“Kırlaştı saçlarım, yakınmıyorum;
ölüme yargılı insan doğumda;
yeraltı mı daha korkunç bilmiyorum,
dünya mı? Yaşadım yaşadığımca.”[2]
Şair, yazar, sanat-edebiyat eleştirmeni ve gazeteci Ahmet Oktay Börtecene, 3 Mart 2016’da 83 yaşında hayata gözlerini yumdu. Edebiyatın en üretken kalemlerinden şair, yazar, gazeteci ve eleştirmenlerindendi.
21 Ocak 1933’te Ankara’da doğan Ahmet Oktay’ın şiire olan tutkusu erken yaşta başladı.
Şiir yazmaya ortaokul sıralarındayken başlayan; ilk şiirini 15 yaşında ‘Gerçek Dergisi’nde yayımlanan yazar için şiirler yaşamı boyunca her zaman ilk sıradaydı…
Kendisine, Ahmed Arif’in şiirindeki temalarla ve söylemlerle yakın bir etkileşim içinde olduğu eleştirileri yöneltilen O; sonraki yıllarda bu değerlendirmeleri haklı çıkartırcasına, “Gençlik yıllarımda Nâzım Hikmet’le Ahmed Arif’ten esinlendim elbet. Hatta Ahmed Arif’ten etkilendim bile. Ama çabuk bildim yolumu ayırmayı. İlk kitabımdaki ‘Kan Taşı’ ve ‘Ay Vura’ adlı şiirlerimde Ahmed Arif’in mısra yapısını, deyiş özelliğini, çok ters bir yerde ‘hece vezninde’ kırmayı, terk etmeyi denedim. (…) bugün geriye dönüp baktığımda Ahmed Arif’in şiiriyle arama hayli uzaklık girdiğini görüyorum,” demişti.
Oktay, ilk şiirini yayımladıktan bir süre sonra öğrenimini yarım bırakarak çalışmaya başladı. 20 yaşındayken ‘Mavi’ hareketinin içinde yer aldı; aynı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin rol oynadı. Şiir, deneme ve eleştirileri, dönemin önemli edebiyat dergilerinde yer almaya başladı.
‘Gölgeleri Kullanmak’ adlı ilk şiir kitabını 30 yaşında yayınladı, toplumcu gerçekçilik çizgisindeki dizeleriyle sosyal meselelere odaklanan şiirler kaleme aldı.
‘Dişi Kurt’ başlıklı oyunu da, 1974’te Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi.
1950’1erdeki şiirlerinde Ahmed Arif’ten etkilendiği gözlenirken, 1960’lardan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla ‘İkinci Yeni’ye yöneldi. Şiirin olgunluk döneminde biçim gösterilerine kaçmadan yalın bir teknikle yazdı.
Edebiyat ve basın dünyasında bilinen adıyla Ahmet Oktay, 1933’te Ankara’da doğdu. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ankara’da İstatistik Genel Müdürlüğü’nde (bugünkü DİE) görev yaptı.
1961’de ‘Yeni İstanbul Gazetesi’ Ankara Bürosu’nda parlamento muhabiri olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. ‘Ankara Ekspres’, ‘İktisat ve Piyasa’, ‘Vatan’ gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştı.
1975’te İstanbul Radyosu’na geçti. Daha sonra TRT’den istifa ederek önce ‘Akajans’, ardından da ‘Dünya Gazetesi’ haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978’de yeniden TRT’ye döndü.
1982’de emekliliği ardından ‘Milliyet Gazetesi’ne geçti. 1993’te yazı işleri müdürlerin biri olduğu Milliyet’ten ayrıldı.
* * * * *
Doğan Hızlan’ın, “Modayı bilir ama ona kapılmaz. Şairliği, bilgi hattı ile bilgeliğin karışımıdır,” diye tarif ettiği Ahmet Oktay, “Şair kimliğimi ikincileştirdiğim, yazarlığımı öne çıkardığım ya da buna vesile olduğum için kızmıştır bana. Kendimi öncelikle şair saydım. Şiir yaşamım boyunca öncelikliydi,” derken; şiir yaşamı boyunca etkili olsa da popüler kültürün oluşumuyla ilgili değerlendirmeler yaptığı kitaplar yazmaktan geri durmadı. 80’lerden sonra ortaya çıkan geri çekilmeyi kavrayabilmek için ideoloji sorunuyla ilgilendi.
