Zamanın Ruhu

Çınar Oskay, iki hafta önce Hürriyet’in pazar ekindeki Kars röportajında bir lokantada içki servisinin masa altından yapıldığını anlatırken, “zamanın ruhu”yla açıklıyor bunu. Dönemin şartları ve “zamana uyma” gereği, yani.

“Zamana uymak”, bu fiyakalı kelimenin, “zamanın ruhu”nun, konformist açılımı (veya kapanımı). “Moda”ya çok uzak değil. Zamanın ruhunun daha iddialı, “pro-aktif”, iyimser açılımını ise, 90’larda çok kullanılan “çağı yakalamak” düsturu temsil eder.

Günlük siyasetteki kullanımı, kâh “dönemin icapları” pragmatizmine kâh “çağı yakalama” vizyonerliğine göz kırpıyor – veya, ikisinin muğlak bir ideal tertibine. Recep Tayyip Erdoğan’ın biyografisinin de yazarlarından olan Hüseyin Besli, yakınlarda, “Zamanın ruhu Erdoğan’da somutlaşır” (25 Ocak, Akşam) derken, dünya-tarihsel kadere hükmedecek bir ideal tertibin peşinde gibidir.

*

Abdullah Öcalan bundan beş yıl önce Diyarbakır’da Newroz kutlamalarında okunan mektubunda, “zamanın ruhunu okumak”tan söz etmiş; örneğin Mehmet Barlas da, “Abdullah Öcalan bile zamanın ruhunu yakalamışken …” diye yazarak değişime ve yeniliklere kapalı olanlara çatmıştı (21 Ekim 2013). Erdoğan, -o zaman başbakan-, 30 Eylül 2013’teki bir demokratikleşme paketini açıkladığı konuşmasında: “Türkiye’de millet, zamanın ruhunu kavramayı her zaman başarmış, millet devletin, bürokrasinin, hatta siyasetin önünde ilerlemiştir,” diyordu. O demokratikleşme paketinde, “farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünün açılması”, “toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yer ve güzergâhlarının belirlenmesinde sivil toplum örgütlerinin katılımın sağlanması”, “nefret suçlarıyla mücadele düzenlemeleri” gibi vaadler vardı.

Zamanın ruhu, o zamanlar, öyleydi. Az zamanda çok değişti. Zamanın ruhunun Türkçesi, belki de devrandır.

*

Zamanın ruhu kavramı, bir döneme hâkim olan düşünme ve hissetme tarzını, zihniyeti anlatır. Kolektif şuura ve şuur dışına kadar yayılabilen bir ruhsal iklim…

18 yüzyılda, Latince olarak doğdu bu kavram: genius saeculi, yüzyılın/çağın ruhu.[1] Alman filolog Klotz, 1760’da bu adla yayımladığı çalışmasında, belirli bir çağa mahsus olanı anlamayı sağlayacak zaman aşırı ölçütlerin ve kavramsal araçların neler olabileceğini sorgulamıştı. Romantik akımın öncülerinden filozof Herder, 1769’da yazdığı bir makaleyle bu zaman-aşırı yoruma itiraz ederek, belirli bir zamana mahsus olan, o zamanın mahiyetini tayin eden bir tinsel gücün varlığına işaret etti. Herder’in Latincesinin yerine kullandığı Almancası, Zeitgeist, başka dillerde de Almanca zikredilen bir kavram olarak yerleşti.

Herder, Zeitgeist’ı eski zamanların tecrübelerinden süzülüp gelen ve insana-topluma gelecek zamanlar için yol gösteren bir manevî güç olarak düşünür. Sıradan insan değil ama aklı eren kişi, zamanın ruhunun taşıdığı gücü kavrayabilir ve onu kullanabilir: “Bilgenin itinalı emin eli, doğru zamanlamayla zamanın ruhuna yön verebilir” – ve ekler: “ama ilke olarak ona teslim olmalıdır.”

*

Kemal Can, son yazısında muhalefetin siyaseten ve ahlâken “dönemin ruhuna” –yani iktidarın Ethos’una– uyma eğiliminden bahsederken, “Allah benzetmesin” ikazında bulunuyordu (link).

“Zamanın ruhu”na ters bakmanın da bir geleneği var…

Büyük dinlerin ana mahfilleri, modern çağda, zamanın ruhuna teslim olmama kaygısı gütmüşlerdir. Esas olarak, “zamanın sahibi”ne sadakatle, ezel-ebed olanı kollayarak, şu/buzamana özel bir anlam, bir güç, bir ruh atfedilmesinden tedirgin olur, zamanın ruhunda dünyevîleşme tehdidi görürler.

