Aynanın Temizi Şarap Küpünün Dibidir

Çarşı başında, hırkası şaraba batmış, sarhoş ve harap halde; “ibadet yerine gitmekten, riya hırkasını giymekten usandım artık, şarap satanların mahallesine müjde verin, riyakâr zahitlikten tövbe ettim, meyhaneyi gideceğim, zahitlerin ibadet yerine değil, onların hepsi mürai, hepsi suçlu, hepsi kara yüzlü” diye nara atan şahıs, müdahale eden muhtesibin kafasını kırmıştır. İfadesinde; “O şarap küpümü kırdı ama ben de onun kafasını yardım. Başa baş, kısasa kısas” demiştir. Kim olduğu sorusuna da; “ben o kişiyim ki meyhane bucağı tekkem, pirimugana dua da seher vaktindeki virdimdir,” diye cevap vermiş, nezarethaneye atılınca da, nezarethaneye değil, “beni meyhaneye götürüp, bir şarap küpüne atın,” diye diretmiştir.

Yukarıdaki, tabloid haber tarzı paragrafta, koyu harflerle yazılan kelime ve ifadeler, Hafız’ın Divan’ından alınma. Olmuş mu bilmiyorum ama Hafız’ın kendi ifadeleriyle, bu yazıdaki niyetime göre, ondan ayyaş bir zındık portresi çıkarmaya kalkıştım. Şimdilerde gündem olan Maarif Vekilinin, Mevlana Rumi’nin bir rubaisinden, ondan ideolojik tercihlerine ve niyetine uygun bir portre çıkarmaya kalkışması gibi.

Maarif Vekili demişken, kitap sipariş etmiştim bir vakitler. Koliyi açtım ki, siparişlerimin yanında kalın kitaplar! İyi de ben kalın kitap sipariş etmem ki! Meğer, kitap dağıtımcısı da havuzlananlardanmış. Kalını bedava göndermiş. Koliden, kapağı açılmadan, layık olduğu yere gitti tabi. Maarif vekiline öykünüyorsun belli ki, ama o dünya klasiklerini Türkçeye kazandırarak tarih yazdı, sen ne yazabilirsin ki? Neyse, mevzumuz Rumi ve onun rubaisinin katili maarif vekili. Ona dönelim biz.

“Gizli Olanın Dili” ve “Sırların Tercümanı” olarak da anılan Hafız, zındık da değil, ayyaş da değil.  O sadece, sırtını iktidara dayamış, iktidar nimetleriyle kendinden geçmiş formel din elitinin lisanı ve jargonuyla konuşmaktan imtina eder. Muktedir ulemanın münafıkça kurcalayıp kirlettiği kelime ve kavramlar yerine, hakir görüp dokunmadıkları ve bu yüzden temiz kalmış kelime ve kavramlarla anlatır derdini. Onlardan biri gibi görünmektense, şarap küpünde yüzen biri olarak görünmeyi daha uygun bulur. Mesele budur.

Ne var ki, niyete göre görür, niyete göre okur, niyete göre yorumlarız. Bu yüzden, belli bir niyetle bakıp gördüğümüz şey, o şeyin kendi tabiatı değil, onda niyetimize göre görmek istediğimiz şeydir. Fizikçi Heisenberg; (fizik bilimlerde bile!) gözlemlediğimiz şey, tabiatın kendisi değil, onun sorgulama metodumuza verdiği cevaptır dediğine göre, sosyal, kültürel, felsefi meseleler bahis konusu olduğunda vaziyet daha da vahimleşir. Bir niyetten hareketle soyut, sembolik ifadelerin ardındaki manayı kavramak ise daha zordur. Niyet aynayı kirletir.

Totaliter nasyonalist rejimin siyaseti, Anadolu’da ne varsa Türkleştirmek, Türkleştiremediğini yok etmek olmuştur ve anlaşılan o ki, Rumi’nin de Türkleştirilmesinden de fayda umulmuştur. Rejimin kurucu ve kudretli maarif vekili; “O Türktü, bizdendi ve bizimdir” diyebilmek için, Rumi’den, “Yabancı bellemeyin, ben de bu eldenim/Sizin diyarınızda kendi ocağımı aramaktayım/Düşman gibi görünüyorsam da düşman değilim/Hintçe söylüyorum ama aslım Türktür” şeklinde tercüme ettiği rubaiyi, onun Türklüğüne delil ilan etmiştir.

