Ben dahil, tüm insanlık, sanatçılar, filozoflar vb. yaşamlar boyunca şu kadim soruya cevap aramışlar, arıyorlar, arıyoruz. İnsan hayatının anlamı veya değeri nedir?
Bu soruya cevap arayan felsefecilerden biri ile sizi tanıştıracağım. Amerikalı felsefeci, tarihçi, yazar ve üstelik felsefe dalında Pulitzer ödülü sahibi, Will Durant.
Amerika’da Büyük Buhran dönemi, 1930’da bir sonbahar günü, filozof Durant, New York’taki evinin önündeki yaprakları toplarken yoldan geçen bir yabancı ona yaklaşır, kendini öldürmeyi planladığını ve ona bunu yapmaması için bir sebep vermezse bunu gerçekleştireceğini söyler.
Durant, yabancıya baka kalır, bunu yapmaması için birçok argüman sunar, ancak yabancı etkilenmez, konuşmadan arkasını dönüp çekip gider. Durant, adamın başına ne geldiğini asla öğrenemez ve bu karşılaşma onu çok etkiler.
Bu çarpıcı yaşam sahnesi sonrasında Nobel ödülü sahipleri, psikologlar, romancılar, profesörler, şairler, bilim insanları, sanatçılar ve sporcular, Gandhi, Bertrand Russell ve Sinclair Lewis gibi ünlü düşünürlerin olduğu 100 aydına bir mektup yazar ve bir soruyu cevaplamalarını ister.
“Çalışmanızı bir anlığına yarıda kesip benimle felsefe oyunu oynar mısınız? Bizim neslimizin, belki de diğerlerinden daha fazla, her zaman sormaya hazır olduğu ve asla cevaplayamadığı bir soruyla yüzleşmeye çalışıyorum: İnsan hayatının anlamı veya değeri nedir?”
Kaleme aldığı kitabı “Hayatın Anlamı Üzerine” bu yanıtların bir derlemesidir ve son bölüm Durant’ın bu soruyu kendisi için yanıtlama girişimine adanmıştır. Ve bu yazıda bu kitap çerçevesinde oluşturulmuştur.
Neyse gelelim bu kitap ekseninde felsefecimize gelen cevaplara. Cevaplar gelmeye başladığında, Durant hayrete düşer. Hayatın, tek bir anlamı değil, birçok anlamı varmış gibi görünüyordur. Öyle de olması gerekmiyor mu? Her yaşamın kendine göre bir anlamı ve anlam arayışı yok mu?
Soruyu çoğu kişi pek ciddiye almaz. Bazıları, fazla düşünmek için çok meşgul olduklarını söylerler. O zamana kadar düşünmemeleri de ilginçtir. George Bernard Shaw, “Nereden bileyim? Sorunun kendisi bir anlam ifade ediyor mu?” diye yanıtlar. H.G. Wells, kendi yayınlarını referans göstererek egosunu tatmin eder.
Yazar Mencken, yazarlık kariyerine yakışır bir cevap verir.
“Bana kısaca, hayattan ne kadar tatmin olduğumu ve neden çalışmaya devam ettiğimi soruyorsun. Bir tavuğun yumurtlamaya devam etmesiyle aynı sebepten çalışmaya devam ediyorum… Fikirlerimin çoğunun sağlam olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor, ama gerçekten umursamıyorum. Dünya onları alabilir veya bırakabilir. Onları yumurtadan çıkarmaktan zevk aldım.
İnsan hayatının anlamı ne olabilir bilmiyorum: Hiçbir anlamı olmadığından şüphelenmeye meyilliyim. Onun hakkında bildiğim tek şey, en azından bana göre, sürdüğü sürece çok eğlenceli olduğu.
Ölümsüzlüğe inanmıyorum ve buna dair bir arzum da yok… Öldüğümde hiçliğe karışmaktan memnun olacağım. Hiçbir gösteri, ne kadar iyi olursa olsun, sonsuza dek iyi kalamaz.”
Fransız yazar André Maurois, “Hayatın anlamını neden hayatın dışında arıyorsun?” diye sorar. Benim de beğendiğim cevaplardan biri oldu. Hayatın anlamını sorguladığımızda, genellikle yaşamanın dışında, ona daha büyük bir önem kazandırabilecek bir şey arıyoruzdur, ancak belki de soru zorunlu olarak kendi içindedir. Hayatın anlamı şimdi şu anda yalnızca bu hayatı yaşamamızdır.
