İngiliz emperyalizminin dünya hakimiyetinden farklı olarak Amerikan emperyalizminin hakim güç olduğu dönemin ayırt edici bazı özelliklerinin olduğunu görmekteyiz. ABD’nin hala devam eden hakimiyeti var olduğu süreçte dünya üç farklı dönemden geçmiştir:İngiliz emperyalizminin dünya hegemonyasının henüz sürdüğü 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, Ekim Devrimi ile birlikte dünya sosyalist ve kapitalist sistem olarak bölündü. 2. Dünya Savaşı bir yandan ABD emperyalizminin kapitalist dünyada hakimiyetini getirirken diğer yandan bir dizi ülkede gerçekleşen devrimlerle birlikte SSCB önderliğinde sosyalist kamp oluştu. ABD emperyalizmi kapitalist dünyanın hegemon gücü oldu. Böylece dünya biri kapitalist ve diğeri sosyalist iki kampa bölündü.
1956’da modern revizyonizmin SSCB’de iktidarı almasından sonra sosyalist kamp içerisindeki çelişkiler ve mücadeleler keskinleşti; 60’ların başında Çin ve Arnavutluk’un ayrışmasıyla sosyalist kamp modern revizyonist kampa dönüştü, 90’ların başında SSCB’nin tasfiyesine değin dünya modern revizyonist ve kapitalist kamplar biçiminde bölünmüştü. Bu dönemde de ABD emperyalizmi kapitalist dünyanın egemen gücüydü. 1991/1992’de revizyonist Sovyetler Birliği ve onun güdümündeki revizyonist blokun yıkılmasıyla kapitalist dünya pazarı yeniden bütünleşti. Şimdi bu dönemde yaşıyoruz.
Dünyanın siyasi haritasında Amerikan emperyalizmi ilk iki dönemde sadece ve sadece kapitalist dünyanın hakim gücü ve ancak üçüncü döneminde bütün dünyanın hakim gücü olduğunu göstermektedir.
Uzun zamandan beri Amerikan emperyalizminin gerileme/çöküş sürecine girdiği üzerine yazılmakta ve tartışılmaktadır. Özellikle bu durum, doların altınla bağının kaldırılmasından bu yana (1971) sürekli tartışılır olmuştur.
Diğer bir gerçek ise dünya üzerinde Amerikan hakimiyetinin hızlı bir gerileme sürecine girmesini engelleyen yegane olgu, SSCB ve revizyonist blokun dağılmasıydı. 1989-1992 arasında gerçekleşen bu dağılma/çöküş ve aynı zamanda Çin’in sorunsuz bir biçimde klasik kapitalist sisteme geçmesi, Amerikan emperyalizminin dünya hakim gücü olarak yeniden, geçici de olsa güçlenmesini beraberinde getirmiş ve böylece gerileme süreci yavaşlamıştı. Ancak bu da uzun sürmedi. Özellikle Çin’in hızlı yükselişi ve dünyanın çok rekabet merkezli oluşu Amerikan emperyalizminin geriye dönüşümü olmayan bir gerileme/çöküş aşamasına girdiğini göstermektedir. Amerikan emperyalizmi 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana oynadığı “dünya polisi” rolünü artık oynayacak durumda değildir. Hala birçok alanda hakim konumda, ama bu konumun, sarsılan bir hakimiyeti ifade ettiğini kendisi de bilmektedir. ABD, kendi çıkarları için her ülkeye, her uluslararası kuruluşa istediğini yaptıracak durumda değildir artık.
Çin ve Hindistan merkezli Asya, 1000 yıl boyunca dünya üretiminin yüzde 50’den fazlasını sağlamıştı. Ama bundan dolayı bu her iki ülke gerçekte de dünyaya hakim olabilmişler miydi? Örneğin Çin’in Orta Asya yayılmacılığı; 15. yüzyılda amiral Zheng He’nin deniz seferleri bu ülkenin dünya hakimiyeti amacı bakımından dikkati çeker. Dünya hakimiyeti için Hollanda, Portekiz, İspanya, Devlet-i Aliyye (Osmanlı Devleti), Büyük Britanya da yaklaşık 1500’den sonra rekabet etmişlerdir. Ama bu ülkelerin sömürgecilik adımları dünya hakimiyetine götürmemiştir. Önlerindeki belirleyici engel, bu ülkelerin hem deniz gücü hem de kara gücü olarak dünya hakimiyetini sağlayacak ve sürdürecek durumlarının olmamasıydı. Ancak ABD, hem deniz hem de kara gücü olarak dünyanın her yanında varlık gösteren, bu varlığını sürekli kılan bir konuma gelmiştir.