Mesele Rumi’nin kim ve kimlerden olduğu meselesi değil elbette. O işaret eden bir parmaktır ve aslolan parmak değil, parmağın işaret ettiğini görebilmektir. İşaret eden parmağı, bizdendir diye kutsamak, göremeyenin, daha fenası da, işaret edilenin görülmesini istemeyenin işidir.

“Hintçe söylüyorum ama aslım Türktür” ifadesinin, maarif vekilinin anladığı şey mi, yoksa başka bir mesaj mı olduğuna karar vermek, ideoloji ve inancın kirletmediği bir aynadan bakmayı gerektirir bu yüzden.

Mevzubahis rubaide birbirine bağlı iki beyan var; “Hintçe söylüyorum” ve “Aslım Türktür”. Rumi’nin Arapça, Farsça, Türkçe bildiğini biliyoruz. Ancak, Hintçe biliyorsa bile Hintçe söylemediğini de biliyoruz. Neden “Hintçe söylüyorum” diyor? Bunu hangi sebeple söylediyse, “Aslım Türktür”ü de o sebeple söylemiştir. O halde, Rumi’nin Türk ve Hint kelimeleriyle neyi kastettiğine bakmak gerekir.

Hafız Şirazi’nin, alıntı yapılan yukarıdaki beyitlerinde geçen “muhtesip” ve “pirimugan” sembolleri var. Hafız’da “muhtesip”; iktidar nimetlerine sırtını dayamış, dini, gösteriş, ikiyüzlülük, riyakârlık ve yüzeyselliklerinin kılıfı olarak kullanan muktedir çevreyi ifade ederken, bunun zıddı olarak “pirimugan”; tüm bunlardan ari, bilgeliği, sadeliği ve samimiyeti ifade eder.

Bunun gibi, Rumi’deki Türk kavramı da güzellik ve hoşluğu ifade ederken, zıddı olarak Hintli kavramı, karalık, nahoşluk manasındadır. Ak ve kara zıtlığını temsilidir bu ikili. Rumi, Hint ve Türk kelimelerinin temsil ettiği sembolik zıtlığı, Divan-ı Kebir’de bir beyitte şöyle ifade eder; “Hinduların (kara benlilerin) arasındaki Türk (aydınlık yüzlü güzel), gece içinde bir gündüzdür adeta”. Bir başka beyitte; “Hinduya benzeyen (karanlık) gece, o Türk (aydınlık yüzlü o güzel) çadıra geldi diye naralar atarak kaçtı.” der. Yine Divan-ı Kebirde “Bırak bu Arapçayı (formel din ulemasının ağdalı dilini), Farsça (Selçuklu döneminin halk dili) konuşalım, ey sudan topraktan ibaret insan, o Türk’ün Hindu’su ol.” (o ak yanakta kara ben ol), dediğini okuyoruz. Eserlerinde, buna benzer çokça misal var ama sanırım bu misaller, izaha yeter.

Bu bilgiler ışığında, mevzubahis rubaiyi ben; ‘Yabancı bellemeyin hepimiz aynı topraktanız. Sözüm sizi rahatsız ediyorsa da düşmanınız değilim, sizin gönlünüzde kendime yer aramaktayım. Söylediğim söz sevimsiz, nahoş olsa da, özündeki mana saf ve güzeldir.’ diye okuyorum. Rumi bu rubaide,  Türkten de, Hindudan da söz etmemektedir. Türk ve Hindu manaya giydirilmiş elbiselerdir ve Rumi peşinen uyarır; “Sen, dışardan ancak elbiseleri (Türkü ve Hinduyu) görürsün, elbisenden (niyet, ideoloji, inanç ve kabullerinden) soyun da içeri gir. Elbiseyle içeriye (manaya) yol yoktur.

Maarif vekilinin elbiseyle yetinmesi, elbisenin altındakini fark edememesinden değil de ideolojik tercihinden olmalı. O ideolojik tercih uğruna milyonlarca can yakıldı, bir rubainin katlinden ne çıkar? Mevzuyu kapatırken kulaklarımda Rumi’nin sitemi var; “Bana sıtk ile ikrar verdiği halde beni aleme oyuncak eden kimselerden bizarım, bu türlü ikrar edenlerden ziyade ben, beni inkar edenlerin bendesiyim.”

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)