Fizik dalında Nobel ödülü sahibi C.V. Raman ise şöyle cevap verir:
“Çalışmak, başarmak ve başkalarının da aynısını yapmasına yardımcı olmak arzusu, beni ayakta tutan itici güçlerdir. Mutluluğun gerçek kaynağının bencillik değil, özdenetim olduğunu düşünüyorum. Son çare olarak, kişinin kendine karşı bir zafer kazanması, tüm dünyayı fethetmekten daha büyük bir şeydir.”
Çalışmak ve başkasına yardımcı olmak. Başkasına hizmet ederek tüm dünyayı fethetmek ve kendine karşı bir zafer kazanmak. Yolumu aydınlatan Mehmet Refik Yücel’den bir alıntı yapmasam olmaz. “Yaşamımızın ilk zaferleri ve en önemlileri, içimizde kazanılanıdır.”
Ancak yaşasaydı Durant’a en şaşırtıcı cevabın mektubu asla yazmayı düşünmediği birinden geldiği konusunda hemfikir olup olmadığımızı sorabilirdim. Durant’ın yayıncıları, anlam hakkındaki soruyu yakın zamanda müebbet hapse mahkûm edilmiş New York’lu bir adam olan Owen C. Middleton’a göndermenin ilginç olabileceğini düşünmüşler. Mahkûm 79206 olarak bilinen Middleton’dan gelen cevap gerçekten etkileyici.
“Ünlü bir yazar ve filozof, şu kadim soruya bir cevap arıyor: İnsan hayatının anlamı veya değeri nedir? Aynı derecede ünlü bir yayıncı, bana şu anki pozisyonumda buna nasıl katlandığımı sordu… Ben, hapishane duvarları ardında ömür boyu hapis cezası çeken bir adam olarak, hayatın benim için sahip olduğu anlamın, büyük gerçeklerini fark etme ve bana öğrettikleri derslerden öğrenme ve yararlanma yeteneğime bağlı olduğunu ve bununla sınırlı olduğunu söylüyorum. Kısacası, hayat, onu değerli kılmak için çabalamaya istekli olduğum kadar değerlidir.
Bazıları, düşüncenin, keşfin ve icadın, hayatın oldukça umutsuz bir girişim olduğunu, insanlığın yenilgiye ve unutulmaya mahkûm çaresiz bir piyon olduğunu ortaya koyduğuna ve bu kasvetli manzaradan insanın dönüp “Ne faydası var?” diye haykırdığına inanmamızı istiyor. Hayatın tesadüfi olduğu teorisini kabul etmeye hazırım, ancak bunun anlamsız olması gerektiği anlamına gelmez.
Kaderin bizi hangi büyük sona götüreceğini bilmiyorum ve pek de umursamıyorum. O sondan çok önce, rolümü oynamış, repliklerimi söylemiş ve gitmiş olacağım. Bu rolü nasıl oynadığım beni ilgilendiren tek şey. Hayat denen bu büyük, harika, yükselen hareketin vazgeçilmez bir parçası olduğumu ve hiçbir şeyin ne salgın hastalığın, ne fiziksel sıkıntının, ne depresyonun – ne de hapishanenin – benden rolümü alamayacağını bilmek, benim tesellim, ilhamım ve hazinemdir.”
Hayat denen bu büyük, harika, yükselen hareketin vazgeçilmez bir parçası olduğunu bilmek. Böyle hissedebilmek. Nefis.
Birçok kişi de bağlılıkta ve hizmette amaç buluyor. Gandhi bunlardan biri. “Tesellimi ve mutluluğumu yaşayan her şeye hizmet etmekte bulurum… Hazinem, karanlığa ve tüm kötü güçlere karşı savaşmakta yatar.” Diye cevaplıyor soruyu.
Son olarak, Durant soruyu kendisine yöneltiyor. Hayatın kendi dışında bir anlamının olmamasının (Maurois’in öne sürdüğü gibi) tamamen mümkün (hatta muhtemel) olduğunu kabul ediyor – kesinlikle ölümsüzlüğe veya gerçek bir mirasa inanmıyor. Durant şunları yazıyor:
“Yaşamın anlamı… kendi içinde yatmalıdır; bireysel ölümden, hatta ulusal çöküşten bağımsız olmalıdır; yaşamın kendi içgüdüsel isteklerinde ve doğal doyumlarında aranmalıdır.