Büyük Britanya 1850’de “dünya atölyesi”ydi. 100 sene sonra bu rolü ABD devraldı. Şimdilerde bu rolü Çin üstlenmiştir. Bu üç ülke her biri kendi zamanında “dünya atölyesi” olmanın yanı sıra aynı zamanda dünya köylüsü ve madencisi durumundaydı. Yani tarım ve madencilikte de söz sahibiydi bu ülkeler. Diğer bir ifadeyle; ABD ve Büyük Britanya hem kendi sanayilerine ham madde temin etmek için ve aynı zamanda dünya pazarlarına ham madde, gıda maddeleri sürmek için (ihracat) dünya köylüsü ve madencisi durumundaydılar. Şimdi Çin bu konumda, ama sürecin henüz başında. Daha önceki dönemlerle karşılaştırıldığında bugün üretim, ticaret, sermaye hareketi koşulları tamamen değişmiştir; tekelci kapitalizmin küreselleşme evresinde eski hakimiyet biçimleri de değişime uğramakta, mali ekonomik sömürgecilik ön plana çıkmaktadır.
Çin’in dışında ABD’nin yerini alabilecek başka bir hegemon güç yok; gelişmeler sadece ve sadece Çin’i işaret ediyor: Rusya ve diğer önde gelen bütün emperyalist ülkeler, günümüz koşullarında Amerikan emperyalizminin konumuna gelerek dünyanın ekonomik ve siyasi haritasına damgasını vuracak durumda değiller; Hindistan bağlamında en azından yakın gelecekte değiller.
Bu durumda dünya hakimiyeti için jeopolitik “oyun” iki ülke ABD ve Çin tarafından oynanacaktır. Her bir taraf rakibinin oyununu bozmak, boşa çıkartmak ve yenmek için yeni müttefiklik ilişkilerine girecektir; saflar yeniden belirlenecektir. Yeni jeopolitik doktrinler geliştirilecektir; her bir müstakil müttefik ülkeye oyundaki rolüne göre görev ve pay verilecektir. Bunun ötesinde, bir kısım ülke, istemese de bu oyunun bir parçası yapılacaktır, zorlanacaktır, baskı altına alınacaktır; gerekirse darbeyle hizaya getirilecektir. Öyle ülkeler var ki, coğrafi konumundan dolayı bu oyuna katılmak zorunda kalacaktır.
SSCB’nin dağılmasından sonra tek süper güç olarak kalan Amerikan emperyalizmi bütün dünyaya hakim olmak; dünya hegemonyası kurmak için o dönem yeni bir jeopolitik doktrin geliştirdi. Bu jeopolitik doktrine göre Amerikan emperyalizmi, müttefiklerini de kullanarak 21. yüzyılda, ama en azından 21. yüzyılın ilk yarısında dünya hegemon gücü olarak kalmalıydı. Plan bunun üzerine yapılmıştı. Bu jeopolitikanın oluşturucusu Z. Brzezinski’dir. 1997’de yayımlanan “Die einzige Weltmacht, Amerikas Strategie der Vorherrschaft – “Yegane Dünya Gücü, Amerikan Hakimiyeti İçin Strateji” kitabında ABD’nin yeni jeopolitik doktrinini bütün ayrıntılarıyla açıklar.1 Bu jeopolitika Avrasya üzerinde hakimiyet kurmaktan başka bir şey değildir.
Amerikan emperyalizmi bu jeopolitikasını gerçekleştirmek için mücadelesini ve rekabetini sürdürdü. Yeltsin dönemi Rusya’sı ABD’yi umutlandırdı. Ancak, 2000’de başlayan Putin dönemi umutları kırdı. SSCB’nin dağılmasından sonra gündemden düşmeyen “Amerikan yüzyılı” tarihin çöplüğüne atıldı. ABD’nin Avrasya jeopolitikası, bütün çabalarına rağmen başarılı olmadı, aynı dönemde iki dev gücün yükselişi Amerikan hegemonyasının sonunun geldiği üzerine analizlerin sıkça yapılmasını beraberinde getirdi. Özellikle Çin’in durdurulamaz yükselişi ve nükleer güç olarak Rusya’nın toparlanması ABD iddialarını sarstı. Buna ek olarak başka ülkelerin de rekabet merkezleri olarak gelişmesi ve ABD ile AB arasındaki ilişkilerin her zaman ABD’nin istediği gibi gelişmemesi son kertede ABD’nin gücünü sorgulanır hale getirmiştir.
SSCB’nin dağılmasından sonra Amerikan emperyalizmi devasa askeri gücüyle, rakiplerinin fersah fersah geriden takip ettiği ekonomik gücüyle, dünya çapında örmüş olduğu diplomatik ağıyla adeta tek başına kalmıştı. Sonlanan 20. yüzyıl, SSCB’nin varlığından dolayı tam anlamıyla bir “Amerikan yüzyılı” olmamıştı. Şimdi, 21. yüzyıl, gerçek anlamda “Amerikan yüzyılı” olmalıydı. Bütün dünya, daha şimdiden tek süper güçlü yüzyıl düşüncesine alışmalıydı. Ama olmadı ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Çin, dünyayı yeniden paylaşmayı talep edebilecek olan, gerçekten jeopolitika üretme ve uygulama yeteneğine sahip ülke olarak Amerikan emperyalizmine meydan okumaya başladı.
