2024: Türkiye’de Kadın Cinayetlerinin Korkunç Tablosu

2024 yılı, Türkiye’de kadınların yaşam hakkı açısından adeta bir kara yıl oldu. Yıl boyunca erkekler tarafından katledilen 421 kadın ve şüpheli ölümler kapsamında kayıtlara geçen 77 trajedi, toplum olarak ne kadar derin bir krizle karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu cinayetler, yalnızca bireysel şiddetin değil, sistematik bir sorunun habercisi.

Kadınların Kanı Üzerinden Bir Yıl Daha

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun açıkladığı veriler, kadınların güvende olması gereken evlerinde bile korunamadığını gösteriyor. Katledilen 421 kadının büyük çoğunluğu (%56) evlerinde öldürüldü. Şiddet faili erkeklerin büyük bir kısmı eşler, eski eşler, partnerler ya da aile bireyleri. Kadınlar, en yakınlarındaki erkekler tarafından hayatlarından koparılıyor.

Daha da korkuncu, bu yıl kadınların %54’ü ateşli silahlarla, %21’i ise kesici aletlerle öldürüldü. Boğularak öldürülenlerin sayısı bile azımsanamayacak düzeyde. Kadınlar adeta savaşın ortasındaki sivil kurbanlar gibi sistematik bir yok edilme sürecine maruz kalıyor. Peki, buna neden olan dinamikler nelerdir?

Sistematik Şiddetin Kaynağı: Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği

Türkiye’de kadın cinayetleri, bireysel öfke patlamaları ya da münferit olaylar değildir; kökleri toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanır. Kadınlar, ekonomik bağımsızlıkları kısıtlandığı, kamusal alanda erkeklerle eşit şartlarda var olamadığı ve eğitimde fırsat eşitsizliği ile karşı karşıya bırakıldığı sürece, bu döngüden kurtulmamız imkansız.

Medeni durumlarına bakıldığında öldürülen kadınların büyük çoğunluğunun evli olduğu görülüyor. Bu durum, evlilik kurumunun kadınlar için bir güvence değil, aksine bir tehdit haline geldiğini kanıtlıyor. Kadınlar, en çok sevmesi ve koruması gereken erkeklerin şiddetine maruz kalıyor.

Devletin Sorumluluğu: Yasalar Var, Uygulamalar Eksik

Türkiye, kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik güçlü yasal düzenlemelere sahip olsa da, bu yasaların uygulanmasında ciddi sorunlar var. 6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi belgeler, kadınların korunması için kritik önemdeydi. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, bu mücadeledeki en büyük geri adımlardan biri oldu. Bu kararın ardından kadın cinayetlerinin artış göstermesi tesadüf değildir.

Ayrıca kadınların korunması için oluşturulan mekanizmaların yetersizliği de dikkat çekici. Acil durum hatları erişilebilir değil, sığınma evlerinin kapasitesi sınırlı ve hukuki süreçler kadınların lehine işletilmiyor. Şüpheli ölümlerin titizlikle soruşturulmaması, kadınların adalet arayışında yalnız bırakıldığını ortaya koyuyor.

Medya ve Toplumsal Algı: Şiddetin Normalleştirilmesi

Kadına yönelik şiddetle mücadelede medyanın rolü de kritik. Ancak medya, bu cinayetleri genellikle “kıskançlık krizi” ya da “aşk cinayeti” gibi ifadelerle romantize ediyor. Bu dil, şiddeti meşrulaştırıyor ve failin davranışlarını mazur göstermeye çalışıyor. Kadınların öldürülme nedenleri “güvenlik kameralarına yansıyan” anekdotlarla sınırlandırılıyor; cinayetin ardındaki toplumsal yapı göz ardı ediliyor.

Kadınların Özgürlüğü, Toplumun Özgürlüğü

421 kadın, yalnızca 2024 yılında erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybetti. Bu cinayetler, toplumun yarısını oluşturan kadınları sindirme ve özgürlüklerini kısıtlama çabasının bir parçası. Ancak kadınların özgürlüğü, bir toplumun özgürlüğü demektir. Bu sorunu çözmeden daha eşit ve adil bir toplum hayal etmek mümkün değil.

Kadınların yaşam hakkını savunmak, yalnızca kadınların değil, insanlığın meselesidir. Bu hak, hiçbir koşulda tartışılamaz ve geciktirilemez. Şimdi, 2025’e adım atarken, kadınlar için adalet ve eşitlik mücadelesini daha güçlü bir şekilde sürdürmekten başka bir yolumuz yok.