“Kent hakkı” kavramını 1968 yılında ilk kullanan ünlü Fransız kent bilimcisi Henri Lefebvre(1901-1991)’dir. Lefebvre’nin kavramsallaştırmasına esin kaynağı olan ise ünlü 68 Paris isyanıdır. Sorbon Üniversitesi öğrencilerinin eylemiyle başlayan, işçi sınıfının katılımıyla genel greve dönüşen Paris isyanı Lefebvrre’ye göre, özünde kent hakkı talebi de bulunan büyük bir kent isyanıydı.
Metalaşan Kentler
Lefebvre’ye göre kentler artık “meta” (pazarlanan mal) haline gelmişti .Kentleşme süreçlerini belirleyen Marksist terminolojiyle “kentlerin kullanım değerleri değil değişim değerleri”ydi. Kentler, kentlilerin ihtiyaçlarına göre değil sermayenin azami kar ve rant arayışına göre şekillendirilmeye başlanmıştı. Kentin şekillendirilmesiyle ilgili karar süreçlerinden kent halkı dışlanmış ve karar süreçleri sermayenin dolaysız hegemonyası altına girmişti.
Lefebvre, Paris halkının 68 isyanıyla aynı zamanda bu hegemonyanın protesto edildiğini ve karar süreçlerine halkın katılımının talep edildiğini söylüyordu. Lefebvre’ye göre “kent hakkı” öncelikle ve temelde “Nasıl bir kent?” sorusunun yanıtlandığı karar süreçlerine kentli halkın katılımı hakkıydı…
Paris 68’den 45 yıl sonra İstanbul’da başlayıp tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Parkı Direnişi’de pek çok kişi tarafından aynı bu biçimde, yani içinde “kent hakkı” talebinin de baskın olduğu bir direniş olarak yorumlandı.
“Kent hakkı” soyut olarak tüm kentlileri kapsayan bir haktır. Ama gerçek hayata bakıldığında bu hak öncelikle ve temelde kentin dezavantajlı kesimlerini yani emekçilerini, yoksulları, ezilen tabakaları daha dolaysızca ilgilendirmekte olan; yani sınıfsal boyutu öne çıkan bir haktır. Zira kentlilerin bir bölümü kentin kar/rant aracı haline gelmesinden, yani metalaşmasından önemli çıkarlar sağlamaktadır. Dolayısıyla bu kesimler kentleşmenin karar süreçlerinde bütün kentlilerin aktif rol oynamasına da karşı durmaktadır. Lefebvre bu nedenle kent hakkı mücadelesinin ancak bu sınıfsallığın bilinciyle güçlü, örgütlü, politikleşmiş ve süreğen biçimde yürütüldüğünde başarılı olacağı, aksi halde kısa vadeli özgürleştirici sonuçların sönümleneceği ve yeniden karar süreçlerinde sermaye hegemonyasının tesis edileceği uyarısında bulunur.
Harvey: Kentler sermayenin krizini azaltma amacına kurban ediliyor
“Kent hakkı” kavramı üzerinde duran pek çok çağdaş kent bilimcisi bulunmaktadır. Bunların arasında en öne çıkan ismin David Harvey olduğunu söylemek sanırım abartı olmaz.
Harvey, sermaye kent ilişkisine iki farklı boyutta katkı sunar. Harvey’e göre kapitalist kriz ile kentin metalaşması arasında dolaysız bir ilişki vardır. Harvey, Louis Napolyon Bonaparte’nin 1853’de Georges Haussmann aracılığıyla Paris’i adeta yeniden inşa ettirmesini -pek sıklıkla vurgulanan olası halk protestolarını askeri açıdan kolaylıkla bastırmak amacının yanı sıra- kriz nedeniyle atıllaşan sermayeye yeni bir birikim alanı yaratarak ve atıl emeğin bir bölümünü istihdam ederek krizin etkilerini yumuşatmak olarak yorumlar. Yani kentler tıpkı askeri sanayi gibi kapitalizmin krizini hafifletme alanı olarak rol oynar. Harvey aynı yöntemin 1940’lı yıllara ABD’de New York’u inşa eden Robert Moses tarafından kullanıldığına ve ardı sıra her yerde kullanıldığına dikkat çeker.
Böylece bugünkü kentsel dönüşüm politikalarının arka planı hakkında da bize önemli ipuçları sunmuş olur.
Kentsel Dönüşüm ve Kent Hakkı
Kentsel dönüşüm uygulamaları, bugünkü egemen biçimiyle –iddia edilenin aksine- çöküntü bölgelerinin rehabilitasyonu aracılığıyla kent yaşamını sağlıklı ve kaliteli kılan uygulamalar değildir. Kentlerin, krizden çıkması için sermayeye hibe edilen alanlara dönüşmesidir. Kentlerin çok daha fazla metalaştırılmasıdır. Kent yoksullarının başta kent merkezleri olmak üzere yaşam alanlarından sökülüp kentin çeperlerine fırlatılması, ardından da bu alanların atıl sermayeye yeni değerlenme, kar/rant alanları olarak en ucuza (mümkünse bedelsiz) sunulmasıdır.
