Bütün duyguların bir arada, iç içe yaşandığı nadir günler, olaylar olur. Hepsi birden hücum eder, bir birine geçer, karışır hangisinin hakim olduğunu, hangisinin öne çıktığını bilemez olursun.
Yıllar sonra bu gün yine aynı duyguları yaşıyorum, hala karar veremiyorum, hangi duygu, hangi düşünce öne geçen, hangisi baskın.
İşe gitmeye hazırlanıyorum, evden çıkmadan son kez gün ortası haberlerini izliyorum. Bildik bir muhabir, Tayfun Talipoğlu, arkasında yanan bir otel, “Kuşatıldılar” diyor, ya da öyle bir şey…
Hızla dönüyorum, ekrana kilitleniyorum, biliyorum haftalar öncesinden haberim var, Pir Sultan Abdal Dernekleri, Sivas’ta Pir Sultan anması yapacak…
Çok sayıda katılımcı, iyi bir programı var.
Gitmeyi düşünmüştüm, iş güç, çocuklar… her şey bahanesi oldu gidemedim.
Kimler var Otelde, kimler kuşatıldı.
Bu ateş, bu yangın kimleri yakacak bilmiyorum. Ama bir can, tek bir canın kılına zarar gelse içim yanacak biliyorum.
Acı, üzüntü, öfke, çaresizlik… her şey bir insanın bin senede yaşayacağı, hissedeceği bütün duygular bir anda hücum etmiş gibi altında eziliyorum.
Ne yapacağımı bilmiyorum.
İşe gidecektim, gidemiyorum. Oturamıyorum ayaktayım, TV karşısında gidip geliyorum. Arada bir sayıp sövüyorum…
O gün işe gidemedim, arayıp rahatsızım dedim, işe gitmedim. Nasıl gidecektim, nasıl çalışacaktım ki…
Yine aynı spiker, yorgun üzgün, o da belli ki çaresiz. “Dört saat oldu” diyor. Sonra “Beş” sonra, “altı”… Canlı yayında bir cinayet, bir katliam izliyorduk. Tam da Yaşar Kemal’in dediği gibi, “Acının dili, dini, ırkı, rengi yok. Ölümü izlemek insanlığa yakışmaz vebali hepinizin”
Ordu yok, polis yok.
Devlet yok.
Son anlar, kalabalık dağılmış, içerde sağ kalanlar kurtarılıyor itfaiye merdiveninde tanıyorum onu, Aziz Nesin. Biri çekip çekiştirip aşağı atmaya çalışıyor.
Bitkin yorgun, zor tutunuyor hayata…
Nerede o güruh, nerede o gericiler tayfası, bu kadar kolay mıydı? Havaya sıkılacak üç mermiye mi bakıyordu her şey? Peki, o mermiler havaya havaya daha önce neden sıkılmadı?
Neden beklendi onca zaman…
Gelen telefonlar, ağlamaklı sesler, çaresizlik, uzakta olmanın, koşup yetişememenin çaresizliği. Burada olsalar sarılıp ağlayacağım dostlarım, arkadaşlarım hepsi üzgün hepsi ağlamaklı, perişan.
Demirel açıklama yapıyor, sonra Başbakan Çiler, bir şey olmamış gibi rahatlar. Dışarda biriken, çoğalan kalabalık güruha bir şey olmadığı için mutlular.
İçerdekiler, yananlar, yaralı kurtulanlar hala kimsenin umurunda değil, kaç kaybımız var, kaç kez yandı yüreğimiz hala bilmiyoruz.
Sonra, çok sonra öğreniyoruz. 33 can, iki otel çalışanı yanarak, dumandan boğularak yaşamını yitiriyor.
Şair, yazar, ozanlar, gençler…
Türküler, şiirler, öyküler, romanlar yandı…
Umutlar ve sevdalarımız yandı…
İnsanlığımız yandı.
O günü hayatımdan hiç çıkmadı, defalarca yaşadım o günü. Onu takip eden günleri. Alevi kültürü için de büyümüş, yakından bilendim. Ama duyduğum acı, yaşadığım kederin nedeni bu değildi.
Bir ülke, bir yangınla insanlığını kaybediyordu…
Yıllar sonra, 2 Temmuz 2004 günü hemen sonrası, mail gruplarına düşen bir mail. “2 Temmuz günü, canlarımızı anmaya katılanların sayısı beni utandırdı” diyordu. İletiyi yazan, Avusturya Alevi Federasyonundan Kemal Soylu arkadaş, “Bir şeyler yapmak lazım” diyerek bitiriyordu sitemini.
Evet, bir şeyler yapılmalıydı.
Ama ne?
