Sessizlik Duvarının Ardında: Gazze’de Kayıp Bir İnsanlık

Tarih, yalnızca zaferleri değil, görmezden gelinen suçları da kaydeder. Bugün Gazze’de yaşananlar, bir halkın sistematik olarak açlığa, yoksulluğa, bombalara ve yıkıma mahkûm edilmesinin ötesinde, modern dünyanın vicdanının nasıl iflas ettiğini gözler önüne seriyor. Artık yalnızca İsrail’in değil, ona koşulsuz destek veren Batı’nın da suç ortaklığıyla şekillenen bir yıkımın içindeyiz. Ve bu yıkımın en ağır yükü, ellerinde oyuncaklarıyla gömülen çocukların sessizliğinde yankılanıyor.

Filistin yalnız değildir, ama yalnız bırakılmıştır. Savaş uçaklarının sesiyle örtülen bu yalnızlık, yalnızca toprağa düşen bedenlerin değil, dünya kamuoyunun da susturulmuşluğudur. Batılı devletler, başta ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa yalnızca diplomatik suskunlukla değil, doğrudan askeri ve lojistik destekle bu trajedinin ortak failleridir. Sağladıkları silahlar, sessizlikleri ve ikiyüzlü “meşru müdafaa” söylemleriyle, modern bir Haçlı sessizliğinin sponsorlarıdırlar.

Demokrasi ve insan hakları vaazlarıyla kurulan Batı hegemonyası, Filistin’de sergilenen çıplak vahşet karşısında tüm maskelerini düşürmüş durumdadır. Kapitalist merkezlerin “medeniyet” adına yürüttükleri bu söylem, en nihayetinde kâr maksimizasyonu uğruna Ortadoğu’da akan kana kayıtsız kalmaktadır. Bu sadece ahlaki bir çöküş değil, aynı zamanda siyasal ve tarihsel bir suça ortak olmaktır.

Bugün Gazze’de yaşananlar, yalnızca savaşın değil, küresel adaletsizliğin, emperyal tahakkümün ve ırkçı üstünlük tasavvurlarının bir sonucudur. İsrail’in kendisini sürekli olarak Batı’nın ileri karakolu olarak konumlandırması, onu dokunulmaz kılmıştır. Ancak asıl dokunulmazlık, bu şiddeti mümkün kılan yapısal düzeneklerin sorgulanmadan sürdürülmesidir.

Batı’nın sömürgeci tarihi, bugünkü sessizliğinde yankı bulmaktadır. Aynı Batı, 20. yüzyıl boyunca Avrupa Yahudilerinin maruz kaldığı soykırımı bir tarihsel borç gibi İsrail devletine tahvil ederken, bu borcun faizini Filistin halkına ödetmiştir. Artık hesap zamanı gelmiştir. Bu hesap, yalnızca diplomatik düzlemde değil, insanlık vicdanının en derin mahkemesinde verilecektir.

Hamas’ın sivilleri hedef alan saldırıları, ne kadar kınanmayı hak ediyorsa, İsrail’in topyekûn kuşatma ve imha siyaseti de o kadar lanetlenmelidir. Ancak burada durmak yetmez: Asıl sorumluluk, Batı’nın bu kanlı denklemin mimarı oluşundadır. Ortadoğu’daki her kurşunun, her yıkımın, her aç çocuğun ardında Batı’nın sermaye ve güvenlik ittifakları yatmaktadır. Ölen her çocuğun kanı, yalnızca İsrail’in değil, Berlin’in, Paris’in, Londra’nın, Washington’un da ellerindedir.

Sözde tarafsız medya organlarının ve uluslararası kuruluşların acz içinde suskun kalmaları ya da her iki tarafa da eşit mesafede duruyormuş gibi yapmaları, suça ortak olmanın başka bir biçimidir. Bu suskunluk, emperyal düzenin ahlaki iflasını belgeleyen en gür çığlıktır.

Bugün Gazze’de yaşanan, yalnızca bir askeri operasyon değil; bir uygarlığın kendi içinden çürüyüşüdür. İnsan hakları söylemlerinin maskesi düşmüştür. “Demokrasi ihracı” söylemi, tank paletlerinin ve kuşatma haritalarının altında ezilmiştir. Filistin’de ölen yalnızca çocuklar değil; aynı zamanda Batı’nın sahte hümanizması, liberal değerleri ve evrensel insanlık iddiasıdır.

Bu dünyada gerçek barış, ancak egemenlik ilişkilerinin, sınıfsal sömürünün ve emperyal tahakkümün yerle bir edilmesiyle mümkündür. Aksi hâlde, biz sadece yeni soykırımların eşiğinde daha rafine sessizlik biçimleri üretmeye devam ederiz.

O sessizlik ki, bazen bombalardan daha çok can yakar.