TİP, Deprem Suçları Raporu’nu açıkladı

Türkiye İşçi Partisi (TİP), 155 sayfalık ‘Deprem Suçları Raporu’nu açıkladı. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından bazı müteahhitler ve yapı denetim firmalarının yetkililerinin tutuklanmasının toplumun biriken öfkesini, gazını almaya dönük bir şey olduğunu belirten TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın organize suçun başı olduğunu iddia etti. Suç listesinde ikinci sırada, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Kızılay Başkanı Kerem Kınık ve AFAD Başkanı Yunus Sezer’in geldiğini belirten Şık, eski bakan Mehmet Özhaseki ve AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım ile yerel yöneticilerin de şüpheliler arasında olduğunu belirterek, “Bütün bu organize suçun başındaki kişi olarak da elbette ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan asıl faillerden birisidir. Bu kişilerin baş şüpheli olarak bir iddianamenin sanıkları arasında yer alması gerekiyor” dedi.

TİP’in, 6 Şubat’ta meydana gelen ve 50 bini aşkın insanın yaşamını yitirmesi ile binlerce vatandaşın yaralandığı depremlerle ilgili hazırladığı “Deprem Suçları Raporu”, TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Parti Meclisi üyeleri Nazır Kapusuz, Av. Melike Öztürk, Şehir Plancısı Dr. Miray Özkan tarafından açıklandı. 155 sayfalık rapor üç bölümden oluştu. Raporun birinci bölümünde deprem anında ve sonrasında yaşananlar ele alınırken, ikinci bölümde depremin öncesine, AKP’nin deprem hazırlığına odaklanıldı. Üçüncü ve son bölümde ise TİP’in depremlerin ardından yürüttüğü faaliyetlerin ve yapılması gerekenlere ilişkin önerilerinin bir özeti sunuldu.

“ERDOĞAN ASIL FAİLLERDEN BİRİDİR”

TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, hazırladıkları rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunurken, “Her şeyden önce bu son depremin, faillerine ulaşmak bazı müteahhitlerin tutuklanmasıyla, yapı denetim firması yetkililerinin tutuklanmasıyla toplumun biriken öfkesini, gazını almaya dönük bir şey olduğunu söylememizin elzem olduğunu düşünüyorum” dedi. Depremin bu kadar ağır sonuçlarının olmasının nedeninin organize suç olduğunu savunan Şık, bu organize suçun faillerinin başında, bütün bu sürecin koordinatörü olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın geldiğini söyledi. İkinci sırada Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un geldiğini savunan Şık, AFAD’ın da sorumlusu olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, bu kadar büyük bir yıkımda Türkiye’nin en organize güçlerinden, insan güçlerinden biri olan askerin zamanında ve yeterli müdahale edilmemesinin yolunu açan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, Kızılay’ı bir yardım ve dayanışma kimliğinden uzaklaştırıp bir ticarethaneye çeviren Kerem Kınık’ın, hiçbir şey yapmadığı için AFAD Başkanı Yunus Sezer’in ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in de diğer şüpheliler olduğunu söyledi. “Bütün bu organize suçun başındaki kişi olarak da elbette ki şu anki mevcut ama önümüzdeki seçimde değişecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, asıl faillerden birisidir” diyen Şık, şöyle konuştu:

“SARAY REJİMİ DİYE ANILAN AKP VE ORTAKLARININ BU İŞE DAİR DAHLİNİ ANLATAN BİR RAPOR BU: TİP tarafından üyelerimiz ve koordinatör arkadaşlarımız tarafından hazırlanan 11 ili kapsayan bu yıkıma yol açan iktidar politikaları nedeniyle, yıkıma yol açan yapılanlar yapılamayanlar ve bunun ışığında kimin ne sorumluluğu olduğunu ortaya koymaya dönük bir çalışma hazırlandı. Raporumuzun adı TİP Deprem Suçları Raporu. Deprem suçları diye özellikle söyledik. Afeti engellemek mümkün değil ama bir doğal afetin nasıl yıkıma dönüştüğünü ve burada merkezi iktidarların sadece bugüne ait değil bundan önceki merkezi iktidarları da kastederek ve yerel iktidarları kastederek konuşuyorum ama son 22 yıldır iktidarı elinde tutan ve son dönemde adı ‘Saray Rejimi’ diye anılan AKP ve ortaklarının bu işe dair dahlini anlatan bir rapor bu. Raporumuzun girişi ‘Beklenen Felaket’ diye geçiyor. Çünkü konunun uzmanı olan bilim insanları, her mecrada Türkiye gibi büyük çoğunluğu fay hattında bulunan bir ülkede nerelerde yakın tehlike ya da risk bulunduğuna dair ciddi uyarılar yapmıştı. Bu doğal afetin geleceğine dair bir şeydi ama yıkıma dönüşmesiyle ilgili birtakım konu başlıklarımız var.

