21.yüzyılın başında teknolojiye olan inancımız neredeyse sınırsızdı. Dijital devrim, bilgiye erişimi demokratikleştirecek, toplumsal refahı artıracak ve insanlığı daha özgür kılacaktı. Ancak zaman geçtikçe, bu anlatının eksik tarafları belirginleşmeye başladı: Gözetim teknolojilerinin yaygınlaşması, bireysel özgürlüklerin kısıtlanması ve büyük teknoloji şirketlerinin dünya çapında yeni güç odakları hâline gelmesi…
Bugün geldiğimiz noktada, teknolojinin yalnızca bir ilerleme aracı olmadığını, aynı zamanda iktidarın ve kontrol mekanizmalarının bir uzantısı hâline geldiğini görüyoruz. Akıllı şehir projeleri, yüz tanıma sistemleri, büyük veri analizleri ve yapay zekâ destekli karar alma mekanizmaları, artık devletlerin ve şirketlerin hayatımız üzerindeki denetimini güçlendiriyor. Başlangıçta verimlilik ve güvenlik gerekçesiyle hayata geçirilen bu sistemler, zamanla toplumsal özgürlüklerin kısıtlanmasına hizmet eden araçlara dönüşebiliyor.
Teknoloji ile özgürlük arasındaki bu gerilim, her gün yeni bir örnekle kendini gösteriyor. Çin’de sosyal kredi sistemi, bireylerin davranışlarını puanlandırarak sosyal hayatlarını şekillendiriyor. Batı dünyasında ise dijital platformlar, kullanıcıların davranışlarını takip ederek onlara özgü reklamlar ve içerikler sunuyor, ancak bu süreçte insanların düşünce kalıplarını da belirliyor. Devletler, “ulusal güvenlik” gerekçesiyle kitlesel gözetim ağlarını genişletirken, büyük teknoloji şirketleri kullanıcı verilerini işleyerek yeni ekonomik ve politik güç merkezleri yaratıyor.
Sorun şu ki, bu süreçler genellikle gözlerden uzak ilerliyor. İnsanlar, gözetimin farkında olmadan yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor. Akıllı telefonlarımız, kişisel verilerimizi sürekli olarak işleyen ve paylaşan birer gözetleme cihazına dönüşmüş durumda. İnternet üzerindeki etkileşimlerimiz, algoritmalar tarafından analiz edilerek gelecekte nasıl davranacağımızın tahmin edilmesine ve yönlendirilmesine yol açıyor.
Bu noktada sormamız gereken soru şu: Teknoloji bizim için mi var, yoksa biz mi teknoloji için varız? Eğer teknolojik gelişmeler, bireylerin özerkliğini ve haklarını güçlendirmek yerine onları sürekli bir denetim altında tutmaya hizmet ediyorsa, ilerlemeden bahsedebilir miyiz?
Özgürlük, yalnızca politik bir hak değil, aynı zamanda günlük yaşamın en temel unsurlarından biridir. Eğer toplumlar, teknolojiye dair kritik bir bilinç geliştiremezse, geleceğin distopyası bilim kurgu romanlarında değil, günlük hayatımızın içinde gerçekleşecek. Çözüm, toplumsal bilincin artırılmasından, dijital okuryazarlığın yaygınlaştırılmasından ve bireylerin veri mahremiyetine sahip çıkmasından geçiyor. Teknoloji, insanlığın hizmetinde olduğu sürece bir araç olarak değerlidir; aksi takdirde, kendi yarattığımız bir denetim mekanizmasının içinde sıkışıp kalabiliriz.
Bugün yaşadıklarımız, yalnızca bir başlangıç. Gelecek, teknolojiyi nasıl kullanacağımıza bağlı olarak şekillenecek. Eğer farkındalığımızı artırmaz ve mücadele etmezsek, yarının dünyasında özgürlük kavramı yalnızca eski kitaplarda rastlanan bir kelime olarak kalabilir.
- Sokrates’in Cini Neydi? - 18 Nisan 2025
- Din Özgürlüğünün Sınırları: İnanç, İhlal ve Ahlaki Tutarsızlık - 14 Nisan 2025
- Geç Faşizmin Gölgesinde: Otoriterliğe Yeni Bir Ad Koymak - 7 Nisan 2025