Brzezinski, Mackinder ve Spykman’ın SSCB’yi çembere alma teorisini, Rusya’yı çembere almak olarak geliştirdi. Şimdi bu jeopolitik doktrin; dünya hakimiyeti için jeopolitik kurgu iflas etti. “Avrupa Kıyı Bölgesi” veya “Batı” cephesi son sınavını Ukrayna krizinde verdi. ABD, yüklenmesine rağmen ne Karadeniz’de ne de Ukrayna sahasında istediğini alamadı ama henüz “pes” de etmedi.
“Yakın Ortadoğu” veya “Güney” cephesinde de durum aynı. Bu cephede de Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitiği iflas etti. Ortadoğu ve Afganistan’da yıllarca işgal savaşları yürüttü, İran’ı her zaman tehdit etti. Sonuç ortada: İran teslim olmadı. Afganistan’dan kaçmak zorunda kaldı. Irak’da çıkmak üzere. Suriye’deki gücü, Suriye’deki sorunlarıyla sınırlı. Bu cephe de iflas etti.
Geriye Güneydoğu (Hindistan) ve Doğu (Çin) cephelerinin kaldığını görüyoruz. Şimdi esas ağırlığı bu bölgelere vermektedir.
Her iki jeopolitik doktrinin harita üzerinde karşılaştırması (Harita 1):
16 Eylül 2021’de ABD Başkanı Joe Biden, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve Avustralya Başbakanı Scott Morrison ile görüşür ve yeni bir askeri ittifakın (AUKUS) kurulduğu açıklanır. Paktın amacı, Hint-Pasifik bölgesine odaklanarak Çin’i denizde çembere almaktır. Paktın kurulması Amerikan emperyalizminin Çin’e karşı bütün kozları oynayacağına açık bir ifadesidir.
İkinci haritada şunu görüyoruz: ABD, Pakistan’dan Japonya’ya Çin’i denizden çevreleyen bir ileri savunma halkası oluşturmaktadır. Bu savunma hattının tutulmasında öncelikle AUKUS belirleyici olacak. Ancak bu halkanın içinde yer alan ülkelerin bir kısmı ABD ile askeri işbirliği içindeyken (Hindistan, Tayland, Filipinler, Tayvan, Güney Kore, Japonya), bir kısmı da Çin ile askeri işbirliği içindedir (Laos, Myanmar). Bir kısım ülke de hem ABD hem de Çin ile askeri işbirliği içindedir (Pakistan, Sri Lanka, Bangladeş, Malezya).
Yeni jeopolitik doktrinini ABD kendine sadık iki ülkeyi doğrudan yanına alarak oluşturmaya başlamıştır. Bunlardan biri İngiltere, diğeri de II. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya karşı üs olarak kullanılan Avustralya’dır.
Çin’i çembere alma ve Çin’in bu çemberi parçalama durumuna yakından bakalım (Harita 2):
Avrasya, onun Pasifik’e uzanan doğu kısmı her zaman jeopolitika üretme yeteneğine sahip olan ülkeler arasında çatışma alanı olmuştur. Şimdi, iflas eden Avrasya jeopolitikasından sonra Çin merkezli (iflas eden Rusya merkezliydi) yeni jeopolitika Asya ve Avrupa arasında çatışma ve işbirliği dinamikleriyle doludur. Sayısız askeri üsler, kaşınan ve çelişkiye dönüştürülmeye çalışılan bölgeler (etnik ve dinsel gruplar), geçici olarak soğutulan sorunlar; dünyaya açılımı engellemek için (Çin) ablukaya alınan güzergahlar (deniz yolu), buna karşın Çin’in aradığı çıkış yolu (kara yolu ver demir yolu) dünyanın nükleer güce sahip 4 ülkesinin (Rusya, Çin, Pakistan ve Hindistan) aynı alanda olması bu alanda müttefiklik ilişkilerinin kolay gelişemeyeceğini göstermektedir. Başı çeken ABD, Çin ve Rusya’dır. Ancak buna potansiyel de olsa yeni bir oluşum katılmaya aday gözükmektedir. Türkçe konuşan ülkelerin kurduğu Türk Konseyi, İstanbul’da gerçekleştirdiği son toplantısında “Türk Devletleri Teşkilatı” adını alarak işbirliği bir adım daha ileri taşındı.(Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan; gözlemci ülke olarak Macaristan ve Türkmenistan)
Bu yeni gelişme de zaten farklı ülkeler arasındaki rekabetin, karmakarışık ekonomik durumun, askeri üstünlük sağlama çabalarının; müttefik elde etmek için havuç-sopa taktiklerinin; siyasi ittifak kurmak için güç ve diplomasi şovunun gelecekte dünyanın bu coğrafyasında nasıl bir durumla karşı karşıya kalınacağını açıkça işaret etmektedir.
