Sırrı Süreyya Önder’in Atatürk Kültür Merkezi’ndeki anma töreni sona ermişti. Kalabalık dağılırken, kameraların önünde bir saldrırı gerçekleşti. “Ben Osmanlı torunuyum” diyerek sahneye çıkan bir şahıs, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e fiziki saldırıda bulundu. Saldırgan kısa sürede gözaltına alındı. Devlet erkanından ve siyasetçilerden ise gecikmeden kınama mesajları yağdı. Ancak asıl sorulması gereken soru şu: Bu saldırı gerçekten “münferit” miydi, yoksa devlet-kapitalizm bloğunun derin çatlaklarını mı gözler önüne serdi?
Devletin Otoritesi ve Şiddetin Simgesel Dili
Osmanlı vurgusuyla sahneye çıkan saldırganın kimliği değil, sembolizmi daha önemli. “Ben Osmanlı torunuyum” sözü, yalnızca bir tarih fantezisi değil; aynı zamanda iktidarın yıllardır beslediği, gelenekselci-milliyetçi duygularla örülmüş şiddet kültürünün dışavurumudur. Saldırı, “yukarıdan” değilse bile “beslenen” bir yerden gelmiştir. Medyada yıllarca muhalefeti hedef haline getiren dilin, sokaktaki yansımasıdır bu tokat. Siyaseti milliyetçi-mukaddesatçı çizgide dizayn etme çabasının, fiziki hale bürünmüş bir uzantısıdır.
Kapitalizmin İdeolojik Aygıtları ve Nefret İklimi
Neoliberal otoriter rejimlerin en büyük başarısı, şiddeti özelleştirmeleridir. Bu olayda da tokadı atan parmak, aslında yıllarca ekranlarda, sosyal medyada “vatan millet” naralarıyla zehirlenmiş bir yurttaşınki. Ancak o parmak, rejimin inşa ettiği kültürel tahakkümün ürünüdür. Bugün siyasete yönelik saldırılar, yalnızca bireysel öfkenin değil, kapitalist ideolojik aygıtların yıllardır pompaladığı “öteki” düşmanlığının sonucudur. CHP’yi, DEM Parti’yi, sosyal adaleti savunan her sesi düşmanlaştıran medya dili, sermaye gruplarının kâr güdüsüne hizmet ederken aynı zamanda toplumsal barışı parçalayan bu iklimi yaratmaktadır.
Devletin Rolü: Kınamak mı, Meşrulaştırmak mı?
İçişleri Bakanı’ndan TBMM Başkanı’na, Adalet Bakanı’ndan AKP Sözcüsü’ne kadar herkes saldırıyı kınadı. Ancak bu saldırıyı olanaklı kılan toplumsal ve siyasal iklimin yaratıcıları da aynı aktörler. Bu çelişkiyi görmeden yapılan her açıklama, sadece “zararın yönetimi”dir. Şiddetin kökeni, siyasetçilerin kullandığı kutuplaştırıcı dilde, muhalefeti terörle, bölücülükle, “ihanetle” eşleştiren devlet söylemindedir. Bu nedenle devletin “geçmiş olsun” mesajları, aslında kendi ayıbını örtme çabasıdır.
Demokrasiye Değil, Devletin Bekasına Sadakat
Sırrı Süreyya Önder’in anıldığı törende yaşanan bu saldırı, aynı zamanda onun yıllardır savunduğu barış ve birlikte yaşam idealine de bir saldırıdır. Fakat bu saldırı karşısında verilen tepkiler, sistemin kendini koruma refleksidir. Aslında “CHP liderine yapılan saldırı” değil, “devlet mekanizmasının meşru gördüğü sınırların dışına çıkan muhalefete verilen bir gözdağı”dır bu. Tıpkı Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta yapılan linç girişimi gibi, bu da tarihe sistem içi ayar verme girişimi olarak geçecektir.
Şiddet Münferit Değil, Sistematik
Bu saldırı, sadece bir kişinin “anlık öfkesi” değil; devletin ve kapitalizmin birlikte inşa ettiği ideolojik aygıtların bir sonucu olarak okunmalı. Medyanın dili, siyasetin kutuplaştırıcı tavrı ve güvenlik aygıtlarının seçici duyarlılığı bu saldırıyı mümkün kılmıştır. Özgür Özel’e atılan tokat, bir kişiye değil; halkın iradesine, siyasetin özgürlüğüne, muhalefet etme hakkına atılmıştır.
Artık mesele failin kim olduğu değil, bu tür saldırıların neden hep aynı iklimde filizlendiğidir. Ve o iklim, devleti kutsayan, sermayeyi dokunulmaz kılan, muhalefeti kriminalize eden düzendir.