O halde hayatın en basit anlamı sevinçtir – deneyimin kendisinin coşkusu, fiziksel refah; kasların ve duyuların, damakların, kulakların ve gözlerin salt tatmini. Hayatın güzellik anları dışında hiçbir anlamı olmasa bile (ve daha fazlası olduğundan emin değiliz), bu yeterli olurdu.
Ölüm gelsin; bu arada Güney Dakota’nın mor tepelerini gördüm ve bir yıldızın bir noktasının akşam göğünde sessizce yerini aldığını gördüm. Doğa beni yok edecek, ama buna hakkı var – beni o yarattı ve duyularımı binlerce zevkle yaktı; benden alabileceği her şeyi bana o verdi. Ona nasıl yeterince teşekkür edebilirim?”
Durant daha sonra bir şeyin yalnızca başka bir şeye göre değer taşıdığını ileri sürer. Önem sorusu değer temelli bir yargıdır, daha büyük bir şeye yapılan bir çağrıdır. Bu amaçla, bir insan hayatını önemli hissetmesi için, kendisini kendisinden daha büyük bir şeye, daha büyük bir bütüne göre hissetmesi gerekir (inananlar için bu daha geniş şema Tanrı/Allah’tır, inanmayanlar içinse tamamen doğa/evrendir).
“O halde, şunu söylemeliyim ki, anlam ve içeriğe giden yol budur: bir bütüne katılın ve tüm bedeniniz ve zihninizle onun için çalışın. Hayatın anlamı, bize kendimizden daha büyük bir şey üretme veya ona katkıda bulunma şansı vermesidir.”
Bu daha büyük bütünün ne olması gerektiği kişiseldir. Aile ve arkadaşlar, önemsediğiniz bir dava/kişi, bir hareket, başkalarının hayatını daha iyi hale getirmek için herhangi bir çaba. Bunların hepsi “bireyi kendisinden çıkarır… onu daha büyük bir planın işbirlikçi bir parçası yapar.” Hayat saçma olabilir ve içsel bir anlamı olmayabilir, ancak bu herhangi bir bireysel hayatın anlamsız olduğu anlamına gelmez. Varoluşun boşunalığı hakkındaki düşünceler yaşamaya devam etmeye değip değmediğini sorgulamanıza neden oluyorsa, Durant “ne yaparsanız yapın, felsefeden ölmeyin” diye yalvarıyor. Ben de ona cevaben diyorum ki ne olursa olsun ölmeden önce bir yaşam felsefeniz olsun.
Birçok insan Allah/Tanrı tarafından verilen bir anlam, evrensel olarak onaylanmış bir amaç olmadan hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Ben de tüm inananlar gibi ne zaman başımı kaldırıp gökyüzüne baksam “hayatın anlamı nedir?” diye sorup hayatın ötesinde bir cevap arıyorum. Dini bir anlam aramak, aynı zamanda şu soruya bir cevap aramaktır: “Yaradan hayatlarımızla ne yapmamızı istemektedir?”
İnanmayanlar için bu sorunun bir anlamı yok. Ama inansan da inanmasan da kendine şu soruyu sorman gerekiyor. Hayatımla ne yapmayı planlamalıyım?
Durant bize bir cevap verdi: önemli hissettiren bir bütüne, bir gruba, davaya veya harekete katılın ve sonra o bütüne katkıda bulunun. “Anlam” – yani yaşamanın değeri – ilişkiseldir. Kendimizi daha büyük bir bütünün, kendimizden daha büyük bir şeyin arka planına yerleştirerek, anlam için koşulları yaratırız. Ve anlam, ait olma yoluyla gerçekleşir.
İster bir yaradan inancınız olsun veya olmasın gözleyebildiğimiz kadarıyla bile evren çok büyük ve şiirsel. Ve bu evrene, bu sınırsızlığa ait, bir parçası olmak insana tatmin edici bir arka plan ile, ihtişamı, gizemi ve hayata, yaşamımızın gerçekliğine ve o yaşamın kıymetine odaklanmayı sağlıyor.