İkinci harita şunu göstermektedir:
Amerikan emperyalizmi Hint-Pasifik alanında “ada zincirleri” (island chains) biçiminde oluşturduğu askeri varlığıyla Çin’in denizden tedarik ve ticaret yolunu kesmeye çalışmaktadır. Bu durum Çin emperyalizmini tedirgin etmenin ötesinde korkutmaktadır. Bu çevrelenmeyi engellemek için Çin’in yaptığı ilk iş askeri adım atarak “Dokuz çizgi” hattıyla; “Bu alan benimdir” diyerek Güney Çin Denizi’ni kontrol etmeye çalışmak olmuştur. “9 Çizi” alanı Çin’in Vietnam, Filipinler, Malezya gibi ülkelerle doğrudan karşı karşıya gelmesidir.
Amerikan emperyalizminin denizden çevrelemesinden kurtulmak için Çin, deniz yoluyla Batı, somutta da Avrupa açılımının (İpek Yolu İnisiyatifi) altyapısını kiralanan limanlarla, demiryolu inşasıyla, başkaca altyapı yatırımlarıyla, Cibuti’de kurulan deniz aşırı üsle oluşturmaya çalışıyor. Ancak, deniz yolunun ABD ve müttefikleri tarafından kesilmesi bu çabaların sonuç vermeyeceğini gösterir.
Çin, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) ve Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO) üzerinden komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerini geliştirmek ve onları ABD’ye karşı müttefik olarak kazanmak için uğraşıyor. Ancak, RCEP üyeleri arasında Çin ile çelişkili olan Vietnam, Filipinler, Malezya, Güney Kore, Avustralya gibi ülkeler de var. Çin, “dokuz çizgi” anlayışından vazgeçmediği müddetçe aynı bölgede hak iddia eden ülkelerle aynı cephede pek buluşamaz. ABD de bu durumu sonuna kadar kullanır.
Amerikan emperyalizmi, Çin’in meydan okumasını gördü. Bu nedenle böylesi durumlarda zaman alan strateji değişimini adeta apar topar gerçekleştirdi; Çin’e karşı silahlı gücünün ağırlık merkezini Hint-Pasifik alanına kaydırdı. Şimdi, ABD ve Çin Hint-Pasifik alanının iki ana stratejik noktasında -Doğu ve Güney Çin denizlerinde ve Malakka Boğazı’nda- doğrudan karşı karşıyalar. ABD’nin elindeki ilk müttefiklik silahı QUAD (Çin’e karşı ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan arasında 2007’de başlatılan ve 2017’de dörtlü bir ittifak halini gelen Dörtlü Güvenlik Diyaloğu) ve 15 Eylül 2021 tarihinde Avustralya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından yine Çin’e karşı kurulan üçlü bir güvenlik paktı AUKUS’dur.
Şimdi Amerikan emperyalizmi dünya çapında tarihinin en büyük meydan okumasıyla karşı karşıya. Daha önce, II. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB ve sosyalist kampa karşı, Kuruşçev modern revizyonizmin SSCB’de iktidara gelmesi ve sosyalist kampın revizyonist kampa dönüşmesinden sonra SSCB ve Varşova Paktı’na karşı “özgür” dünyanın jandarmalığını yapıyordu. Daha önce karşı karşıya gelen kamplar (sosyalist-kapitalist ve revizyonist-kapitalist) farklıydı. Şimdi ise kapitalist dünya içinde dünyayı yeniden paylaşmayı talep eden bir ülke olan Çin, ABD’ye meydan okuyor. Ve hegemonya değişiminin İngiltere-ABD arasındaki değişim gibi olmayacağı da oldukça açık.
Bölgesel Krizler ve Çatışmalar Yaygınlaşacak ve Yoğunlaşacak
Amerikan emperyalizminin yeni jeopolitik konsepti kaçınılmaz olarak Çin emperyalizmi tarafından karşı bir konseptle dengelenmeye çalışılacaktır. Bu, bir nevi karşılıklı jeopolitik restleşmedir. Bu restleşme bir taraftan silahlanmayı hızlandırırken diğer taraftan her bir taraf kendi adına bölgesel ve dünya çapında müttefiklik ilişkilerini ivmelendirecektir. Bu iki ülke arasındaki jeopolitik rekabet çok rekabet merkezli dünyanın iki kutuplu dünyaya doğru evrilmesini de hızlandıracaktır. Her bir taraf kendi çıkarlarının ön planda olduğu müttefiklik ilişkilerini yaygınlaştırmaya çalışacaktır. Ancak, şu kadarı da açık ki, bu iki ülke kendi aralarındaki rekabeti kolay kolay savaş boyutuna çekemezler. Bunun tek nedeni her iki tarafın da nükleer silahlara sahip olmasıdır. Bunun yerine işlerine geldiği alanlarda gerginlik çıkartacaklar, mevcut gerginlikleri çatışmalara dönüştürecekler; vekiller üzerinde savaşacaklardır. Günümüzde ABD’nin, Rusya’nın, Türkiye’nin yaptığı gibi.
