Türkiye’nin yakın siyasi tarihine damgasını vuran ‘367 kararı’nın üzerinden 18 yıl geçti. O dönem anayasal normların nasıl eğilip bükülebildiğini gözler önüne seren bu karar, Türkiye’nin bugünkü siyasi atmosferine dair ipuçları taşıyor. Bugün ise benzer şekilde Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptaliyle ilgili ortaya atılan iddialar gündemde. Diken yazarı Murat Sevinç, bu tartışmanın ‘367 sürecini’ anımsattığını belirterek, rejimin değiştiğini ve mevcut tartışmaların bu değişimin doğal sonuçları olduğunu vurguluyor.
2007’de ‘367 Krizi’: Hukukun Eğilip Büküldüğü Günler
2007 yılında, Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde TBMM’de en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiği yönündeki iddia, hukuki bir temele dayanmamasına rağmen Türkiye’nin siyasi gidişatını kökten değiştirdi. Seçimin ilk turu için böyle bir yeter sayı aranmasına yönelik bir anayasa maddesi ya da içtüzük kuralı olmamasına rağmen, muhalefet bu tezi savundu ve Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı.
Anayasa Mahkemesi, bu ‘uydurulmuş’ kuralı benimseyerek cumhurbaşkanı seçim sürecini iptal etti. O dönem AKP ve destekçileri, bu kararı lehlerine çevirmekte gecikmedi. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören anayasa değişikliği, referanduma sunularak kabul edildi. Böylece Türkiye’de siyasal sistemin değişimine giden yolun taşları döşendi.
Sevinç’in yazısında belirttiği gibi, bu kararın en büyük mağdurları, süreci başlatan ve hukukun keyfi yorumlanmasına kapı aralayan muhalefet oldu. Sonuç olarak, 2007’de başlatılan süreç, 2017’de Türkiye’yi bir başkanlık rejimine götüren referandumla doruk noktasına ulaştı.
Bugün: Ekrem İmamoğlu’nun Diploması Tartışması
Aradan geçen 18 yılda Türkiye’de hukuk anlayışı daha da değişti. Sevinç’in ifadesiyle, artık anayasa metinleri bile tartışmaya açık değil; çünkü anayasa ‘askıya alınmış’ durumda. Hukukun temel ilkeleri dahi göz ardı edilebiliyor.
Bugün de Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını tartışmalı hale getirmek için diplomasının iptali meselesi gündeme taşınıyor. Sevinç, bu iddiaların saçmalığını vurgulamakla birlikte, aynı zamanda gündemin sürekli olarak bu tür tartışmalara sürüklenmesini de bir strateji olarak görüyor. Ona göre, 2025 Türkiye’sinde, bir insanın 30 yılı aşkın süre önce aldığı ve yasal geçerliliği olan bir diplomayla ilgili iddialar üzerinden siyasi bir engelleme yapılması başlı başına bir fantezi. Ancak, geçmişte olduğu gibi, bugün de mesnetsiz iddialar, gündem yaratma çabasıyla kamuoyuna sunuluyor.
Sevinç, İmamoğlu’nun diploması meselesinin, sadece bir belediye başkanının siyasi geleceğiyle ilgili olmadığını, aslında vatandaşların ‘kazanılmış haklarıyla’ doğrudan bağlantılı olduğunu vurguluyor. Mevcut iktidarın, halkın seçme ve seçilme hakkını sürekli olarak sınırlandırmaya çalıştığını belirten Sevinç, geçmişte yaşanan 367 krizinin sonuçlarını hatırlatarak, benzer şekilde hukukun araçsallaştırılmasının yeni ve daha büyük krizlere kapı aralayabileceğini ifade ediyor.
Sonuç Yerine: Rejim Değişti, Şimdi Ne Oluyor?
Sevinç’e göre, Türkiye’de artık ‘rejim değişiyor’ ifadesi doğru değil; çünkü rejim çoktan değişti. 2016’daki darbe girişimi sonrası OHAL düzenlemeleriyle başlayan süreç, 2017 referandumu ile yeni bir yönetim biçiminin kalıcı hale gelmesine neden oldu. Bugün yaşananlar, bu rejimin kendine özgü yöntemleriyle yoluna devam etmesi.
İmamoğlu’nun diploması gibi konular, siyasi bir manipülasyonun ötesinde, Türkiye’de hukukun nasıl işlediğini, daha doğrusu artık nasıl işlemediğini gösteriyor. Sevinç’in vurguladığı nokta, bu tür olayların sadece bireysel figürlere yönelik olmadığını, tüm vatandaşların haklarının tehdit altında olduğunu anlamanın gerekliliği.
Diken’de yayımlanan yazısında Sevinç, geçmişten alınması gereken derslerin unutulmaması gerektiğini belirterek, iktidarın hukuku kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirme pratiğinin uzun vadeli etkilerine dikkat çekiyor. 367 kararıyla başlayan süreç, bugün artık farklı biçimlerde ama aynı özde devam ediyor: Hukuk, bir araç olarak kullanılmaya devam ederken, yurttaşların hakları birer birer aşındırılıyor.