Kürt ulusal hareketi içinde ve çevresinde yaygın bir hata var. (Bu hatanın Ermeni ve Grek milliyetçileri/ yurtseverleri tarafından da paylaşıldığını görüyoruz.) Bu hatayı; kendisini “solda” gösteren, öyle tanımlayan herkesi ve her çevreyi “solcu” saymak ve bu hatalı varsayımdan hareketle bir “Türkiye solu eleÅŸtirisi” geliÅŸtirmek olarak özetleyebiliriz. UÄŸur Mumcu’yu ve benzer çizgideki sol Kemalist aydınları “solda” gibi göstermek, CHP’ni “sosyal-demokrat” olarak nitelemek ve çeÅŸitli eÄŸilimleriyle TÃœM Türkiye solunu bir sepete koymak ve bu hatalı öncüllerden yola çıkarak bir “Türkiye solu eleÅŸtirisi” yapmak son yıllarda adeta bir moda haline geldi. Böylesi saptamalar, ancak cehaletin, tarih bilgisinden yoksunluÄŸun, zihinsel tembelliÄŸin ve yüzeyselliÄŸin ürünü olabilir ve ister istemez hatalı sonuçlara yol açar ve açıyor da. Mumcu örneÄŸi üzerinden gidelim. Ancak bir “sol Kemalist” olarak nitelenmeyi hak eden ve objektif olarak “milli burjuva” konumda olan UÄŸur Mumcu, Kontrgerillaya, Ä°slami gericiliÄŸe, gerici askeri darbelere, yolsuzluklara vb. karşı etkili bir savaşım sürdürmekle birlikte Mumcu, esas olarak sömürücü sınıfların siyasal çıkarlarını savunan, ancak “daha rasyonel” bir kapitalist düzenden yana bir siyasal figürdü. Ancak o, gerek 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde ve gerekse sonrasında devrimci harekete sık sık saldırırdı ve bundan dolayı da 12 Eylül sonrasında zindanlardaki devrimciler tarafından “Umumcu” diye anılırdı. Onu “solcu” olarak niteleyen ve bundan bir “Türkiye solu eleÅŸtirisi” çıkarmaya kalkanlar, bir ÅŸey yazmadan önce bir ÅŸeyler okumayı ve biraz düşünmeyi öğrenmeliler.
CHP’nin neden ne sol ve hatta ne de “sosyal-demokrat” olduÄŸuna gelince… Esas olarak Batı Avrupa’da ortaya çıkan sosyal-demokrasi; işçi sınıfına ve sendikalara dayanan ve Marksizmi yüzeysel bir biçimde de olsa teorik temel olarak benimsemiÅŸ bir hareketti. Bu hareket zamanla, özellikle de Birinci Dünya Savaşını izleyen genel bunalım ortamından Batı Avrupa’da baÅŸarılı bir devrimci çıkış olmayınca giderek saÄŸa kaydı. İşçi sınıfı aristokrasisinin ve sendika bürokrasisinin partisi haline gelen sosyal-demokrat partiler ile komünist partileri arasında 1914’te baÅŸlayan ayrışma daha da derinleÅŸti. Buna raÄŸmen komünist partileri, faÅŸizme karşı savaşımın öne çıktığı dönemlerde, yani özellikle 1930’larda ve 1940’larda, yapısal olarak hala bir işçi partisi konumunda olan sosyalist ve sosyal-demokrat partilerle anti-faÅŸist ittifak politikası güttüler. (Ä°spanya, Fransa, Ä°talya vb. örnekleri) Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasında ise sosyal-demokrat partiler neredeyse tümüyle düzen partileri, tekelci burjuvazinin “sol” kanadının partileri haline geldiler.