Doğu Avrupa, Ukrayna, Karadeniz, Gürcistan, Güney Kafkasya (Ermenistan-Azerbaycan); Afganistan, Orta Asya; Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Libya, kıta olarak Afrika; Çin’in hak iddia ettiği “dokuz çizgi” alanı ve Malakka Boğazı mevcut ve yeni çatışma alanlarıdır. Buralarda şimdilik dondurulmuş/soğutulmuş etnik veya dinsel veya ekonomik çıkarsal sorun ocakları yeniden ısıtılabilir, mevcut olanlar alevlendirilebilir veya yenileri oluşturulabilir. Amaç, yeni krizlerle vekalet savaşlarını mümkün olduğunca uzatabilmektir.
Bu çatışma alanlarının hepsini burada ayrıntılı olarak ele almaya gerek yoktur. Belli başlı olanlarını biraz açalım.
Rusya-ABD, Rusya-Çin:
Burada üç değil iki olasılık var. Rusya, ABD ve Çin rekabetinde tarafsız kalamaz. Dolayısıyla ya ABD ile ya da Çin ile müttefiklik ilişkisine girmek zorunda kalacaktır.
Rusya ile ABD/NATO arasındaki çelişkiler bugün Ukrayna ve Karadeniz’de olduğundan daha da keskinleşmez veya doğrudan bir çatışmaya evrilmez. Çin’i çevrelemek ve onu yalnız bırakmak isteyen ABD’nin Rusya ile ilişkilerini daha fazla germe lüksü yoktur. Bunun ötesinde ABD, Rusya’yı müttefik olarak kazanmadan, en azından kendi yanında gözüküyor duruma getirmeden Çin’i çevrelemesi imkansızdır. Denizden çevreleyebilir, ama Avrasya kara kütlesi (kıtası) Avrupa sınırlarına kadar tamamen açık kalır.
Rusya’nın Çin’den kopması halinde ABD’nin istediği olur, Çin yalnızlaştırılabilinir. Ancak, böyle bir gelişme bugün ve yakın gelecekte pek mümkün gözükmemektedir. Rusya ve Çin’in yakın geçmişteki ilişkileri “soğuk” ilişkilerdi. İdeolojik mücadelenin ötesinde 15 Mart 1969’da Ussuri nehri ve o nehirde bulunan Zhenbao Adası için kısa süreli de olsa savaştılar. Daha o zaman ABD’nin SSCB’yi çevreleme stratejisine Çin fiilen katılmış oluyordu. Çin, zaten, Rusya ile ilişkilerinin bozulmasından bu yana ABD’ye hep yakın durmuştur. Ancak bugün durum değişti; bu sefer söz konusu olan Çin. Jeopolitik doktrin değişiminin bu aşamasında Rusya’nın ABD yanında yer alması veya en azından 1960’lı yılların sonundan bu yana Çin’in ABD’ye yakın durmasına benzer bir duruş Rusya’dan pek beklenmez.
Çin-Rusya ortaklığı veya müttefikliği sürecektir. Ancak, bunun bir sınırının olduğu da unutulmamalı. Çin’in, Rusya’nın en doğusunda, Sibirya’da ezelden beri gözü vardır. Bunu ne Çin saklar ne de Rusya bilmezlikten gelir. Yarın Çin, dünyanın II. Dünya Savaşı’ndan sonraki ABD’si olursa Rusya’nın doğusuna doğru yayılma gücüne sahip olacaktır. Böyle bir Çin’i Rusya istemeyecektir. Dolayısıyla onun Çin ile müttefikliği ABD’nin geriletilmesinin, çöküşünün hızlandırılmasına yetecek kadar olacaktır. Rusya ve Çin, “sıradan” bir ABD isterler.
Bundan dolayı bir Rusya-Çin ayrışımından en azından bugün açısından bahsedilemez.
AB-ABD, AB-Rusya/Çin:
AB’nin ABD, Rusya ve Çin karşısında jeopolitik bakımından hiçbir şansı yok, olamaz da. Çünkü AB, siyasal bir bütün değil, güçlü bir ekonomik entegrasyondur. AB’nin ABD, Rusya ve Çin gibi güç siyasetinin araçlarıyla, yani askeri olarak kendini ifade etme durumu yok ve olamaz da. Burada kimin sermayesinin çıkarı için askeri imkanlar kullanılacak sorusu gündeme gelir. Bunun ötesinde AB’nin askeri gücü de yok, sadece üye ülkelerin ulusal orduları var.
AB, ABD, Rusya ve Çin gibi jeopolitik düşünme ve bunu uygulama imkanına sahip değil, onun yapısı buna izin vermiyor. AB, bir Fransa, bir Almanya gibi jeopolitik düşünemez. Bu nedenle bir ABD, Rusya ve Çin gibi kutup olabilme durumu yoktur. Bu ülkeler arasında ezilmemek için kendini jeopolitik olarak tanımlaması söz konusu değildir.