Bu alanlarda zuhur eden yeni ve devasa yapılar bir ölçüde kentlilerin gözünü boyasa da, aslında kentsel dönüşüm politikaları kentin kentliler açısından daha kaliteli ve özgürleştirici bir yaşam alanı haline gelmesine değil, tam tersine sağlıksız, dışlayıcı, modern hapishaneler haline dönüşmesine yol açmaktadır. Kentin doğal/ekolojik zenginlikleri, tarihsel mirası ve kenti özgürleştirici kılan açık ve kapalı kamusal alanlar kar/rant uğruna yok edilmektedir. Dolayısıyla kentsel dönüşüm kentleşme (karar) sürecinin sermaye çıkarlarına çok daha fazla teslim olması; kentlerin, sermayeyi krizinden kurtarmak için modern bir talancılığa kurban edilmesi anlamına gelmektedir.
Küreselleşme ve Kent Hakkı
Harvey ikinci olarak, günümüzde kent/sermaye egemenliği ilişkisinin küresel bir nitelik kazandığına vurgu yapmakta ve kent hakkı mücadelesinin, kentleşme karar süreçlerinde giderek ağırlık elde eden küresel sermaye egemenliğine karşı bir mücadele niteliği de kazandığına dikkat çekmektedir.
Kentleşme alanında sıkça kullanılan “yönetişim” kavramı da, kentlerdeki bu yeni ve dışlayıcı egemenlik biçiminin “demokratik” süsüdür. Zira “yönetişim” uygulamalarıyla gerçekleşen kentleşme (karar) sürecine tüm kentlilerin katılımı değildir; tam aksine yerli ve küresel sermaye temsilcileri eliyle yerel yönetimlerin dolaysız kontrol altına alınmasıdır.
Yani kent hakkı mücadelesi bir anlamda “yönetişim” anlayışına karşı “komün” anlayışının egemen kılınması mücadelesidir.
Hak kavramı ve Kent Hakkı
“Hak” kavramı, güçsüz olanların güçlüler karşısında yasalar aracılığıyla korunması ve en temelde de bireyin ve toplulukların kendilerini özgür biçimde gerçekleştirme koşullarının yine yasalar aracılığıyla teminat altına alınması anlamına gelir. Hak kavramının bir yönü, güçlüye karşı güçsüzü korumak gibi pasif bir niteliğe sahiptir. Diğer yönü ise güçsüzlerin gücün oluşturulması ve kullanılması sürecine katılımı yoluyla gücün demokratikleşmesini hedefler, yani daha aktif nitelik taşır..
Hakları bireysel haklar, sosyal haklar ve dayanışma hakları olarak tasniflemek mümkündür. Bireysel haklar seyahat hakkı, güvenlik hakkı, oy ve katılım hakkı, inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, mülkiyet hakkı, özel yaşam özgürlüğü gibi bireysel düzlemdeki korunma ve katılım haklarıdır. Bu haklara liberal haklar denir. Burjuva sınıfının önderliğinde Ortaçağ teokratik monarşilerine karşı ileri sürülmüş ve elde edilmiş haklardır.
Bireysel haklar burjuvazinin monarşiye karşı elde ettiği haklar iken sosyal ve dayanışma hakları temelde burjuvaziye ve liberalizme karşı emekçi mücadeleleriyle elde edilmiştir. Bu haklar ekonomik, sosyal ve siyasal alanın tümünü kapsayan biçimde sınıfsal eşitliğe ve özgürlüğe yönelen toplumsal haklardır. Çalışma hakkı, sağlık hakkı, sendika ve grev hakkı, İş güvenliği ve güvencesi hakkı vb.
İçinde kent hakkının da yer aldığı ve dayanışma hakkı adı verilen haklar ise en yeni haklar kümesidir ve bu nedenle bu haklara üçüncü kuşak haklar denilmektedir. Dayanışma haklarının bir diğer özelliği sorunların kaynağının küreselleştiği çözümlerinde doğal olarak enternasyonalist bir içeriğe sahip olduğu bir gelişme düzeyine ait haklar olmalarıdır. Kent hakkının yanı sıra çevre hakkı, barış hakkı, tarihsel kültürel miras hakkı gibi haklar bu kümede yer almaktadır.
Bütün haklar gibi kent hakkının da pasif ve aktif boyutu vardır. Pasif boyutu tüm vatandaşların kentsel gelişmenin yarattığı dezavantajlardan korunmak, avantajlardan ise eşit biçimde yararlanmak hakkına sahip olmasıdır. Aktif yönü ise tüm vatandaşların kentsel gelişmeye yönelik karar süreçlerine ve kent rantının kullanım kararlarına eşit katılım hakkıdır.
Ve tüm haklar gibi kent hakkının nirengi noktası karar süreçlerine aktif katılım hakkının kullanılabilmesidir. Hakların aktif katılımcı kullanımı yoksa, o haklar esaslı olamaz, biçimsel ve yüzeysel kalır.
Nasıl bir kent oluşacağına karar veremiyorsanız, nasıl yaşayacağınıza da kararı siz vermiyorsunuz demektir. Harvey’in sözleriyle, “Ne tür bir kent istediğimiz sorusu ne tür toplumsal bağlar, doğa ile ilişki, yaşam biçimleri, teknolojiler ve güzel duyu değerleri arzuladığınız sorusundan ayrılamaz. Kent hakkı kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şeydir. Kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Ayrıca bireyselden çok kolektif bir haktır.”
- Faşizm Üzerine Notlar (4) - 20 Aralık 2024
- Faşizm Üzerine Notlar (3) - 12 Aralık 2024
- Faşizm Üzerine Notlar (2) - 4 Aralık 2024