1990’lar, yeni-sağ düşüncenin dünyada popüler olduğu bir dönem. Her ne kadar gazeteler, “ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher, Türkiye’de Özal” gibi özdeyişler icat etse de, 1990’lar Türkiye’sinin dünyadaki tek karşılığı, 1980 başında (24 Ocak) kendisine verilen yapısal uyum ev ödevini başarıyla yürütebilen, küresel kapitalizmin başına bela olmaktan çıkmaya başlamış bir ülke olması. Turgut Özal da -hakkını yemeyelim- ev ödevini bihakkın yerine getiren; ülkede neoliberal yapısal uyumu “başarıyla” icra eden bir lider.
1990’ların ikinci yarısında Türkiye Taşkömürü Kurumu ile bu iş yerinde örgütlü, Zonguldak Genel Maden-İş Sendikası arasında toplu iş sözleşmeleri görüşmeleri başlar. Ancak Cumhur-başbakanı Turgut Özal, işçilerin istediği ücretleri tartışmaya bile gerek görmez. Üstelik mevzu artık işçinin yüksek ücret istemesi, hükümetin de bu rakamın altında bir ücret teklif etmesi noktasını çoktan aşmıştır. Özal, kamuya bağlı bu kurumların zarar ettiklerini, kurumlardan elde edilen gelirin hâlihazırda verilen ücretleri bile karşılayamadığını söylemektedir; ona göre, kurumların acilen tasfiye edilmeleri gerekmektedir.
Aralık 1990’da, Zonguldak’ta 48 bine yakın maden işçisi greve gider. 3 Aralık’ta Türkiye 1. Esnaf Sanatkârlar Şurası’nda konuşan Özal, greve giden işçilere yönelik “…artık havadan para kazanma yolu kapanmıştır. Kimse fiyaka yaparak, bağırıp çağırarak, hakkı olmadığı ücreti alamaz.” der.
1991 yılının Ocak ayına gelindiğinde, Türkiye Taşkömürü Kurumu ile anlaşma sağlayamayan Genel Maden-İş Sendikası, Ankara’ya doğru yürüyüş kararı alır. Sevkuthan Nevsuhan, Siyah-Beyaz-Metis Güncel yayınlarından çıkan Eylem Günlüğü Zonguldak Maden Grevi ve Yürüyüşü (Araştırma – Röportaj) başlıklı kitabı için Şemsi Denizer’le yaptığı röportajda, Denizer’in, yürüyüş kararını ta o zaman alınmış olduğunu aktarır. Denizer, “20 Aralık’a kadar Türkiye İşçi Sınıfı’nı yürüyüşe ve eylemliliğe hazırla[lanıp], bunu Aralık sonundaki Türk-İş eylemliliği ile birleştirmek” niyetinde olduklarını belirtmektedir.
Yürüyüş kararı Ocak ayı başına sarkar. 3 Ocak 1991’de yaklaşık 100 bin kişi Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçer; işçiler aileleri ile birlikte yürümektedirler. Yürüyüşün temel sloganı Ölüm Olsa Sonumuz, Ankara’dır Yolumuz olarak belirlenir. 5 Ocak tarihli Hürriyet gazetesi, yürüyüşçülerin otobüslerle Ankara’ya gelmesine izin verilmediğini sürmanşete taşırken Adım Adım Geliyorlar başlığını atar.
