Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihinde görülmemiş bir alt üst yaşayarak rejim değişikliğine doğru hızla yol alıyor. Meclis komisyonunda kabul edilen anayasa değişiklik paketi, mecliste bütünü üzerine yapılan oylamada yeter sayıya ulaşınca madde madde tartışmaya açıldı.
Bu ay sonuna kadar mecliste sürecek tartışmalar sonucunda önemli bir gelişme olmaz ise meclis komisyonunda AKP ve MHP arasında daha önceden sağlanan protokolle son rötuşlar yapılarak meclis gündemine taşınan teklif, Ocak ayının sonuna doğru mecliste oylanarak referandum sürecinin kapısı açılacak. Meclis tartışmalarının hangi siyasal atmosfer içinde şekilleneceği ve kimi maddeler üzerinde yapılan tartışmalardan sonra bir değişikliğe uğrayıp uğramayacağından bağımsız olarak toplumsal muhalefetin de bu sürede ne yapacağı önem arz ediyor.
Geçtiğimiz günlerde kendileriyle yapılan röportajlarda, Demokrasi için Birlik (DİB) girişimcilerinden Rıza Türmen ve İbrahim Kaboğlu başkanlık sistemine geçişi, faşizme doğru giderken tabuta çakılan son çivi olarak tanımlamışlardı.
İktidar bloğu için bile birçok hassasiyet ve kırılganlık taşısa da bir uzlaşmanın ifadesi olan mevcut rejim yerine “Türk tipi” denilerek siyasi gericiliğin en koyusu olan başkanlık sistemine geçişin kabulü, doğal olarak tüm kurumların yeniden bu “biçime” göre inşa edilmesine, iktidar bloğu içinde bir dizi çelişkiye ve itişmeye neden olacak. Önümüzdeki günlerde ve aşamalarda bu “itişmeye” her düzeyde tanık olacağız. Bu süreç sonunda tüm fasıllar tamamladığında ise, olacak olanın adına faşist diktatörlük demekte ve artık bunun yeni bir “devlet biçimi” anlamına geldiğini söylemekte beis olmayabilir. Bu aşamaya gelindiğinde devletin “bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aygıtıdır” genellemesinin ötesinde onun alacağı biçim, toplumsal muhalefet için başta ittifaklar meselesi olmak üzere mücadele yöntem ve taktiklerinin gözden geçirileceği yeni bir durum yaratmış olacak.
En geniş demokrasi bloğu
Henüz geçiş süreci devam ederken, faşizm zaferini ilan etmemiş ve toplumu en küçük nüvelerine kadar teslim almamışken, zaman varken ve toplumsal muhalefetin direnç odakları parçalı da olsa mücadele içinde ve azmini korurken, her geçen gün daralsa da hala tayin edici olan açık, meşru mücadele alanları kullanılabiliyorken, en geniş demokrasi cephesinin kurulması elbette “başkanlık sistemine hayır” üzerinden şekillenecektir.
Bu mücadele kesintisiz biçimde Parlamentoda ve eğer orada önü kesilemez ise referandum sürecinde devam edecek bir taktikle ele alınırken hayır diyen güçlerin farklı dil ve üslupla sürdürecekleri kampanyalarda ortak sözün üretilip büyütülebilmesi önemli olduğu kadar, esnek ve aşamalı davranabilme becerisini de göstermesi gerekiyor.
OHAL’e karşı başlatılan kampanyaların vakit geçirmeden, anayasa değişiklik teklifi içinde sarılıp sarmalanarak halka yutturulmaya çalışılacak olan başkanlık sistemini hedeflemesi ve bunu yaparken ortak asgari müştereklerde birleşerek güçlü bir ses çıkarmanın yollarının hızla aranması yerinde olur. CHP’nin bu süreçte demokrasi güçleriyle buluşmaya zorlanması ve mücadeleyi aşamalı olarak büyütecek bir anlayışa sahip olunması gerekiyor. Siyasi iktidar tarafından sistematik olarak yaratılan sindirme ve korku politikası, AKP’nin seçim ve referandum kazanmadaki başarısı ile birlikte ele alındığında bu referandumun da kaybedileceği kanaati, demokrasi güçlerinin önünde ki en büyük engeli oluşturuyor. Henüz kaybedilen bir şey olmadığını bilince çıkartmak ve öz güveni büyütecek bir siyasi çizgiyi yaratmak önümüzdeki temel görevlerden birisi.