İlk aklıma gelen, bir İnternet sitesi kurup, 2 Temmuz 1993 günü ve sonrasında yaşanan ne varsa belgelemek amacıyla toplamak. Bu siteden, Madımak Oteli’nin bir ibret müzesine dönüştürülmesi talebiyle imza kampanyası başlatmak.
Bunu kimse ile paylaşmadan, önce olabilirliğini görmek için site kuruluşu ve işletilmesini hayata geçirmem gerekiyordu.
Şansım iyi gidiyordu. Siteyi oldukça yetkin bir arkadaş gönüllü üstlendi. En kısa zamanda site yapımı bitmişti. Siteden imza formaları indirilebildiği gibi imza da veriliyordu. Bunun dışında 2 Temmuz günü ve sonrasında yaşanan tüm gelişmeler, özelikle mahkeme sürecini belgeleyen belge ve bilgiyi sitede topladık.
Sitemizin ilk haberini, 21 Temmuz 2004 günü Cumhuriyet Gazetesi verdi. İlk ilgilenen ve imza veren gazeteciler, yazarlar, Ece Temelkuran, Cem Dündar, Cezmi Ersöz oldu.
Alevi kurumları, dernekleri ve federasyonları öncelikle temkinli yaklaştı. Eleştirerek uzak durdular. Bu süreçte yaşanan, insanı umutlandıran gelişmeler olduğu gibi üzen olaylarda yaşadık.
Bir yıl sonunda, siteden yapılan çağrılara, Alevi kurumların da katılmasıyla olay basında beklendiğinden fazla ses getirmeye başladı. Madımak Utanç Müzesi fikri giderek toplumda bir karşılığı olan talep olmaya başlamıştı.
Oysa biz başladığımızda, Sivas’ta böyle bir şeyin geçekleşme olasılığının olmadığı, bunun bir hayal olduğu söylenirken, devletin böyle bir talepte bulunmak yerine Alevi kurumlarının kendi aralarında para toplayarak oteli satın alması ve müzeye dönüştürmesi önerileri yapılıyordu.
Bunlar baştan katılmadığım düşüncelerdi. Benim için devletin bu olaydaki sorumluğu, oraya toplanan binlerce gerecinkinden daha ağırdı. Ve devlet bu sorumluğunun gergini yerine getirmeliydi.
2 Temmuz 1993 günü, yerine getirmediği görevini şimdi Madımak Otelini Utanç Müzesi yaparak üstlenmeliydi.
2 Temmuz 2005 günü yaklaştıkça siteden yaptığımız çağrılarla, karanfillerimizle Sivas’ta olacağımızın duyurusunu yapmaya başladık.
2 Temmuz 1993 günü Sivas’a vardığımızda Ali Baba Mahallesinde toplananların bir sene öncekinden çok kalabalık olduğuna herkes şaşırıyordu. Ardı ardına gelen otobüsler, Ali Baba Mahallesindeki inşaatı sürmekte olan Cem Evinin önünde birikiyordu.
Oysa daha bir yıl önce, Madımak Otelinde korkunç bir yangında kaybettiğimiz aydın, yazar ozan ve gençlerimiz için gelenlerin sayısı 24 kişiydi…
Ali Babadan, yürüyüşe geçildiğinde sayımızın 3 binden fazla olduğunu görerek şaşırmıştık. Oysa olması gereken buydu. Daha kalabalık, daha kalabalık olmamız gerekiyordu. O da gelecek yıllarda olacaktı.
Oldu…
2 Temmuz 2006 günü Madımak Oteli önünde toplanan, “Madımak Utanç Müzesi” olsun diyenlerin sayısı artık on binlerle anılıyordu.
Sessiz sedasız, bir internet sitesiyle başlayan talep artık kitleselleşmiş geniş kitlelere mal olmuştu. Bu yolculukta, çok emeği olan, beni destekleyen, güzel insanlar oldu. Hepsinin benim hayatımda ayrı özel bir yeri oldu ve olmaya devam ediyor.
Şimdi yıllar sonra, o büyük yangının üzerinden bunca zaman geçmişken, o güzel insanları bir daha anarak, anıları önünde saygı ile anıyorum.
Onların hayatlarını kaybettiği o otel bu gün Otel değil, altında da Kebap salonu yoksa, bunda sevgili arkadaşlarım; Ergin Topçu, Fadik Koç, Ali Haydar Timisi, Recai Aksu, Fevzi Gümüş ve Bektaş Kılıç arkadaşlarımın payı çok büyük…
- Hız Sınırlarını Aşmak ve Ortadoğu’nun Çaresizliği - 15 Aralık 2024
- Kozmik Birlik: Hepimiz Yıldızların Çocuklarıyız - 9 Ekim 2024
- İçsel Yolculukta Aldığımız Yaralarla Ayağa Kalkmak - 25 Mayıs 2024