Denizer, Nevsuhan ile röportajında grev ve ardından gelen yürüyüş kararının sadece ücret artışı ile alakalı olmayıp, bir iktidar perspektifi taşıdığını da vurgulamaktadır. Ona göre “Demokrasi mücadelesi. Türk insanının, Türk çalışanının isteklerinin gerçekleşmesi mücadelesi. Şunu hesapladık… Türkiye’de sömürü çarkının ters dönebilmesinin tek yolu, halkın kendi oylarına, kendi yönetimine el koyabilmesi ile mümkündü ve bunun yolunu açmalıydık”
Eylemin amacı, ANAP hükümetini istifa ettirmektir. Zaten yürüyüş boyunca atılan Silkele Başkan Düşeceklersloganı da, grev ve yürüyüşteki siyasal nüveyi güzel bir şekilde özetlemektedir. Hükümet istifa edecek, seçimler yapılacak ve Denizer’in ifadesiyle, “Yeni bir parlamento, emekten yana, demokratik bir parlamento” kurulacaktır. Yürüyüşçüler arasında, Özal’ın ailesiyle birlikte ülkeden kaçmak için ANA uçağını hazırda beklettiği dedikoduları da yayılmıştır.
Gelişmeler, pek de beklendiği gibi olmaz. Yürüyüşçüler daha Dorukhan Tüneli’ne geldiklerinde barikatlarla karşılaştılar. Bu barikat aşılır. Ancak kortej Mengen’e geldiğinde ulaşım, polis ve askeri birlikler, belediyeler ve kamu kurumlarına ait iş makinaları vb. ile tam anlamıyla engellenmiştir. Bu arada hükümet yetkilileri ile sendika, daha doğrusu Genel Başkan Şemsi Denizer arasındaki görüşmeler de sürmektedir. Denizer, sadece hükümet yetkilileri ile değil, kendi konfederasyonu ve diğer sendikalarla da görüşmeler yapar; destek ister. Grevi tüm Türkiye’ye yayma kararı prensip olarak kabul edilir. 6 Ocak’ta diğer sendikaların yetkilileri ile yapılan görüşme sonunda sendikacılar “Kendi örgütleriyle görüşüp, bir hafta sonra konuyu yeniden değerlendirme” kararı alarak dağılırlar. Denizer, Nevsuhan’a sendikacıların bu tavrını samimi bulmadığını belirtmektedir. Haklıdır da, sonuçta diğer sendikalardan etkin bir destek de gelmeyecektir. Hatta Denizer’i ziyaret eden Türk-İş heyeti de eylemin sonuçlandırılması ve işçilerin Zonguldak’a döndürülmesi tavsiyesinde bulunur. Denizer’in sendikasının Türk-İş konfederasyonuna bağlı bir sendika olduğunu da not edelim.
Sonuçta Şemsi Denizer de geri dönme kararı alır. Eylemi devam ettirmek isteyen işçileri de susturan Denizer, hükümet yetkilileri ile görüşmek üzere Ankara’ya yola çıkarken, İşçiler de Zonguldak’a dönmeye başlarlar.
Eylemin sonlandırılmasının ardından, dönemin Çalışma Bakanı İmren Aykutile Denizer arasındaki resmi görüşmelerin başlamasına günler kala ABD Irak savaşı patlak verir. Savaş 16 Ocak’ta başlarken görüşmeler 21 Ocak’a sarkmıştır.
6 Şubat 1991’de görüşmeler sona erer ve toplu sözleşme imzalanır. Ancak bırakın işçilerin istedikleri ücretleri ya da ona yakın bir ücret alabilmesini; imza atılan ücret, hükümetin Kasım 1990’da teklif ettiğinden bile düşüktür.
Eylem ve grev kararı işçiler için bir kazanım sağlayamasa, hatta daha düşük ücretlere çalışmak zorunda kalmalarına neden olsa da Denizer için durum farklı olacaktır. Denizer, 1991 seçimlerinde SHP Zonguldak Milletvekili Adayıolur, ancak seçilemez. 1992 yılında Türk-İş Genel Sekreterliğine seçilir.
Denizer, 6 Ağustos 1999’da uğradığı silahlı saldırıda öldürülür. Katil zanlısı olayın bir borç-alacak meselesi yüzünden çıktığını söyler; olay kapanır.
1991 Zonguldak Maden İşçileri Grev-Yürüyüşü, içinde barındırdığı hata ve yanlışlarla işçi sınıfı tarihinde dikkatle okunması, ders alınması gereken bir tecrübedir.