Böyle bir varoluşun sonuçları da açıktır: Jeopolitika geliştirme imkan ve yeteneğine sahip olan ülkeler tarafından, somutta da ABD, Rusya ve Çin tarafından itilip kakılmak, tehditlere açık olmak. Bu nedenle AB, her hareketinde, katlanabileceği birtakım çıkışların ötesinde bu üç ülkenin ayağına basmamaya çalışacaktır. ABD istiyor diye ne Rusya ne de Çin ile ekonomik ve siyasi bağını sınırlandırmıyor, sınırlandırmayacaktır. Şüphesiz, ABD-Rusya/Çin arasında iplerin gerilmesinde ABD yanında yer alır, alıyor da. Ancak bu, bütün imkanlarıyla ABD’nin yanında yer almak anlamına gelmez. Bu konuda AB üyesi olan ülkeler arasında farklı görüşler var.
Doğu Avrupa-Ukrayna-Karadeniz-Gürcistan-NATO-ABD/Rusya:
Jeopolitik ağırlık merkezini Çin’e karşı Pasifik’e kaydıran Amerikan emperyalizmi, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’dan bir kısım gücünü çekiyor. Ancak, çıkacağı alanlarda kontrolü sağlayabilmek için bu görevi hangi sadık uşaklarına vereceği henüz tam kesinleşmemiştir. Bu sadık uşaklar içinde Türkiye yok. Bunun olabilmesi için Türkiye, ABD’nin istediği eski Türkiye olmalıdır: Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’den çıkmak, Kıbrıs’da iki devletli yapıdan bahsetmemek, Rusya ile ilişkileri sınırlandırmak. Yunanistan’ın ABD tarafından askeri üsse çevirmesine ses çıkartmamak. Doğu Avrupa-Karadeniz-Kafkasya hattını tutmak, Rusya’yı bu hatta durdurmak! Bu durumda Baltık ülkelerinden Ukrayna’ya, oradan Karadeniz üzerinden Kafkasya’ya uzanan hattı Rusya’ya karşı savunmak NATO adına daha ziyade Türkiye’nin görevi oluyor.
Doğu Avrupa’da Rusya, Baltık ülkelerinden Ukrayna ve Karadeniz’e varan hatta durdurulmalıdır, Rusya doğu Ukrayna’da ayrılıkçı güçleri desteklemekten vazgeçmelidir.
AB, ister istemez bu bölgedeki çatışmanın içindedir. Polonya gibi bazı üye ülkeler açıktan ABD yanlısıdır. Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınması için ABD, AB ve NATO üyesi ülkeleri sıkıştıracak, açıktan taraflı olmaya zorlayacaktır. Aynı taktiği Karadeniz’i NATO gölü yapmak, Montrö Anlaşması’nı zorlayan, delen askeri yığınak yapmak için de uygulayacaktır. Burada doğrudan hedef de Türkiye olacaktır.
Rusya’nın askeri gücünün bir kısmını bağlamak için ABD, Baltık ülkelerinden Kafkasya’ya uzanan bu hattı diri tutacaktır, bunun için elinden geleni yapacaktır.
ABD-Rusya-Ortadoğu:
ABD bu bölgeden de çekiliyor, yerini ise Rusya dolduruyor. Ancak, Ortadoğu’da Türkiye ve İran da rekabet ediyor. Bu bölgede çatışmaların dinamiğinde bir eksilme, gerileme olmayacaktır.
Çin’in “Dokuz Çizgi” alanı-komşu ülkeler:
ABD ile Çin arasındaki Güney Çin Denizi’ndeki rekabet bir cümlede özetlenebilir: ABD, Çin’i denizden abluka altına almaya çalışırken Çin, ABD’yi bölgeden ötelemeye; Güney Çin Denizi ve Batı Pasifik’te kontrolü ele geçirmeye çalışmaktadır.
Güney Çin Denizi’nde çatışmalı alanlar ve kıyıdaş ülkeler (Harita 3):
Güney Çin Denizi, uluslararası deniz ticaret yolları ve enerji zenginlikleri bakımından oldukça önemlidir, stratejiktir. Çin, komşu veya burada hak iddia eden ülkelere sormadan çektiği “dokuz çizgi” sınırıyla bu alana sahip çıkmaktadır. Yani Güney Çin Denizi’nin yüzde 90’ından fazlasına sahip çıkmaktadır. Hak iddia eden diğer ülkelerle anlaşmazlığı germektedir.
Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki hak iddiası ve “dokuz çizgi” ile bu denizin yüzde 90’ının kendisine ait olduğunu açıklaması bir taraftan bu denize kıyıdaş ülkelerle ittifak kurmasını engellerken, diğer taraftan da mevcut anlaşmaları yürütülemez hale getirmektedir. Çin’in bu tavrından dolayı ASEAN (Güneydoğu Asya Uluslar Birliği) fiilen ikiye bölünmüş durumdadır. ASEAN üyelerinden beşi (Brunei, Endonezya, Malezya, Filipinler ve Vietnam) söz konusu “dokuz çizgi” meselesinden dolayı Çin ile anlaşmazlık içindedir. Diğer beş üye (Kamboçya, Myanmar, Laos, Singapur ve Tayland) ise Çin’e karşı tavır almaktan çekiniyor; Çin’in ticareti ve yatırımları durduracağından korkuyor.
