Türkiye’nin 1990’lı yılları bir “suikastlar ve faili meçhul cinayetler onyılı”ydı. 1991 seçimleri, 8 yıllık ANAP iktidarını alaşağı etmiş; Türkiye DYP-SHP iktidarı ile birlikte III. Koalisyonlar Dönemi’ne girmişti.
Suikastlar ve faili meçhuller özellikle 1993’ten sonra politik gündemin belirleyicisi haline gelecekti. 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın beklenmeyen vefatı, DYP Genel Başkanlığına Tansu Çiller’in seçilmesi ve yeni Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 25 Haziran’da Tansu Çilleri 50. Hükümeti kurmakla görevlendirmesi ile birlikte Türkiye “Devlet için kurşun atanın da kurşun yiyeninde şerefli” sayılacağı “beyaz Toros”ların insan yutacakları bir “karanlık onyıla” sokulacaktı. O kadar ki, 1990’ların başından itibaren bölgede görev yapan, Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan binbaşı rütbesiyle emekli olan Mete Yarar bile 90’lı yılların bir “vicdan sorunu” olduğunu dile getirmekten çekinmeyecekti.
Tansu Çiller Başbakan olduktan yaklaşık 4 ay sonra 4 Kasım 1993’te İstanbul Holiday Inn Hotel’de basın mensuplarına yaptığı açıklamada ellerinde PKK’ya yardım eden 60 kadar Kürt işinsanının olduğunu açıkladı. Aynı gün, başka bir failli meçhul cinayete kurban giden Orgeneral Eşref Bitlis’in öldürülmesi ile ilgili gerçeklerin açıklanması gerektiğini vb. söyleyerek görevinden istifa etmiş olan Binbaşı Cem Ersever’in de Ankara Elmadağ’da elleri arkadan bağlanmış ve kafasına kurşun sıkılmış olarak bulundu. Ersever’in, “devlet için kurşun atan şereflilerden” Yeşil mahlaslı Mahmut Yıldırım’ında patronu olduğu söyleniyordu. 14 Ocak 1994’te Behçet Cantürk ile başlayan 25 Şubat’ta Yusuf Ziya Ekinci ile devam eden cinayetler zinciri, 1995’te açıklanan TBMM Faili Meçhuller Komisyonu raporuna göre 908 kişiye ulaşmıştı
1990’lı yıllar sosyalist solun ve toplumsal muhalefetin de kıpırdanma yıllarıdır. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran ile Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Haydar Kutlu 07.10.1987 günü Brüksel’de düzenledikleri basın toplantısında, her iki partinin birleşmesi ve Türkiye’de yasal bir komünist partisi ku¬rulması niyetinde olduklarını açıkladılar. Türkiye’ye dönmek için kararlaştırılan gün Behice Boran’ın vefatı üzerine birleşme, Haydar Kutlu ve Ahmet Nihat Sargın ta¬rafından kararlaştırılan günde gerçekleştirildi. Her iki lider de Türkiye’ye girer girmez tutuklandılar. haklarında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava açıldı. Ankara DGM savcıları Nusret Demiral, İhsan Alpman, Ahmet Tercümanoğlu Tevfik Hancılar ve Ülkü Coşkun’un takipsizlik kararı vererek sonlandırdığı bu davalar (Hazırlık No: 1987/192, İddianame No: 1988/12, Takipsizlik Karar No 1988/12) ile ilgili geniş bir özeti ben 2002 yılında yayınlanan Devletin Ülkesi ve Milleti başlıklı kitabımın ekine de koymuştum.
Takipsizlik kararı ertesinde başlayan süreç, 4 Haziran 1990’da Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin kurulması ile sonuçlandı. Böylece Behice Boran ve Haydar Kutlu’nun Ekim 1987’de fiilen kurdukları parti 1990’da legalize olmuş, 1980 öncesinin TİP ve TKP’si böylece birleşme yönünde bir irade göstermiş oldu.
TBKP Anayasa Mahkemesinin 14 Haziran 1990 tarihli kararı ile kapatılınca 1991 başlarında Sosyalist Birlik Partisi’nin kurulması gündeme geldi. Kurtuluş, Emek, Yeni Yol ve Sosyalist Politika grupları da böylece bu sürece dahil oldular. SBP’de Anayasa Mahkemesi tarafından 19.07.1995 tarihinde (Esas: 1993/4, Karar: 1995/1) kapatılsa da sosyalist soldaki hareketlilik durmadı. 8 Haziran 1994’te SBP için kapatma davası açıldığı sıralarda partiyi oluşturan kesimler Birleşik Sosyalist Parti’yi inşa ettiler. Birleşme trendi burada da durmadı. 22 Ocak 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi kuruldu. Parti, Birleşik Sosyalist Parti ile birleşti, BSP’de adını ÖDP olarak değiştirdi.
İşte Barış İçin Bir Milyon İmza’da bu süreçte gündeme gelmişti. İmza kampanyası asla sadece ÖDP’nin bir girişimi değildi ancak ÖDP’yi de inşa eden sosyalist soldaki kıpırdanma ve birleşme trendi kampanyayı gündeme taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. O kadar ki 8 Ekim 1996’da Eşber Yağmurdereli’nin sözcülüğünde İstanbul’da Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde imzaya açılıdıktan sonra imza metinleri fotokopiyle çoğaltılıp illerde, ilçelerde hatta mahallelerde bile imzaların derlenip toparlanması için komisyonlar oluşturulmaya başlanmıştı. Malum o dönemde Whatsup, facebook, instagram vb. bulmak pek mümkün olmuyordu! Herkes canhıraş, ama biraz da korkuyla bu hareketin bir parçası olmaya çalışıyordu. Dönem, Uluslararası Af Örgütü’nün de Türkiye’deki faili meçhuller ve insan hakları ihlalleri ile ilgili olarak bir kampanya başlattığı, Örgütün Genel Sekreteri Pierre Sane’in bu amaçla İstanbul’a geldiği ve The Independent gazetesine bu konuyu gündeme taşıyan Tears wont Bring Back Turkey’s ‘Disappeared’ But You Could” (Gözyaşları ‘Kayıpları’ Geri Getirmeyecek ama Sen Getirebilirsin) başlıklı bir ilanın verildiği yıllardı. Kasım 1996’daki Susuruk Kazası sonrası başlayan Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık girişiminin deneyimleri de imzaların derlenmesinde önemli rol oynuyordu. Eşber Yağmurdereli 25 Ağustos 1997’de Milliyet gazetesinde Musa Ağacık’ın sorularını yanıtlarken “Vatanı Cennet Yapmalı Mezarlık Değil” diyordu.
Can Yücel’in “kör ama renk körü değil kızılı hepimizden iyi görür” dediği Eşber Yağmurdereli 17 Mayıs 1997’de toplanılan imzaları TBMM’ye sundu.
Ne mi oldu? Eşber Yağmurdereli hakkında bir bahane, dava açıldı. 1997 yılında 22,5 yıl hapis için tekrar ceza evine konuldu. Tepkiler çığ gibi büyüyünce, 9 Kasım 1997’de, ceza infazı 1 yıl süreyle ertelenerek serbest bırakıldı. Karar, 16 Aralık’ta geri çekilince, sanatçı 1 Haziran 1998’de yeniden tutuklandı. O cezaevindeyken “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altındaki katliam sahneleniyordu. Yağmurdereli 18 Ocak 2001’de serbest bırakıldı. Barış istemek Türkiye’de hiçbir zaman cezasız kalmıyor; o gün de kalmamıştı, daha sonra barış isteyen akademisyenler için de.
Keyifli pazarlar, keyifli bayramlar,