Boş gün

Boş gün, bir memur öğretmenin en sevdiği gündür. Haftanın bir günü okulda dersin olmaz ve o gün özgürsün nereye istersen gider, ne istersen onu yaparsın.

Güzel Sanatlar Lisesinde çalıştığım dönemlerde en sevdiğim gün boş günüm olan çarşambaydı. Haftanın tam ortası dinlenmek, hafta sonuna yaklaşırken motivasyonumu arttırırdı.

Boş günümü genellikle evde geçirirdim.

Mutfak evimin en sevdiğim bölümü, uyuduğum zamanı çıkartırsak evde olduğumda vaktimin neredeyse tamamını geçirdiğim yer.

Çünkü yemek yapmaktan ayrı bir keyif alıyorum. Mutfakta olmak, yemek yapmak da bir sanat bence.

Yaptığım yemekleri paylaşmak için bir ara yemek blogu açmayı düşünmüştüm sonra çok klişe geldi vazgeçtim.

Boş günümde sabah uyanıp yaklaşık bir saat yürüyorum. Bizim civarlarda yaşayan bütün sokak kedileri, köpekleri ve kargalar ile iyi tanışıyoruz. Arkadaşlarım onlar. Hepsine yemek, su götürüyorum. Kargalar kedi mamasına bayılıyor.

Göz teması kurdunuz mu bilmiyorum, bazıları öyle acılar çekmiş ki, insanın gözünün içine bile bakamıyorlar. Bazıları şırfıntı. Kuyruk hep bacak arasında. Önce sev sonra yemek ver diyor sanki. Bazıları dengesiz ve vahşi. Aynı insan cinsi gibi. Besle kargayı oysun gözünü. Yemeği bitirip kafamın üstünden saldıracak gibi uçan kargalar var. Kafama ceviz atanı bile oldu. Olsun hepsini çok seviyorum. Hayvanları bazı insanlardan daha çok sevdiğime eminim.

Sabah yürüyüşüm dostlarla böyle geçiyor, sonra alışveriş yapıp mutfağa koşuyorum. Ağır torbaları taşıyınca kol kaslarım gelişiyor diye mutlu oluyorum. Ne demiş biri? Yardım edecek kimsen yok diye üzüleceğine, meseleye pozitif yönden bak. Spor oluyor işte.

Torbaları açar açmaz, kendime bir kadeh içki koyuyorum, spotify listemi karışık çal moduna alıyorum. Müthiş kokular beni cezbederken, çok minik yudumlarla içkimi içip, hatta bazen dumandan çatallaşmış alto sesimle bağıra bağıra şarkı söyleyerek günün menüsünü hazırlıyorum ve tüm bunların verdiği hazzı hiç bir şeyde bulamıyorum.

Tabii ki zirve, pişeni sıcak sıcak, anında gömmek. Gömmek bir şef terimidir. Çok beğendikleri tabağa gömülecek tabak derler.

Yemek tarifleri veren bir blogger olsaydım daha mı başarılı olurdum acaba?

Üç tutam toz şeker, iki kaşık un filan gibi şeyleri yazmak ıvır zıvır geliyor nedense. Çünkü o üç kaşık değil belki, el ayarı lazım, severek yapmak önemli. Sevgini katınca lezzeti artıyor her şeyin. Yemekleri matematik sorusu gibi toplama çıkarma yapmakla ya da hikaye gibi yazmakla lezzetli yapamayız diye düşünüyorum.

Ben, kendi minik dünyamdaki günlük yazılarıma 300 gram peri tozu serpmeyi daha anlamlı buluyorum sanki.

Tüm günüm mutfakta geçiyor bazen, okuduğum kitaplar, gözlüğüm, her zaman masanın üstünde gözümün önündeler.

Yemek yaparken düşünüyorum.

Psikolojik hikayeler çok ilgimi çekiyor. Bir psikiyatristin gizli defteri mesela. Giz olunca hızlı hızlı tüketiyorum. Karısını şapka sanan adam, Yalom’un psikoterapi öyküleri şahane eserler.

Duygulara, kişisel zevklere adanmış başka başka hayatları okumak, insanın kendi ruhunun derinliklerine inmesini sağlıyor.

Öğrencilerime de, bestecilerin özel hayatlarını anlatırım her zaman. Çünkü besteciye karşı daha ilgi çekici bir yönden ve daha farklı bir gözle baktıklarında, isteyerek, severek çalıştıklarını tespit etmişimdir.

Geçenlerde bir öğrencim, bu kadar çok şeyi nasıl aklınızda tutuyorsunuz hocam? diye sordu. Aklımda tutmuyorum dedim. İlgi, merak ve sevgi ile öğrenilen bilgiler unutulmaz, kalıcı olur dedim. Gözleri parladı. Öğrencilerimin gözlerini parlatmak ve yüzlerine kocaman bir gülümseme yerleştirmek de yemek yapmak gibi inanılmaz bir haz.

Bu ne güzel bir gün, mutfakta yemekler yapıldıktan sonra, kendimle baş başa kalıp, sessizce okuduğum, sessizliğin sesini dinleyerek düşündüğüm, düşündüklerimi yazdığım, sakin ve huzur içinde geçirdiğim boş günüm.

Birazdan bakmaya fırsat bulamadığım bir Beethoven Sonatın deşifresini de bitirirsem, benden daha mutlusu olamaz. Yaş aldıkça küçük şeylerden keyif almayı öğreniyor insan.

Az insan çok huzur derler ya, bu çok doğru. Kimseyle konuşmadım bu gün. Konuşmak da istemiyorum.

Gittikçe asosyalleşen biri olduğumu hissediyorum ama sorun yok. Az insan çok huzur.

Belki özgür bir hafta sonunda yine insan içine çıkmalıyım. Kim bilir belki o hafta, bu hafta sonudur?

Kocaman, soyut bir yağlı boya tablonun üzerindeki çarpıcı kırmızı olma günüdür belki.

Belki bu hafta sonu bestelenmiş en güzel müziğin ilk akorudur.

Bekleyelim görelim…

Hepinize mutlu hafta sonları dilerim.

Gülnur ÜNLÜTÜRK
Latest posts by Gülnur ÜNLÜTÜRK (see all)