Çin, harita 3’de gösterildiği gibi ABD tarafından “adalar zinciri”yle kuzeyde Japonya ve Güney Kore’den, güneyde Singapur’a kadar denizlere serbest erişiminin sınırlandırıldığından, ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle birlikte kendini kuşattığından hareket ediyor. Bu durumda Çin’in jeopolitik amacı bu sınırlandırmayı kırmak oluyor.
Güney Çin Denizi’ndeki hakimiyetinin önündeki en büyük engelin ABD donanması olduğunu Çin de görüyor. Bu deniz üzerine hakimiyet karşılıklı hamlelerle devam etmektedir, çatışma tehlikesi giderek artmaktadır.
Çin, Güney Çin Denizi’nde yapay adalar inşa ediyor, bu denize kıyıdaş olan ülkeler tarafından talep edilenler de dahil olmak üzere, bazı takımadalarda askeri gücünü arttırdı, arttırıyor; örneğin Vietnam ve Filipinler’in hak iddia ettiği Spratly Adaları’nda uçak pisti inşa etti ve Vietnam’ın da hak iddia ettiği Paracel Adaları’nda karadan havaya füzeler yerleştirdi. Bütün bunlar bir taraftan silahlanmayı hızlandırırken, Çin ile çatışmalı-çelişkili olan ülkeleri ABD’nin yanına itmektedir.
Sonuç itibariyle:
“Bir kuşak bir yol” projesiyle Çin emperyalizmi, emperyalist yayılmacılıkta emperyalizmin tarihinde şimdiye kadar görülmemiş yeni bir strateji geliştirdi. Gayet “barışçıl”, sadece sermaye hareketi üzerinden söz konusu proje için stratejik görünen ülkelerde limanlar kiralamak, inşa etmek veya amaca uygun biçimde yenilemek, enerji (petrol, doğal gaz) sevkiyatı için boru hatları döşemek, telekomünikasyon ağları örmek; kısaca söz konusu ülkelerde altyapı kurarak veya yenileyerek Çin sermayesini dünya pazarlarına taşımaya çalışmaktadır. Tabii ki, bu sermaye ihracı sadece sermaye ihracı olarak kalmayacaktır. Çin sermaye ihracı kaçınılmaz olarak siyasi etkilemeyi, söz konusu ülkelerin siyasetinde söz sahibi olmayı da beraberinde getirecektir.
Emperyalizmin tarihinde şimdiye kadar İngiliz tarzı ve Amerikan tarzı yayılmacılık ve uluslararası bir düzen görmüştük. Şimdi de diğer ikisinden farklı bir yol izleyen Çin yayılmacılığı ve muhtemelen Çin’in damga vuracağı bir Çin tarzı uluslararası düzenle karşı karşıya kalacağız.
Çin emperyalizmi denizden kuşatılacağı endişesiyle “Bir kuşak bir yol” projesinin kara ayağını da deniz yolu adımlarına paralel olarak eş zamanlı geliştirdi, geliştiriyor. Mantık oldukça basit: Denizden kuşatılırsam karayolu ve demiryoluyla Rusya (Kuzey Koridoru), Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Azerbaycan, İran ve Türkiye’ye üzerinden (Orta Koridor)Avrupa’ya bağlanırım. Çin’in Pakistan üzerinden denize (Hint Okyanusu) inme çabası da aynı amacı gütmektedir.
Çin, Latin Amerika ve Afrika’daki yatırımlarının ve bu yatırımlar üzerinden siyasi etkilemesinin boşa çıkartılmasını engellemek için denizden ablukayı kırmak zorunda olduğunu görmektedir.
Amerikan emperyalizmi rekabetin bu aşamasında istikrarsızlık ve güvensizlik kaynağıdır. Savunma durumundadır ve bunu NATO’daki ve başkaca müttefiklerine sormadan planlamaktadır. Meydan okuyan Çin, ABD’yi panikletmiştir. Amerikan jeopolitik aklı bu süreçte Çin ve Rusya ile sürekli gerginlik içinde olarak; bir taraftan müttefikler kazanarak, aynı zamanda Çin ve Rusya’yı yıpratarak yol almanın doğru olduğu görüşündedir.
Amerikan emperyalizmi, Çin’i denizden abluka altına almanın başarılı olması için deniz gücü üstünlüğünü devam ettirmek zorunda olduğunu bilmektedir.
Malakka boğazından geçerek Çin limanlarına sevk edilen günlük petrol miktarı 4 milyon varildir. Bu sevkiyatın durmasının ne anlama geleceğini hem ABD hem de Çin çok iyi biliyor. ABD bu sevkiyatı deniz ablukasıyla engellemeye çalışırken Çin de olası engelleme durumunda sevkiyatı karadan (boru hattı) sağlamak için “Bir kuşak bir yol” ile adımlar atıyor.