Müthiş bir zenginliğe denk düşen yaratıcılığının zemin ve sınırları yine Onun kaleminden şöyleydi:
“Bir yazarın belli bir dünya görüşünün sahibi olması, onun yansız ve bilimsel bir yapıt üretmesini engellemez. Yeter ki o yazar nesnel ve bilimsel olmayı bir yazarlık borcu, namusu ve görevi, kısaca kendisinin varlık nedeni saysın.”[3]
“Yazar metnine değil de ‘gamzesine’, ‘aşk beyanına’, ‘seks gücüne’ güveniyorsa, edebiyat okuruna düşen, bunlara gülüp geçmektir. Yazar denebilecek insan, her zaman değilse bile, elden geldiğince medyanın uzağında durmalı, medyatik olmaktan kaçınmalıdır.”[4]
“… ‘Okur üretiliyor’ dedim. Kitap dergilerini inceleyelim, şunu saptayacaksınız hemen: Daha romanlar, vb. piyasaya çıkmadan, haklarında önceden yazılmış ‘eleştiriler’ yayımlanıyor. Yani okurlara, ‘alıcılara’ o kitapları nasıl okumaları gerektiği öğretiliyor. Açık söylemek lazım, bu düpedüz ‘ideoloji üretimi’dir.”[5]
“Benim gençlik dönemimde toplum böylesine boyun eğmemişti. Umutları vardı. Savaşa, karşı koyma direnci vardı. Yaşadıklarımıza eleştirel bakabiliyorduk, biz. Biraz romantik kaçacak ama söyleyeceğim: Bizim dönemimizin son kertede bir ‘kalbi’ vardı. Artık sahte sözlerle, sahte duygularla yaşıyoruz. Medya dünyasının kartondan figürleriyiz. Görüntülere tutsak olduk ve Guy Debord’un dediği gibi, ‘Gösteri Toplumu’nun doğal müttefikleri hâline getirildik. Haydi, hep bir ağızdan: ‘Yaşasın eğlence!’…”[6]
“O kadar yalıtılmış durumdayız ki, apartman komşumuzu yangından yangına görüyoruz.”[7]
“Yaşananı duyabilmek, nedenlerini kavrayabilmek ve ortadan kaldırılış biçimleri üzerinde düşünmek ve ortadan kaldırılış biçimleri üzerine düşünmek belirli bir şiddeti gerektirir. Benim temsil ettiğim, elbette, yazınsal bir şiddet. Siyasal düzeydeki şiddete de muhalif değilim. Sanatın kendisi şiddet zaten, devrimle ilişkisi de buradan kaynaklanıyor.”[8]
“Özgürlük, demokrasi ve eşitlik ilkelerini savundum ve hem törel hem siyasal yozlaşmaya karşı çıktım. Küreselleşmeci ve liberalist söylemin yanıltıcı, boyun eğdirici içeriğini açıklamaya çalıştım. Marksist solun birdenbire buharlaşmayacağını savundum. Çabamda başarılı ve etkili olup olmadığımı bilemiyorum. Ama başarılı olduğum umudunu taşımak istiyorum.”[9]
* * * * *
Evet, ‘Ağıtlar ve Övgüler’ başlıklı yapıtındaki, “İnliyor yaylı tambur: Yatalak/ bir hasta ya da/ dövülmüş bir çocuk. Zaman/ ve Hayal!/ tükettiler beni. Her hatıra/ korkunç: Ayak seslerim/ yankılanıyor koridorlarında,”[10] dizeleriyle O buydu…
Yani, yaşamını şiire, düşünceye adamış nadir aydınlardan birisiydi. Her zaman yaptığı işi ciddiye alan ciddi birisiydi.
Kurcalayıcı, didikleyici bir aydındı.
Onu kaybetmek çok ağır…
Kolay mı? “Şair öldü. Güçtür Şair’in öldüğüne inanmak. Çalışkan, verimli, alçakgönüllü, düşünce dünyası zengin usta bir yazardı aynı zamanda Ahmet Oktay. Şiirine hakkı verilmemiş olduğunu biliyorum…
Hem güncel konularda kalem oynatma olanağı verdiği için, hem de yazarı gündemde tuttuğu için. Ahmet Oktay kendi isteğiyle, ‘zamanı geldi’ deyip ama esas edebiyatla daha çok vakit geçirmek için bırakmıştır köşe yazarlığını…
Adam kayırmalar, kişisel ihtiraslar, ayak oyunları, sığ kavgalar içinde yitirilen edebiyat dünyamıza ‘Romanımızda Ölçüt Sorunu’ diyerek, önemli bir tartışma kazandırdı. İkircikli aydınların dünyasına doğrudan müdahil oldu, açmazlarını, oyalanmalarını yüzlerine vurdu. Post-modern savrulmaları erkenden fark edip, burada yükselen yazar tipini, kolaycılığı eleştirdi… Edebiyat kulislerinden yardım beklemedi, bir tür yaban olmayı göze alarak kendi denizinde yüzdü…
Sürekli dedikodu üreten edebiyat dünyamızın güvenli adasıydı Ahmet Oktay…”[11]
Onsuz, şimdi çok eksiğiz…
[*] Ümüş Eylül Hapishane Dergisi, Yıl:8, No:30, Ocak-Şubat-Mart 2019…
[2] Ahmet Oktay, Kırlaştı Saçlarım/ Az Kaldı Kışa, Sel Yay., 1996.
[3] Ahmet Oktay, Hürriyet Gösteri, Mart 1994.
[4] Ahmet Oktay, Evrensel, 10 Şubat 2006.
[5] Ahmet Oktay, Mesele Dergisi, Şubat 2007.
[6] Ahmet Oktay, Dünya Cumartesi, Pazar, 9-10 Ekim 2004.
[7] Ahmet Oktay, Negatif Dergisi, Mayıs 1995.
[8] Ahmet Oktay, Demokrasi Gazetesi, Mayıs 1996.
[9] Ahmet Oktay, Milliyet Gazetesi Temmuz 1999, veda yazısından.
[10] Ahmet Oktay, Ağıtlar ve Övgüler, Telos Yay., 1991.
[11] Enver Aysever, “Edebiyatımızın Pusulası Kırıldı!”, Birgün, 6 Mart 2017, s.12.
- Bilgi ve Bilimsel Düşünce* - 1 Aralık 2023
- Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak* - 12 Mart 2023
- Unutul(a)mayan yazar(lar)dan* | Temel Demirer - 14 Eylül 2022