Belirli bir özgürlük tanımı yoktur; özgürlük fikri kişinin ona yüklediği anlamın içinde gizlidir. Dolayısıyla genel geçer ve mutlak bir özgürlük tarifi yapmaya yeltenmemeli. Bu temelde özgürlük, zaman tarafından üretilen, tüketilen, hatta test edilebilen bir şeydir. Bireyseldir; yaşa göre, cinsiyete göre, inanca göre, ihtiyaca göre değişik veçhelerde kendini hissettiren bir şeydir. Özgürlük fikri, esasında olan bir şey değil, olması istenen bir şeydir. O, insan ilişkileri içinde düşünülür, anlamını bulur. Kişinin varoluş problemine yanıt anlamında değer kazanır. Hal böyleyken günümüzde özgürlük, tüketim arzusunun nesnesi gibi durmaktadır
O, insan tekiyle, insan toplulukları arasındaki çelişkiden yansır. Özgürlük, insan teki “bir” iken, “iki” olduğunda hayatiyet kazanır, vücut bulur. Keza insan, “bir” iken “iki” olduğunda “sınır” olgusu özgürlük fikrinin ana rahmini oluşturur. Ama insan toplumsal varlıksa şayet, sınırlılığa mahkûm; “düş”ü sınırsızlığa yazgılıdır. O halde sınırsız özgürlük diye bir şey yoktur; “makul” ya da değil, sınır hep var olacaktır. İnsanın varlığına değer biçmesi, ötekiyle arasındaki krize ya da sınıra, kendine göre makul bir çözüm bulmasına bağlıdır. Burada çözümün diğer adı “özgürlük” olarak karşımıza çıkıyor.
Bu durum aslında, kişinin kendi “ben”ini istediği gibi gösterme/sergileme durumudur. O, insanın kendi ihtiyaçlarıyla karşılaşması ve yine kendi ihtiyaçlarının karşılanması arzusudur. Özgürlük fikri kişide; kişi özgürlük fikrinde vücut bulur. Kişiden öte bir özgürlük fikri olmayacağı gibi, özgürlükten öte kişi fikri de sadece bir insan bitkisine denk düşer.
Bugün neredeyse özgürlük, insanla kurması zorunlu ilişkiyi, önceden gelip oraya yerleşmiş teknolojinin yarattığı koşullar nedeniyle tam olarak kuramamaktadır. Bu nedenle özgürlük, özgünlüğünü ve insanı yitirmektedir. Bu durum, kişinin kafasındaki imgesini değiştirip, özgürlüğü belli teknolojilere sahip olabilmeye kadar indirgemiştir. Özgürlüğün bu dolaylıktan kurtarılabilmesi, oluşturulmuş imaj süzgeçlerinden kurtulmaya bağlıdır. Zira ne ölçüde teknolojik “harika”lara sahipsen o kadar özgürsün imajı hâkimdir. Bu anlamsız “düş yükü”, insan ruhunun “hakiki” özgürlük arayışını manipüle etmektedir.
Özgürlük bir başka anlamda da insan bedeninin ürettiği ruhun sınırlılığından kurtulma girişimi olamaz mı? Bulunulacak yeni bir dünya, görüntüden çok canlı bir şeye yönelmek gibi gelmeli özgürlük kişiye.
Teknoloji bireyi keşfetti, buldu, hatta ele geçirdi, giderek de dönüştürdü. Hal böyle olunca, özgürlük mevhumunun bu “dönüşüm”den payını almaması düşünülemezdi. Tabii işin asıl trajikomik yanı bütün bu sürecin “Aydınlanma” olarak takdim edilmesiydi. Böylece artık orası yeni yaşam hiyerarşisinin kurulduğu yerdi. Buna bir anlamda gövdesiz, hacimsiz özgürlük desek yeriydi. Bu daha çok da dokunulmayan, sadece hayali bir his durumuydu artık. Özgürlüğü metaya tabi kılan, giderek de cansızlaştıran bir halet-i ruhiye söz konusu…
Aslında özgürlük tek parça, monolitik bir şey değildir. Fazlasıdır. Özgürlük bir bakıma kolaj bir şeydir. Çok parçalıdır. Ama parçaları bir uyuma hizmet ettiği sürece… İnsanın yeni yeni görünüş/oluş biçimlerine ve henüz bilinmeyen hakikatlere kapı aralayabilmesidir. Sanatla, şiirle, edebiyatla zenginleşmiş dünya özgürlüğe en yakın dünyadır.
Özgürlük bir “olmuş olma” hali değil, “olmuş olmaya” doğru bir yolculuk olarak kavranmalıdır. O, insanın hali hazırdaki durumuna karşı bir ayaklanma; kendi varlığı üzerinde uyguladığı bir deneydir bir bakıma.
Özgürlük fikri elbette daha iyi bir gelecek tasavvuru ve beklentisidir ama daha önce dünyayı başka bir biçimde adlandırmaktır. Çünkü her demokratik faaliyet, ancak özgürlük zemininde asıl kimliğini bulur.
Günümüzde insanın özgürlük ihtiyacını açığa çıkarıp görünür kılan iki temel ağrısı vardır: birincisi aşk; ikincisi tüketim nesnelerine ulaşılabilirlik. Bu dünya, görüntünün, imajın, özgürlüğün iç içe geçtiği bir dünyadır. Böylesine çarpık özgürlük kavrayışının, gerçeklik kazanması bazı aracılara ihtiyaç duyar; aracılar üzerinden kimliğini kazanır. Belki aracın kendisi bir özgürlük simgesidir kimine göre. Şöyle söylersem abartılı mı olur bilemem: özgürlük, müşteri olmaya indirgenmiştir. Neye müşterisin ve onu nasıl elde edebilirsin? İşte günümüz özgürlük kavrayışının temel sorunsalı… Artık bundan böyle ideolojik referanslar sadece bir kamuflaj argümanıdır.
Hal böyle olunca, özgürlük kişilerin içindeki boşlukları doldurma, kendini tam kılma arzusundan doğuyor. “Eski” özgürlük kavrayışı bu anlamıyla insanların içindeki boşlukları tam olarak dolduramıyordu. Reel-sosyalizm bundan dolayı mı yıkıldı acaba? Söz konusu ettiğim tez doğruysa, o “eski” özgürlükte ısrar eden tüm ideolojiler yıkılmaya mahkûm olacaktır. Sanırım şimdi daha büyük sözler etmeden zamana bırakmalı son sözü.
Nihayetinde insan doğası diye bir mefhuma ve onunla uyumlu işlemek durumunda olan bir akla sahip birey. Kişinin özgürlük fikri, işte bu doğa bağlamında talep yaratıyor. Ama şurası da bir gerçek ki, fikri planda tek ve mutlak bir insan doğası yok. Bu nedenle kişi, en azından fikri planda kendini güncelleyen bir özgürlük tasavvuruna sahip olmalı. Her canlı gibi -ister kabul edilsin ister edilmesin- fikirler de evrime tabi… Ama fikirlerin evrimi canlı evrimine göre belki binlerce kat daha hızlı ilerliyor.
Paul Valery’nin bu durumu aydınlatan bir sözüyle bitirelim: “Ne madde, ne uzam, ne de zaman eskiden beri olduğu konumdadır.”
Özgürlük güzergâhı da öyle…
- Özgürlük Güzergâhı - 16 Kasım 2024
- Bir İdeoloji Olarak Bilim - 17 Ekim 2024
- Politik Patoloji - 22 Eylül 2024