Ukrayna krizine bütünlüklü bakmanın önemi

Ukrayna’da bugün yaşanmakta olan savaşa baktığımızda ilk elde ve çıplak gözle gördüğümüz bir emperyalist ülkenin bir diğer ülkeyi işgali ve işgal edilenin işgale karşı direniş hakkını kullanmasıdır. Gerçek bundan ibaretse bağımsız düşünme kabiliyetine sahip her vicdanlı insanın yapması gereken Rusya işgaline karşı çıkmak ve Rusya’yı derhal işgali son vermeye çağırmak, bu doğrultuda girişim ve eylemleri yaygınlaştırmaya çalışmaktır.

Çıplak gözle görülen elbette bir yanılsama değildir ve gerçeğin önemli bir boyutudur. Ama gerçeğin tümü ve hatta en belirleyici yanı mıdır? Ukrayna’nın işgali tekil ve tek boyutlu bir sürecin sonucu mudur? Ukrayna kelimenin en basit anlamıyla bile şekillenmiş ve istikrar kazanmış bir bağımsız devlet olabilmiş midir? Ukrayna -halkı bir yana- yönetici elitleri arasında dahi bağımsız devlet politikası olarak adlandırılabilecek güçte bir oydaşma mevcut mudur? Yoksa bizzat dış emperyalist müdahaleler ekseninde hem toplumda hem de yönetici elitlerde- bağımsız devlet kimliğini edinmeyi de engelleyen- bir irade yarılması mı söz konusudur?

Bu soruların yanıtı Rusya’nın şu anki işgalci tavrını saptamayı ve bu tavra açık bir karşı duruş içinde olmak gereğini değiştirmez. Ama sürecin en kritik ve orta vadede önem taşıyan boyutlarının anlaşılmasına ve dolayısıyla sorunu çok boyutlu ve orta vadeli bir perspektifle kavramayı olanaklı kılar. Tehdit ve tehlikenin boyutu ve önümüzdeki süreçte alabileceği biçimler ve bu süreçlerde müdahil tüm aktörlerin oynayabileceği rol konusunda doğru öngörülerde bulunmamıza ve yine dolayısıyla, daha tam ve doğru bir politik müdahalenin örgütlenmesinin zeminini döşer.

Ukrayna işgali yalnızca ve hatta temelde Rusya-Ukrayna arasındaki anlaşmazlıkların tetiklediği bir işgal hareketi mi? veya aynı zamanda dünya üzerindeki demokrasi ve otoriterlik gerilim ve kapışmasının bir tezahürü mü? Ya da bir emperyalist- faşist ittifakına karşı bir antiemperyalist ve antifaşist karşı duruşun simgesi mi? Ya da emperyalist hegemonya krizinin iyice ayyuka çıkardığı emperyalistler arası rekabetin dünyayı sürüklemekte olduğu yeni savaş döneminin çok önemli bir öncü sarsıntısı, daha da ileri bir ifadeyle bir emperyalist dünya savaşı provası mı?

Asıl kritik ve yaşamsal önemde olan işte bu soruların yanıtlarında gizlidir.

Rusya, ABD-Batı ve Ukrayna Sorunu…   

Rusya, SSCB’nin yıkılış ve dağılma sürecinden doğal olarak önemli bir güç kaybıyla çıkmış olmasına rağmen hala eski SSCB coğrafyasının en önemli ve iddialı iki cumhuriyetinden biriydi: diğeri ise tarihinde ilk kez Sovyet devrimi ile bir ulus olarak tanınma ve federatif düzeyde kendi ulusal devletine sahip olma imkânına kavuşan Ukrayna. Zaten bu iki cumhuriyet SSCB federatif birliğinin de iki temel yapı taşı durumundaydı. SSCB döneminde 1945li yıllardaki Nazi işgali sırasında Ukraynalı faşist grupların sosyalist rejimin yıkılması amacıyla Nazi Almanya’sı saflarına katılması nedeniyle bazı ciddi gerilimler yaşansa da Birliğin bu iki önemli cumhuriyeti arasında SSCB döneminde herhangi başka bir ciddi sorun yaşanmamıştı.