Kaosa neden olmayan hegemonya ve jeopolitik açılım olmaz. Bu nedenle ABD-Çin-Rusya arasında jeopolitik rekabet, yani siyasi, ekonomik, diplomatik, askeri alanlarda güç mücadelesi hibrid savaşlar, vekalet savaşları, yeni ittifak ilişkileri biçiminde devam edecektir; bu süreçte çevrelenen çevrelemek için hamle yapacaktır. Bunların hepsi, karşılıklı yıpratmaya, güçten düşürmeye, vazgeçirmeye hizmet eden hamleler olacaktır. Bu hamleler istikrarsızlığı, savaşları kaçınılmaz kılacaktır.
Bu jeopolitik oyunda Amerikan emperyalizminin başat amacı Rusya ve Çin’i dünya denizlerinden uzak tutmak, Avrasya karasına (kıtasına) hapsetmektir. Karadeniz kıyısından öteye geçemeyen, Akdeniz’de sınırlı bir askeri (deniz) gücüyle kalmış bir Rusya; Güney Çin Denizi’ne hapsedilmiş bir Çin, ABD’nin istediği bir Rusya ve Çin olacaktır. Amerikan emperyalizmi bu oyunu kendi lehine çevirene kadar devam ettirecek, böylece Çin ve Rusya’nın enerjisini tüketmeye çalışacaktır. Bu oyunu oynayabilmek için Amerikan emperyalizmi Çin ve Rusya’yı her alanda/bölgede veya çok alanda/bölgede sıkıştırmayacaktır. Buna gücü yetmez. Ancak, jeopolitik çıkarları bakımında Rusya ve Çin için önemli olan stratejik alanlara ağırlık verecektir. Bu nedenle Rusya’yı doğu Avrupa-Baltık ülkeleri-Ukrayna-Karadeniz-Gürcistan hattında sıkıştırmaya, Çin’i ise Pasifik’te Doğu ve Güney Çin Denizi’ne hapsetmeye çalışacaktır.
Doğu Avrupa-Baltık ülkeleri-Ukrayna-Karadeniz-Gürcistan hattında NATO en uygun araçtır. NATO üzerinden Karadeniz’i ısıtmasının, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmasını gündemde tutmasının nedeni budur. Ancak, Ukrayna-Karadeniz-Gürcistan hattı Türkiye’siz tutulamaz. Bunu ABD bildiği gibi Rusya ve Türkiye de biliyor. Türkiye-ABD-Rusya ilişkilerinde bu cephe önemli bir rol oynayacaktır.
Çin’in denizden kuşatmak için yeni ittifakların (QUAD ve AUKUS) işlevsel olup olmayacağını, Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki hak iddialarını kıyıdaş ülkelerle nasıl çözeceğini zaman gösterecektir.
Çin’in meydan okuması, Rusya’nın teslim olmaması, ABD’yi savunma konumuna itmiştir. Amerikan emperyalizmi mevcut hakimiyetini Çin ve Rusya’ya karşı her yolu deneyerek savunmak zorunda kalmıştır.
Özellikle Amerikan emperyalizmi başta olmak üzere klasik Batı dünyası hazmetmekte zorlandıkları bir Çin gerçeğiyle karşı karşıyadır. Çok rekabet merkezli dünya yeni ittifak ilişkileriyle üç kutuplu bir dünyaya doğru evrilmektedir: ABD, Rusya ve Çin arasındaki dünya hakimiyeti için rekabet uluslararası düzenin nasıl şekilleneceğini gösterecektir.
Geriye dönüşü olmayan bir jeopolitik oyun başladı. Rubicon geçildi!
Ancak emperyalizm her şeye muktedir değildir, tarih; sınıf mücadelesi, ulusal kurtuluş mücadeleleri, antiemperyalist mücadeleleri bunu göstermiştir. 21. yüzyılın da kapitalizmin, dünya hakimiyeti için jeopolitik oyunların, baskı, faşizm ve sömürünün yüzyılı olmaması için mücadele edecek sayısal bakımdan milyarlık bir ordunun olduğunu emperyalistler bilmeliler. Henüz büyük saldırılara geçmeseler de ülkesel bazda işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenler baskı, talan ve sömürüye karşı mücadelelerini sürdürüyorlar. Tekil ülkelerde ve bölgelerde dünya devriminin ateşleri tutuşturuluyor. Bu da emperyalistlerin korkusudur.
1 Bu kitabın eleştirisi için bkz.: İ. Okçuoğlu, Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, Şubat 2009.
*)İbrahim Okçuoğlu. marksist teori, Sayı 51, Ocak-Şubat 2022.
- Deprem, Kapitalizm, Sosyalizm ve Konut Sorunu - 24 Şubat 2023
- Sermaye Kar İçin Her Türlü Cinayeti İşler - 16 Şubat 2023
- Deprem Felaketi Kader Değildir - 9 Şubat 2023