunları yapanların haline aÄŸlamak mı gerektiÄŸini kestiremiyorum. Belki her ikisini birden yapmak gerek. Okuduklarını anlamaktan aciz, Marksizmden ve dahası ulusal hareketin kendi düşünce ve açıklamalarından bile habersiz olan bu kiÅŸilerin söylediklerinin hiçbir önemi yok. Ancak buradaki genel okur kitlesinin bilmesi için ÅŸunları söylemek isterim: Ben en yakınlarını 1915-16’da yitirmiÅŸ bir insanım. O sırada 9 yaşında olan babam, babası ve amcalarının kendi gözlerinin önünde öldürülmesine tanık oldu. Anne tarafından dedem, deÄŸirmenci olduÄŸu için saÄŸ bırakıldı; ama tüm kardeÅŸleri vb. gene gözlerinin önünde öldürüldü. Ama ben bu yaÅŸanan trajediyi benim siyasal tutumumun oluÅŸumunda belirleyici görmüyorum. Herkes, kendi günahı ve sevabıyla yargılanır ve herkes kendisinden ve kendi yaptıklarından sorumludur. O baÄŸlamda ise ÅŸunu söylemem gerekir.

Ben daha 1971-72’de Kemalizmi ve Ä°ttihat ve Terakki çetesini sıkıyönetim mahkemesinde yaptığım siyasi savunmada mahkum ettim. Benim onlarca yıldır yazdıklarım ve söylediklerim de Kemalizm ve Ä°ttihatçılık konusunda nerede durduÄŸumu göstermeye yeter. Kasım 2016’da yayınlanan kitabımın (Osmanlı ve Türkiye Tarihine Bakışlar) “Mustafa Kemal, Anti-Emperyalizm ve ‘Ulusal KurtuluÅŸ’ Savaşı” baÅŸlıklı VII. Bölümünde -ve kitabın diÄŸer bazı bölümlerinde- Kemalizme iliÅŸkin görüşlerim bir kez daha, bilimsel temelleriyle ve daha ayrıntılı biçimde konmuÅŸtur.

EÄŸer bu okurlar Kemalist görmek istiyorlarsa öyle uzaklara deÄŸil, kendi yakınlarına, kendi liderlerine bakmalı, onların yazdıklarını ve açıklamalarını gözden geçirmeliler. Ulusal hareketin liderleri bir kez deÄŸil, beÅŸ kez deÄŸil, onlarca kez Türk devletine Türk-Kürt ittifakı önerisi götürdüler, “bin yıllık Türk-Kürt kardeÅŸliÄŸi”nden dem vurdular. Bunu pekiÅŸtirmek için Alpaslan’la birlikte Bizans’a karşı savaÅŸlarını örnek gösterdiler. Alevi ve Åžii katili Yavuz Sultan Selim’le birlikte Ä°ran’a vb. karşı savaÅŸlarını örnek gösterdiler. Ve tabii, 1919-22 yıllarındaki Türk “ulusal kurtuluÅŸ” savaşında Mustafa Kemal’le omuz omuza savaÅŸmalarını örnek gösterdiler. Türkiye Cumhuriyeti’ni “Türklerle birlikte kurmak”la övündüler. Daha da beteri bu liderler, Osmanlı-Türk gericiliÄŸiyle yapılan bu iÅŸbirliÄŸini, hem de Sünni Ä°slam temelinde bir iÅŸbirliÄŸini, daha doÄŸrusu suç ortaklığını bugüne de taşımak istediklerini gene pek çok kez açıkladılar. Demek ki herkesin aÄŸzından çıkanı kulağı duyacak biçimde davranması, düşünerek konuÅŸması ve yazması kendileri için çok daha hayırlı olacaktır.