Bu iki cumhuriyetin birlikte hareket etmeleri SSCB bakiyesi diğer cumhuriyetleri de etraflarında toplayarak bu çözülme ve dağılma sürecinin olumsuz etkilerini daha hızla aşmalarını ve dünya siyasetinde yeniden söz sahibi olmalarını kolaylaştıracaktı.  Nitekim SSCB’nin dağılması eski cumhuriyetleri bir boşluğa sürükledi ama bu cumhuriyetlerin büyük çoğunluğu kısa sürede birliği bir başka düzeyde ve Bağımsız Devletler Topluluğu ismi altında yeniden tesis etmeyi başardılar.(1)  Ukrayna ve Rusya Belarus ile birlikte bu birliğin iki önemli mimarı olarak yine de sahnede birlikteydiler. Fakat BDT’nin oluşumunda önemli bir rol oynayan Ukrayna çok kısa bir süre içinde tam tersi bir yönelişe girerek Birliği oluşturan anlaşmayı imzalamaktan imtina etti.  Bizzat bu sürecin kendisi bile Ukrayna yönetici elitleri arasında Rusya ile birlik olup olmamak konusunda bir kararsızlık ve hatta iki farklı iradenin varlığını gösteriyordu.

Ukrayna’nın bu tavrında Rusya’nın BDT aracılığıyla eşitler arası bir birlikten ziyade eski Sovyet ülkeleri üzerinde emperyal bir nüfuz kurmayı amaçladığı yönündeki pek de haksız olmayan kaygıları da önemli bir faktördü. Diğer önemli faktör ise yukarıda vurguladığımız gibi Ukrayna oligarkları ve elitleri içinde Batının desteği ve korumasını alarak Ukrayna’nın bölgede Rusya”ya alternatif güçlü bir ikinci odak olabileceğine yönelik eğilimlerin varlığıydı. Nitekim Belarus, Moskova ile yakın bir ittifak kurarken, Ukrayna da dümeni giderek Batıya doğru kırma eğilimleri daha hissedilir hale geldi.

Ukrayna sorununa aktif biçimde müdahale edecek gücü henüz kendinde görmeyen Rusya ABD’nin adım adım Yugoslavya, Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri, Kafkaslar üzerinde dağıtıcı ve/ya egemenlik kurucu hamlelerini uzun süre endişe içinde seyretmekle yetinmişti. Gorbaçov’un SSCB ve Batı çatışmasını düşürme ve ortak dünya sorunlarında işbirliği siyasetini olumlu karşılayan ve bu barış elini samimice tutma sözünü veren ABD’nin bu sözlerinin hiçbirini tutmadığını bilen Moskova açısından ABD’nin eski SSCB etki alanında hâkimiyet kuma çabaları ve yine verdiği sözlere aykırı biçimde NATO’yu Doğuya doğru genişletmeye yönelik hamleleri şaşırtıcı değildi ama Moskova’yı doğal olarak yaşamsal bir korkuyla da yüz yüze bırakıyordu.(2)

Ukrayna kırmızıçizgiydi. Dahası gidenin yalnızca Ukrayna olmayacağı ABD’nin peşi sıra tırnaklarını Rusya’ya da geçirmeye çalışacağı Moskova’daki ortak düşünceydi. Sonuçta ve gerçekten ABD-Batı ittifakı açısından SSCB’nin ardından şimdi de sıra Rusya’nın zayıflatılması ve çökertilmesi hedefine realize etmeye gelmişti. Putin iktidara geldikten kısa süre sonra muhtemelen Batının bu planını en azından öteleyebilmek amacıyla hem ABD hem de AB ile ilişkileri geliştirmek için birçok girişimde bulundu. Bunlar arasında “Rusya’nın NATO’ya üye yapılması” önerisi de vardı. Ama Rusya’nın bu hamleleri olumlu bir karşılık bulamadı ve Batı ittifakının Rusya’nın kuşatılıp güçsüzleştirilmesi ve mümkünse çökertilmesi çabaları kesintisizce devam etti (3)

Rusya açısından birlikten ayrılmasından ziyade bu durum, yani Ukrayna’nın Batıcı bir güç olarak burnunun dibinde şekillenme ihtimali, açık biçimde ve yaşamsal kaygı yaratacak denli rahatsız ediciydi. Hâlihazırda çözülüşün ve yıkımın yarattığı sorunlarla uğraşan Rusya, bu rahatsızlığına karşın Ukrayna meselesinde aktif müdahil olacak bir durumda değildi. Ama öte yandan Rusya’yı rahatlatan eski Doğu Avrupa ve bazı eski SSCB cumhuriyetleri üzerinde kendi hegemonyasını neredeyse sorunsuz biçimde tesis etmek varken ABD önderliğinin de, o konjonktürde Ukrayna gibi sorunlu bir alana öncelikli biçimde müdahil olmaya pek niyetli olmamasıydı. Tüm bu nedenlerle 1990’larda konu, henüz kriz boyutuna dönüşmedi. Ukrayna sorunun şimdilik askıya alınması ekonomik olarak sıkıntılı bir dönem yaşayan ve bir yandan da Çeçenistan Savaşı ile meşgul olan Rusya’nın da işine geliyordu. Şu an ve yakın vadede Ukrayna’nın bir kiriz unsuruna dönüşmesini arzulamayan Moskova, 1997’de imzalanan ve “Büyük Antlaşma” olarak bilinen mutabakatla, Ukrayna’nın sınırlarını tanıdı. Rusya’nın bu alandaki rahatlığının bir diğer nedeni de Ukrayna nüfusu içinde hatırı sayılır Rus ya da Rusça konuşan nüfussal bir dayanağının yanı sıra yönetici elitleri içinde de Rusya ile birlikten yana hatırı sayılır bir karşı gücün varlığıydı.

