“Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir.
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar…”[2]
Eninde sonunda nihayete erecek karanlık ve kaotik bir dönemin ortasındayken; 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri aratmıyor yaşa(tıl)dıklarımız! Hatta aşıyor ve “küçük çaplı” bir 1915’i anımsatıyor nerdeyse…
Evet zor günlerden, hatta zamanlardan geçtiğimiz; acı çektiğimiz, zorlandığımız doğrudur; bunu saklayacak değiliz…
Tam da bu kesitte karşımıza dikilen 16 Nisan 2017 referandumu; basit bir referandumdan da ötede değer ve anlam taşıyor; ama bu kadarla da kalmıyor…
Erich Fromm’un, “Direnme gücü, dünya ‘Evet’ sözcüğünü duymak istediğinde ‘Hayır’ diyebilme yetisidir”…
Epictetus’un, “Hiçbir zaman kaybettiğini düşünme, kazanacağına emin ol”…
Carla Gorrell’in, “Çaresiz olmadığımızı anımsamak yararlıdır, her zaman yapabileceğimiz bir şeyler vardır”…
George Washington’ın, “Bir defa değil, yüzlerce defa yenilseniz de mücadeleyi bırakmayınız”…
Napoléon Bonaparte’ın, “İmkânsızlık yalnız sersemlerin sözlüğünde bulunan bir kelimedir,” uyarıları eşliğinde “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!” diye haykıran kararlı, sınırlandırılmamış bir mücadele gereğini hatırlatıyor hepimize…
DURUM(UMUZ)
Kararlı ve asla sınırlandırılmamış, “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!” perspektifli bir mücadeleden başka yolumuz yok!
Egemen sınıf devleti yeniden organize ederken; Kürt meselesinin boyutları, Ortadoğu’da yaşanan savaş ve Gezi/ Haziran başkaldırısının körüklediği siyasal istikrarsızlık, kapitalist devletin geleneksel politikalarını iflasın eşiğine getirdi. Bu durumda, Erdoğan önderliğindeki sermaye kesiminin reorganizasyonel müdahalesiyle devletin tekelini ele geçirmek faaliyetleri oldukça etkili oldu.
Erdoğan kliği, müdahalesine anayasal bir kılıf geçirerek, “kuvvetler ayrılığı”na dayanan parlamenter rejimin yerine, tekçiliğe dayanan totaliter bir rejimi ikame etmek istiyor. Bunu hem kendisi kurtuluşu, hem de “devletin bekası” için amaçları doğrultusunda biçimlendirerek sonuçlandırmak istiyor.
Erdoğan kliği, ırkçı Türk ulusçuluğu ve dini istismar eden totaliter bir tahkimatla kurumsallaşmak, kalıcılaşmak için (15 Temmuz’un lütfuya![3]) “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan” icraatını devreye sokmuştur.
Şunları bir an dahi anımsamanız, “neyin ne olduğu”nu yeterince net olarak ortaya koyar:
Totalitarizmi hortlatan tüm iktidarlar, fırsat bulur bulmaz mafya bozuntularını, cihat meraklılarını, gerçek çapulcuları ortalara salarlar!
Kimi din adına, kimi millet adına saldırganlığın sırtını sıvazlarlar!
Akıl, bilim, felsefe, sanat, mantık, hukuk, ahlâk falan tanımazlar!
Demokrasinin, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin esamisi okunmaz!
Bu yolda insan avı başlatırlar. Kadınlara saldırırlar; LGBTİ’leri kovalarlar; ateistleri ve başka inançları olanları yakarlar; Kürtler gibi ötekileştirilenleri kahrederler!
Sanatı ve sanatçıları sahneden silerler; yazarları, gazetecileri susturup, mahpuslara doldururlar!
Emeğin sömürüsünü katmerlendirirler!
Farklı insanlarla bir arada yaşamayı zül sayanların kontrolsüz iktidarı, “ötekiler” için tehlikelidir!
Hayalleri farklı olanları istemezler; bağıra çağıra, “Ya Sev Ya Terk” nakaratıyla yok ederler!
Bunları da korkuyu egemen kılıp, halkı “Hayır” diyemeyen ve her şeyi “Evet”leyen bir sürüleştirmeyle gerçekleştirirler!
Düşünce özgürlüğünü gasp edip, ifade özgürlüğünü zincire vururlar!
İtirazı, özgürlüğü, eylem hakkını yasaklarlar!
Sokaklara çıkamaz; insan(lar)ın ağzını açamaz hâle getirirler!
Çoğunluğu korkup, hayallerinden vazgeçmeye mecbur kılarlar!
Böylelikle de halk içine kapanır; ürkekleşir!
Okullar camiye çevrilir; altüst edilen üniversiteler de kışlaya!
Cahilliğe övgüler düzülür; eğitim, eğitim olmaktan çıkarılır!
Kadınlar ahlâk kıskacına alınır, toplumdan soyutlanır; “ikinci sınıf”laştırıp, öncelikli yerini evi, öncelikli görevini annelik olarak tanımlayan ataerkillik dayatılır!
Kadın düşmanlığı körüklenir, kadın cinayetleri sıradanlaştırılır, eşitlik yok edilir!
Sanatı milli olan ve olmayan diye etiketleyip, iktidarı eleştiren sanatçıları susturur!
Sinema, tiyatro, opera, bale salonlarını kapatıp; heykelleri “ucube” ilan eder!
Medyayı ele geçirir; yalaka yandaşlarını vitrine koyar!
Medya yoluyla dolandırılan halkı kandırır!
Kendi yasalarını bile iplemez; hiçe sayar!
Cihada methiyeler düzer; dini siyasete alet eder; ötekileri “kâfir” ve “terörist” ilan eder!
Böylelikle yozlaştırılıp, yabancılaştırılan halklar kendi cellatlarına aşık olur…
Bunu siyasetteki adı totalitarizmdir!
- Bilgi ve Bilimsel Düşünce* - 1 Aralık 2023
- Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak* - 12 Mart 2023
- Unutul(a)mayan yazar(lar)dan* | Temel Demirer - 14 Eylül 2022