Bu yazının kaleme alındığı saatlerde vefat sayısı 8000’i geçmişti. Büyük Anadolu Depremi sadece afetten yoğun bir şekilde etkilenen 10 ili değil, tüm Türkiye’yi ciddi düzeyde etkiledi. Hayat hepimiz için durdu. Bölge illerindeki akraba ve arkadaşlarına ulaşmaya çalışanlar, hiç tanımadıkları kardeşlerine yardım için yardım kampanyası düzenleyenler, sosyal medyada ve medyada çaresizce veya tepkili bir şekilde olayı gidişatını seyredenler depremden sosyal psikolojik bir şekilde etkilendi. 5 Şubat’ta anlamlı olan şeyler şu an kimsenin umurunda değil. Erdoğan oylarını arttırdı mı? Muhalefetin adayı kim olacak? CHP ile İyi Parti arasındaki soğuk savaş daha ne kadar derinleşecek? Kılıçdaroğlu kazanacak aday mı? Deprem sadece toprağın altını üstüne çıkarmadı. Aynı zamanda zihinlerimizi ve duygularımızı da alt üst etti.
Bu kaotik durum içinde iki farklı davranış tarzının birbirine taban tabana zıt iki duygu durumunu tetiklediğini söyleyebiliriz: Muhalif kesim yoğun bir iktidar eleştirisi içerisine girdi. Türk silahlı kuvvetleri unsurlarının deprem bölgelerine geç intikali, AFAD birimlerindeki yetersizlik, hem arama-kurtarma hem de barınma-beslenme işlerindeki aksaklıklar, kırılan yollar, kullanılmayan havaalanları, koordinasyonsuzluk sıklıkla eleştiri konusu yapıldı. Türkiye ile Japonya arasında yapılan karşılaştırmalar, deprem uzmanlarının “ben uyardım ama devlet dinlemedi” şikayetleri ekranları ve sayfaları kapladı. Hatay gibi bazı illerde şikayetlerin düzeyinin arttığını, bölge halkının kendisini terk edilmişlik duygusu içinde hissettiğini söylemek yerinde olur. İmar affı ve deprem vergileri muhalif kesimlerin yürüttükleri eleştirileri doğrudan doğruya siyaset kurumuna ve hatta iktidara yönelttiği iki önemli alan olarak ön plana çıktı. Muhalefete göre her şey siyasiydi. AKP iktidarı depremi yönetmek noktasında sınıfta kalmıştı.
İkinci önemli davranış tarzı ise susmak ve yas döneminin geçmesini beklemek şeklinde özetlenebilir. İktidarı destekleyen kitlelerde bu eğilim oldukça baskın. Ama kendisini hükümet karşıtı gören kesimlerin epey bir kısmı için de şu an siyaset zamanı değil. Bu hususta sosyal psikolojik, hatta antropolojik bir mekanizma devreye giriyor. Cenaze varken siyaset konuşulmaz. Çünkü siyaset kavgayı ve kötü sözü gerektirir. Oysa cenaze dönemi yas dönemidir. Yası yaşamak, mağdur durumundaki kesimlere ve cenaze sahiplerine yardım etmek, saygıyı ve ölçüyü korumak başlıca ödevdir. Yas varken siyaset konuşulmaz argümanı derin halk kültürünün uzantısı. Sosyal psikolojiden bağımsız bir siyasal psikoloji, siyasal psikolojiden bağımsız bir siyasi hayat olamaz. Bu nedenle halkın büyük bir kısmının sessiz kalmayı tercih ettiğini söyleyebiliriz. Afet önlemede kamu imkanlarının yetersiz kaldığı açıkça ortada. Ama bu apaçık gerçekten bir hükümet ve hatta devlet eleştirisi çıkarma noktasında büyük bir çekingenlik var. İnsanlar ölmüşken, ortada bu kadar cenaze varken siyaset konuşmanın yanlış bir şey olduğunu düşünüyor toplumun çoğunluğu. Bu meselenin ne ölçüde politikleşeceğini ise yas dönemi bittikten, kabaca 40 gün sonra göreceğiz. Belki o zaman, insanlar, özellikle depremden birincil derecede olumsuz etkilenmiş bölge halkı depremde yaşanılan olayları siyaseten değerlendirebilir.
- Siyasi Depresyon - 18 Mayıs 2023
- Kentlerde Başıboş Köpek Sorunu - 24 Nisan 2023
- Müzakere Hukuku ve Yoldaşlık - 9 Mart 2023