Veysel Amca

“Hadi Veysel Amca’yı yaz” diyor gazeteci arkadaşım; 

“Şu ‘Zulmün arşa geldi’ diye haykıran Veysel Amca’yı yaz.”

Az önce Adalet mitingi hakkında konuşmuşuz. Aynı şeyleri düşündüğümüz, aynı kaygıları taşıdığımız, hayata aynı pencereden baktığımız halde… 

Ben onu fazla iyimser bulmuşum, o beni fazla karamsar. 

O “Bunca kötü şeyin ardından nihayet bu kadar güzel bir şey oldu, bırak da biraz sevinelim” demiş. 

Ben “Önünü ardını düşünmeden yaşadığımız önceki büyük sevinçlerin sonrasında başımıza gelenleri unutmayalım” demişim. 

O ısrarla “Bunca kötü şeyin ardından nihayet bu kadar güzel bir şey oldu, bırak da biraz sevinelim” demiş yine.

Ben, bunca zamandır beğenilmeyen, eleştirilen, üzerine ölü toprağı dökülmüş gibi görünen muhalefetin herkesi büyüleyen bu beklenmedik ve kusursuz ve muhteşem atağını hiç sorgulamadan, olağanmış gibi kabul edemediğimi anlatmışım. 

CHP’yi düne kadar yerden yere vuranların birden saf değiştirip yıllardır muhalefetin önemini savunan benim gibilerden bile öte bir heyecana kapılmasının analizini yapmayı önermişim.

Bu heyecanın ömrü ne kadar sürer? Etkisi neye dönüşür? Çıtayı bu denli yükselten muhalefet bundan sonra nasıl bir yol izler de kalabalıklar üzerindeki etkisini ve cazibesini korur diye sorarken bulduğum cevapların gölgesinde yine biraz üşümüşüm. 

Sonra şüphenin kıymetini konuşmuşuz; bu konuda hemen anlaşmışız ama sonuçta o yine umuda varmış, ben karamsarlığa. 

Ve bundan sonra olacaklar hakkında karşılıklı atıp tutmuşuz bir süre daha… 

Derken yorulmuşuz. 

O “Veysel Amca’nın görüntülerini seyret. Sonra da otur Veysel Amca’yı yaz sen!” demiş ısrarla. 

Neticede kucaklaşıp ayrılmışız. 

Şimdi ben Veysel Amca’yı seyrediyorum, tekrar ve tekrar ve tekrar… 

Elinde bayrak, boynunda oğlunun fotoğrafı, kameralara konuşuyor. 

Yıllarca oy verdiği iktidarın gaddarlığını, adaletsizliğini anlatıyor. Oğlu gibi, hiçbir şeyden haberi olmayan gencecik askeri öğrencilerin nasıl kandırılıp darbeye alet edildiğini, sonra da hapislere tıkılıp bir yıldır iddianame bile olmadan içerde tutulduğunu anlatıyor. 

“Yanlış yapıyorsunuz” diyor titreşimi an be an artan sesiyle… 

“Ben bu çocukları size yedirtmeyeceğim” diye haykırıyor gözyaşları içinde. 

“Nerede bunun Müslümanlığı” diye isyan ediyor. 

“Neyi düzelttin, bu çocukları 12 aydır içeride tutuyorsun. Neyi düzelttin göster bana!” diye çığlık atıyor.

“Ben FETÖ’cü değilim, ben katil değilim. Bana ‘Katilsin, FETÖ’cüsün, hainsin’ diyorsun, ben bu durum karşısında sana ‘Evet’ oyu mu verecektim!” diye dünyayı inletiyor. 

Hepimizin yerine… Hepimizden daha yüksek bir sesle. 

Onun cümleleri bizim aramızda konuştuklarımızın, muhalefetin meydanlarda dillendirdiklerinin, gazetelerin, kitapların yazdıklarının çok ötesinde… 

Kapısına dayandığı saraydan polis nezaretinde kapı dışarı edilen ve Kılıçdaroğlu ile birlikte ta başkentten İstanbul’a yürüyen, bir zamanların AKP’lisi beş çocuk babası Veysel Amca… 

Arkadaşımın umudunun da benim tedirginliğimin de çok ama çok üzerinde net ve keskin bir yerde… 
Biz hâlâ kim olduğumuzu, kaç kişi olduğumuzu anlamaya çalışırken, o hem kim olduğunu biliyor hem de bir başına dünyanın bütün alanlarını doldurup taşırıyor. 

Hepimizin ihtiyacı olan en net ve samimi manifesto bu üzgün ve öfkeli adamın hırpalanmış kalbinden yükseliyor. 
“Adaleti sağlayacağız ve o saraya eninde sonunda gireceğiz biz!” diye hepimizden daha yüksek bir sesle haykırıyor Veysel Amca. 

“Çünkü zulmün arşa geldi!” 

Çünkü zulmü arşa geldi!