Krizden savaşa doğru … 

Bu durumun giderek değişmesinde ve nispeten barışçıl bir denge durumunun bozulup krizin ön plana çıkmasında Rusya’nın Putin liderliğinde uygulanan devlet kapitalizmi modeliyle ekonomik olarak kendini hızla toparlaması ve artık ilgisini dışa çevirecek konuma ulaşması önemli bir faktördü. Öte yandan da hazır Rusya iç mesellerinin çözümüne gömülmüşken bu uygun ortamdan yararlanarak eski Doğu Avrupa ve bazı eski SSCB cumhuriyetlerinde araziyi kendisi için düzleme işini tamamlayan ABD açısından da, Ukrayna ile daha yakından ilgilenme koşulları oluşmuştu. Üstelik Rusya’nın kendi içine dönmesi ve fakat ABD’nin bölgede aktif bir müdahil pozisyonda olması, Ukrayna elitleri içindeki dengede Batı elitleri lehine değişimi de doğurmuştu. Ezcümle ABD gelinen yerde Ukrayna da net bir rejim değişikliği gerçekleştirebilmek bakımından elini daha rahat hissederken Rusya da bu sürece direnebilecek ve mümkünse de tersine çevirebilecek koşullara asgari olarak da olsa kavuşmuştu.

Ayrıca ve çok daha önemlisi zaman Ukrayna meselesi etrafındaki rekabeti açık ve etkileri çok daha derin bir sıcak savaşa doğru yöneltecek olan yeni ve önemli gelişmelere de gebeydi. Bu yeni gelişmenin Ukrayna sorunu üzerindeki etkilerini analiz etmeden bugün gelinen noktayı da doğru ve bütünlüklü anlamak olanaksızdır. Emperyalist dünya da bir hegemonya krizi yaşandığı gerçeğinin de açık biçimde görülür hale gelmesi… Zira bu yeni gelişmenin ortaya çıkışına kadar Ukrayna üzerindeki güç mücadelesi daha çok Ukrayna içindeki Rusya ve Batı taraftarı elitler üzerinden ve ağırlıkla dolaylı yöntemlerle sürdürülüyordu. Ama Rusya’nın geri dönüşünü ve ABD’nin özellikle Çin karşısında güç kaybını görünür hale getiren ve Almanya-Fransız blokunun da bu süreçte ayrı bir hegemonya kurucu aday iddiasıyla ortaya çıkma hevesini artıran bu yeni süreç Rusya’nın askeri hamleler konusunda elini rahatlattığı gibi Ukrayna sorununun nasıl ve ne şekilde çözümleneceği sorununa da hegemonya mücadelesi açısından stratejik ve simgesel bir önem kazandırdı.

Artık Ukrayna’yı -ve tabi ki özellikle Ukrayna halkını-  bu koşullarda dahi çok zor günler bekliyordu.

Konuya gelecek yazımızda buradan devam edeceğiz…


1)  1 Aralık 1991’de Minsk kentinde Beyaz Rusya(Belarus), Rusya ve Ukrayna Devlet başkanları tarafından kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu, 21 Aralık’ta Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna ve Gürcistan hariç tüm eski Sovyet Cumhuriyetleri tarafından imzalanan anlaşma ile duyuruldu. 

2) 2004’te NATO’ya eski Sovyet cumhuriyetleri olan Baltık ülkelerinin (Litvanya, Letonya ve Estonya) üye yapılması Kremlin açısından önemli bir darbeydi. 

3) Bknz Hakan Aksay, “Ukrayna Savaşı-1: Putin’in hamlesi herkes için riskli, kendisi için de….” Gazete Duvar  

Mahmut ÜSTÜN