CHP ise Osmanlı devletinin 1918’de Birinci Dünya Savaşından yenilgiyle çıktığı ve devletin “bekası”nın tehdit altına girdiÄŸi dönemin ürünü olan bir partiydi. Bu parti, Ä°ttihat ve Terakki’nin güçlü kalıntılarının ve Anadolu eÅŸrafının 1919’dan itibaren, Anadolu’nun da parçalanması “tehlikesi”ne ve jenoside uÄŸratılan Hristiyan halkların geri dönme ve gasp edilmiÅŸ mülklerini geri alma giriÅŸimlerine karşı kurduÄŸu Müdafaa-yı Hukuk Derneklerinin ve onların çatı örgütü olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti’nin doÄŸrudan devamıdır. Bu örgüt 9 Eylül 1923’de Halk Fırkası adını almış ve bu ad da daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’na/ Partisi’ne dönüşmüştür. Batı’daki sosyal-demokrat partilerin aksine CHP’nin HİÇBÄ°R zaman işçi sınıfıyla ve Marksizmle bir iliÅŸkisi olmamıştır. “Devletin kurucusu” sayılan bu parti, başından itibaren gerici mülk sahibi sınıfların bir partisi olagelmiÅŸtir. Demek ki, Batı sosyal-demokrasisi ile CHP’nden söz ederken gerek tarihsel orijinleri ve gerekse toplumsal temelleri birbirinden çok farklı iki hareketten söz ediyoruz. CHP’nin bir “sol” parti olduÄŸu yanılsamasını besleyen geliÅŸmeler 1960’larda ve 1970’lerde yaÅŸandı. CHP, 1960’ların ikinci yarısında -dünyada ve Türkiye’de yaÅŸanan sola kayışa paralel olarak- benimsediÄŸi “ortanın solu” çizgisini benimsedi ve “su iÅŸleyenin toprak kullananın” gibi sol sloganlar kullanmaya baÅŸladı. 1970’lerin ikinci yarısında ise Türkiye’de yaÅŸanan saflaÅŸmada ise, genellikle sol eÄŸilimli bir tabana sahip olması ve saÄŸcı ve milliyetçi partilerin (AP, MSP, MHP) oluÅŸturduÄŸu “milliyetçi cephe” hükümetlerinin saldırısına hedef olmuÅŸ olması bu yanılsamayı besleyen bir baÅŸka geliÅŸmeydi. Dolayısıyla sapla samanı karıştırmanın alemi yok.
Öte yandan, Türkiye sol hareketi üzerinde Kemalizmin etkisinin hala ÅŸu ya da bu ölçüde sürdüğünü söyleyebiliriz elbet, Tabii, sol hareketin tümünü aynı ölçüde suçlamaksızın ve hepsini aynı kaba koymadan yapabiliriz bunu. (ÖrneÄŸin Suriye’de YPG ile omuz omuza savaÅŸan Türkiyeli devrimci gruplar ile ulusal sorunda duyarsız ve sosyal-ÅŸoven bir tutum takınan grupların ya da reformist sol gruplarla devrimci-demokrat ve Marksist grupların aynılaÅŸtırılmasının zekamıza hakaret olduÄŸu rahatlıkla söylenebilir.) Ancak böylesi eleÅŸtiri ve suçlamaları düşünmeksizin yapan yarı-cahil Kürt, Ermeni, Grek milliyetçileri ve yurtseverleri Öcalan baÅŸta gelmek üzere Kürt ulusal hareketinin liderlerinin Mustafa Kemal’e, onun önderliÄŸinde yürütülen 1919-1922 “ulusal kurtuluÅŸ” hareketine düzdüğü ve hala düzmekte olduÄŸu ölçüsüz övgüleri ve teslimiyetçi tutum ve önerileri görmezden gelmeyi sürdürürlerse, son derece subjektif ve haksız ve asla kabul edilemez bir yaklaşımla karşı karşıya olduÄŸumuzu hiç kimse yadsıyamaz.
- 1 Mayıs 1977 Tartışması: Aydınlıkçılık, Liberalizm ve Devrim - 3 Mayıs 2020
- Bolton Giderken… - 16 Eylül 2019
- Quo Vadis AKP Türkiyesi? - 27 Ağustos 2019