Bana gelince herkes gibi anlaşılmaya, tanınmaya ve onaylandığımı hissetmeye ihtiyacım var. Sevmeye ve sevilmeye ihtiyacım var. Karşılıklı sevgi üzerine kurulu yakın ilişkilere ve ait olma duygusuna ihtiyacım var. Ait olmaktan ne anlıyorum? Şefkat, nezaket, bağlılık ve başkalarını kendimizden önce koyarak yaşamak.
Çalışmak için nasıl bir hedefe ihtiyacımız varsa. Yaşamak için de bir amacımızın/hedefimizin olması ve bu hedefin iki özelliği olması gerekiyor. Önemli ve geniş kapsamlı hissettirmesi ve Dünyaya bir şekilde katkıda bulunuyor olması (yani hizmet temelli bir zihniyet benimsemek). Amaçla iç içe geçmiş olan şey kimliktir, çünkü amaç öz-yansıma ve öz-bilgi gerektirir. Amaçlı bir şekilde yaşamak, hedeflerimizi değerlerimiz ve ilkelerimizle uyumlu hale getirmek anlamına da gelir. Amaç kişiseldir. Hayata ışıltısını ve tatmin duygusunu veren bu amaç sayesinde elde edilen anlamdır. Daha dolu bir hayatla ilişkilendirilen duygular mutluluk veya haz değil, aidiyetten aldığımız onay ve sevgi duyguları, amaçlı yaşamaktan aldığımız özgünlük duygusu, aşkınlıktan aldığımız huzur ve esenlik duygularıdır. Uzun lafın kısası amaçsız bir hayat anlamlı olmaz.
Aşkın deneyimlere ihtiyacımız var. Hayranlık, gizem karşısındaki duygusal tepkidir , bu da hayranlığın, kavraması zor olan çok büyük veya engin bir şeyi düşündüğümüzde hissettiğimiz his olduğunu söylemenin başka bir yoludur. Muhteşem bir manzara, insan yapımı bir tarihi bina, bir senfoni tarafından büyülenmek veya sürükleyici bir sanat deneyimine katılmak, sınırları zorlayan insani bir yetenek, yıldızlı bir gökyüzü, yağmurun yağması, karın saflık duygusu, olağanüstü bir nezaket eylemi, çocuğunuzun doğumu, evrenin ölçeğini veya varoluşunuzun inanılmaz derecede imkansızlığını düşünmek gibi büyük düşünceler. Böyle anlarda hissedilen benlik duygunuzun yıkandığı, başkalarına ve dünyaya derinden bağlılığı hissedebilmek.
Ve son olarak ölümle ve onun anlamla olan yakın bağlantısına bir parantez açmak isterim. Ölümü düşünmek, eğer doğru zihniyete sahipsek, daha anlamlı hayatlar sürmemize yardımcı olabilir. Ölüm gelecekte gerçekleşecek bir olay değil, her zaman mevcut bir olasılıktır. Beklediğimiz bir şey değil, her an bizimle birlikte olan bir şeydir. Ölüm bir yabancı değildir… ölüm bir yol arkadaşıdır. Ölüm, hayata değer katan sınırdır; ölüm hayata kıymetini ve aciliyet duygusunu verir. Yani, ölüm hakkında düşünmek anlamı aydınlatır. Ancak bunun tersi de geçerlidir: Anlamlı bir hayat sürmek, ölüm döşeği pişmanlıklarına karşı bir savunmadır; bunların en yaygınları gerçek özlemleri yerine getirmemek ve sevdiğimiz insanlarla yeterince zaman geçirmemektir. Ölüm ve anlam el ele gider.
Ne demiş Cemal Süreya: “Mutlu uyumak lazım azizim. Madem uyku yarı ölüm halidir, O halde mutlu ölmek lazım; Her gece.”
Hayatınızı anlamla, ait olma duygusuyla olağanüstü, inanılmaz bir nadirlikmiş aşkınlığı ve minnet duygusu ile yaşayın.
Bunu yapın çünkü bu satırları okuyorsanız bugünde uyanıp yaşama karışmışsınız demektir.
Şanslınız.
Şanslıyım.
Görsel Linki: https://www.sciencenordic.com/denmark-researcher-zone-science-and-cocktails/scientist-we-could-find-intelligent-life-in-space-within-two-decades/1445830
- Yalnız Balina - 17 Aralık 2024
- İnsan Hayatının Anlamı ve Değeri Nedir? - 21 Kasım 2024
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024