Referandum süreci
Meclise teklif edilen anayasa paketinin 330 evet oyu alarak referandum sürecinin başlaması durumunda,hayır kampanyasının yaşamsal önemde olacağı apaçık ortadadır. Meclise sunulan anayasa değişiklik paketinin maddelerine geçilmesi ile ilgili yapılan oylamada HDP’nin oy kullanmama tutumunu, eğer referanduma gidilirse 2011 referandumundaki gibi boykot taktiğini uygulayacağı biçiminde anlamak elbette doğru olmaz. Ama Kürt illerinde aylardır uygulanan çöktürme planı, HDP’ye dönük operasyon ve tutuklamalar, bölge halkının sandıkla daha önce kurduğu ilişkiyi de başkalaştırdı. Dolayısıyla meclisteki bu oy kullanmama tutumunun Kürt halkı nezdinde “boykot” tartışmasını tetikleyeceğini de görmeliyiz. Parlamentoya güven yitiminin sandıktan uzak durmayı beraberinde getirip getirmeyeceği ve adı konmamış bir tür “boykot” hali yaratıp yaratmayacağını bilmiyoruz ama böyle bir durum varsa bunun önüne geçmek için elden gelenin yapılması gerekir. Bu konuda HDP’nin olduğu kadar batıdaki demokrasi güçlerinin de takınacağı tutumlar elbette etkili olacaktır.
Eğer kimi akıllarda varsa hemen söyleyelim, boykot tutumu kesinlikle teklif edilen bu anayasa değişiklik paketine evet anlamını taşımaktadır. Kaldı ki tüm fasılların tamamlandığı ve referandumda evet tercihinin çıktığı koşullarda bile evet, hayır oranları devam edecek mücadelenin zemini için önemli sayılmalıdır. %51’le kabul edilmiş bir başkanlık sistemi, bunu başarı olarak görenler için bile Pirus zaferi ve kabul edilen anayasanın meşruiyeti halk nazarında oldukça zayıf olacaktır. Kuşkusuz meşruiyeti tartışmalı hale gelecek bu anayasaya karşı yürütülecek mücadeleye de bunun olumlu etkileri olacaktır.
Seçim ve sandık
Olası referandum koşullarının OHAL uygulamasında geçeceği, en azından büyük bölümünün böyle geçeceği anlaşılıyor. Henüz tartışmaların mecliste yeni başladığı şu günlerde OHAL uygulamalarının yanı sıra Ankara’da her türlü gösterinin 1 ay boyunca yasaklanmış olması, daraltılan hak ve özgürlüklerin sınırlarının daha da daralacağına işaret ediyor. Bu ve önümüzdeki günlerde karşılaşılacak daha sert uygulamalara rağmen etkili bir kampanya sürdürmek ve hataya düşmemek gerekiyor. Seçimler kitlelerin politikayla alaka kurdukları ve kulaklarını daha da açtıkları özel dönemlerdir ve ne kadar anti demokratik uygulamalar olursa olsun propaganda imkanlarının kullanıldığı anlardır. Dolayısıyla siyasal gerçekleri açıklama kampanyaları için büyük fırsattır.
Özel olarak sosyalistler için “proletaryanın devrim için olgunluğunun ölçüldüğü barometredir” prensibini ise içinde bulunduğumuz siyasal atmosferde ihmal etmemiz bir kayıp olmayacaktır! Sosyalist hareketin ve sınıf hareketinin düşük düzeyde seyrettiği bu koşullarda hakikaten “proletaryanın devrim için olgunluğunu şimdilik ölçmesek de olur” Ama demokrasi kültürünün gelişebilmesi ve eğitim için bir fırsat, referandum gibi doğrudan demokrasi uygulaması olması nedeniyle de burjuva yasallığına halkın doğrudan müdahale imkanını ortaya çıkarması bakımından da “politik” bir tutum olacaktır. Referandum aynı zamanda bir yetkinin doğrudan kullanılmasıdır. Seçimlerde yetkiyi devralanın onu kullanmasında bile kademe vardır ama referandum da yasama erki doğrudan kullanılmaktadır. Elbette kamuoyunun oluşturulmasında medyanın oynadığı rol ve bu konuda siyasal iktidarın denetimi ve OHAL koşullarının getirdiği yasaklamaları da akıldan çıkarmamak gerekir.
“Boykot”un hangi koşulların siyaseti olarak tercih edileceği konusunda ise Lenin’in dediğini demeye devam edenlerdenim, “devrimci yükseliş dönemlerinde” ya da “aktif boykot, geniş devrimci bir yükseliş dışında bir anlama sahip değildir”
Dolayısıyla parlamentonun kullanılmasında ve faaliyetinde “çalışmaları boykot etmek, yemin etmemek, oylamalara katılmamak” gibi boykotu çağrıştıran kimi tutumlar alırken daha dikkatli davranılmasında sonsuz yarar olacaktır. Hele ki siyasal iktidarın baskılarını arttırdığı ve muhalefete parlamentonun kapısını kapatmaya hazırlandığı ve muhalefet seçmenini “bezdirdiği” koşullarda bu konuda bin kat daha dikkatli olmak gerekir.
Kadir AKIN
Siyasi Haber, 10 Ocak 2017
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024