Zamanın ruhunu anlamaya çalışırken ona kapılmamaya da önem veren seküler eleştirel bakış, bu mesafeyi, statükoya karşı, konformizme karşı bir teyakkuzun gereği olarak görür. Zamanın ruhu, illâ bir hasım değil, ama bir teknik şartname de değil, bizzat meşgul olunacak bir dünya meselesidir, bu bakış açısından.

11 Eylül saldırılarında bir manipülasyonun varlığına dair iddiasıyla meşhur olan Zeitgeistbelgeseli (link), bütün zamanların ruhunu, iktidar merkezlerinin manipüle ettiği bir tahakküm tarihi olarak okumayı önerir.

Zamanın ruhu, zamanın ruhsuzluğu olarak, ruhsuzlaşması olarak da görünmez mi, görünmüyor mu bazen insana?

İyimserliğin-karamsarlığın, “çağı yakalama” oportünizminin veya dogmatikleşmiş bir “akıntıya karşı” reddiyesinin berisinde, tekrarlayalım, zamanın ruhunu anlamayı da önemseyen bir eleştirel bakış, iyidir. Felsefe, sırf zamanın ruhunun eleştirisi için de lâzımdır. Edebiyat da öyle.

*

Gaye Boralıoğlu’nun Dünyadan Aşağı’sı (link), muhtelif merceklerle okunabilecek bir roman. Bunlardan biri, zamanın ruhuna tutulan mercektir.

Romanın (anti-)kahramanı, kendince, zamanın ruhunu yakalamanın peşindedir: Babasından kalan lokantayı, İstanbul, Osmanlı ve etno-mutfak imajlarını pazarlayarak, zamanın ruhuna uygun olarak canlandırmaya heves etmiştir. Bu, “zamanın ruhu” temasının romanın yüzeyindeki, önemsiz bir görünümü.

Dünyadan Aşağı’da zamanla ilgili güçlü imgeler ve mecazlar olması, boşuna değil herhalde: “Zamanın perdesi”, “zamanın ağırlığı”, “zamanın tozu ve kiri”, “zamanın tozu dumanı”, “zamanın söndürdüğü ışık”, “zamanın cilveleri”… Zamanın hükmünü ve kudretini ifade eden bu ifadeleri, zamanın ruhunun tedaileri sayabiliriz. Zamanın ruhunun en düz, en maddî veçhesi de eksik değil: “zamanın parası”! Bir yandan da, zamanın ruhunu eteğinden çekerek, ona kısıtlarını gösteriyor: “Zamanın gündelik sınırları”, “zamanın sonu”… Roman, insan aklının bütün canlılar içinde “zamana en geniş şekilde hâkim olma yetisine sahip olduğunu” söylerken (s. 177), insanların bu yetiyi tasarruf etme yordamını ve ahlâkını, kahramanı üzerinden, herkes için sorguluyor.

Romanın, geçmişini şahane bir mağduriyet olarak okuyan, hayatının sorumluluğunu topyekûn oraya yıkan kahramanı; bütün başarısızlığına, için için bildiği ve ara ara teslim de ettiği bütün günahlarına, kusurlarına rağmen, yine de, “cennete gitme azmi”nden vazgeçmiyor. Yani ne kadar boynunu büküp bağrını dövse, “hepsi boş” dese de, olanca dünyevîliği ve süflîliyle, zamandan alacağını almak istiyor. Yoksunluklarını bir haklılık ve doğruluk apoleti olarak takınarak, kefaret niyetine yaptığını düşündüğü kıytırık jestlerden feci gururlanarak, zamandan alacağını almayı ve zamanımızın bir kahramanı olarak (ilâhî irade nezdinde ama mümkünse eş dost arasında da) kabul görmeyi arzuluyor. Ama mümkünse bir kısa yol, bir fırsat seçeneği kollayarak. Küçük istisnalardan, bazı kolaylıklardan yararlanarak… Lermontov’un Zamanımızın Bir Kahramanı, Peçorin, yine karamsar, yine marazî derecede bencil ve oportünist bir tipti ama kendi Ben’ine mutlak sadakati ve nihilizmi içinde tutarlıydı ve kadercilik-iradecilik arasında gerilmenin buhranını taşıyordu; Dünyadan Aşağı’nın kahramanı, nihilizme cesareti olmayan, herhangi bir buhranı taşıyamayan, sadece riyasıyla tutarlı birisidir. Onu, zamanımızın bir kahramanı sayabiliriz. Dünyadan Aşağı’yı da, zamanın ruhuna dair bir roman.

Kaynak: Birikim


[1] Latince saeculum: Çağ, zaman demek; kilise dilindeyse, ezelî-ebedî zamandan farklı olarak dünyevî zaman. “Seküler” de buradan geliyor.