MİKRO ÖLÇÜMLEMEYLE ZEMİN ETÜTLERİNİN YAPILMADIĞINI BİLİYORUZ: Mesela diyoruz ki deprem ve fay bölgeleri bilinmiyor muydu? Yıllardır bilim zaten bize bunu söylüyor. Meclis’e sunulan Fay Yasası, mevcut adını anmaya değer bulmadığımız İçişleri Bakanı’nın da ‘Eli kulağında çıkacak’ demesine rağmen bir türlü çıkmadı mesela. Ya da sadece bu deprem bölgesinde bulunan 20’ye yakın il 81 ilçe ve 500’e yakın köy doğrudan fay hattı üzerindeyken, orada mikro ölçümlemeyle zemin etütlerinin yapılmadığını biliyoruz. Meclis gündemlerinde söz alan muhalefet vekilleri, ısrarla bu konuyu her seferinde dile getirmesine rağmen kulakların tıkandığını biliyoruz. Depreme bağlı risklerin önemli bir bölümünün inşaatların standartlara uymamasıyla ilgili denetlemekle yükümlü yerel yöneticilerin bu görevlerini yerine getirip getirmediği ile ilgili ciddi kuşkular olduğunu biliyoruz.

YIKIMIN EN ÖNEMLİ NEDENLERİNDEN BİRİ İMAR AFLARI ÜZERİNDEN DÖNEN BİR RANTİYE SİSTEMİDİR: Türkiye’nin en iyi tanıdığı uzmanlardan birisi Prof. Dr. Naci Görür son 2 yıldır Kahramanmaraş fayında ciddi bir deprem riski olduğunu ifade etmesine ve depremden 3 gün önce bir TV programında tekrarlamasına rağmen herhangi bir şey yapılmadığını biliyoruz. Bunların bir yıkıma dönüşmesinin en önemli nedenlerinden biri 1948’den beri bir seçim yatırımı olarak görülen imar afları üzerinden dönen bir rantiye sistemi kurulmasıdır. Yani 1948’den bu yana 20’den fazla imar affı yapıldı ve bunun en sonuncusunun AKP iktidarı döneminde yapıldığını ve deprem bölgesindeki birçok binanın da bu imar affından faydalandıktan sonra birçoğunun yıkıldığını ya da hasarlandığını ve dolayısıyla can kaybına neden olduğunu, birçok kişiyi evsiz bıraktığını ve yaralanmasına neden olduğunu da biliyoruz.

MESLEK ÖRGÜTLERİ İŞİN DIŞINA İTİLİRKEN ‘GEZİ’NİN İNTİKAMI ALINDI’ GİBİ LANSE EDİLDİ: Dolayısıyla biz bu konuyu tartışacaksak eğer, 2013’te TMMOB’un yetkilerini elinden alan yasa değişikliğinden itibaren tartışmamız gerekiyor. Çünkü o yasa, tam da Gezi isyanı sonrası çıkarıldığı için biraz da yanlış yorumlanarak, gezinin intikamı alındı gibi lanse edildi. Halbuki inşaat üzerinden dönen betonlaşma üzerinden dönen rantiyenin önündeki en büyük engellerden biri olan ve yurttaş adına kamu denetimi yapmakla yükümlü, bina güvenliği açısından deprem riskini bertaraf etmek açısından yurttaş adına kamu denetimi yapan, bütün inşaat süreciyle ilgili odalar, meslek örgütleri bu işin dışına çıkarıldı. Bakın TMMOB’un içerisinde inşaatla ilgili kim var? İnşaat Mühendisleri Odası var, Jeoloji Mühendisleri Odası var, Jeofizik Mühendisleri Odası var, Makine Mühendisleri Odası var, Mimarlar Odası var, Şehir Plancıları Odası var. Yani bir şehri kurmak için, bir yerleşim yeri kurmak için ihtiyaç olan ve denetim yapılacak, yapılan o denetimde insanların başını güvenle sokabileceği bir yuva inşa edip edilmeyeceğini belirleyecek bütün kurumlar var. Fakat siz onun denetim yetkisini elinden aldıktan sonra, iş yapı denetim firmalarına bırakıldı. Biz süreç içerisinde biliyoruz ki AKP de yeniden o yasada bir düzenleme yapmak zorunda kaldı birkaç yıl sonra. Büyük inşaat firmaları kendi yapı denetim firmalarını kurarak aslında denetim sistemini tamamen ortadan kaldırdı. Ve dolayısıyla mevzuyu buradan tartışmak ve iktidarın sorumluluğunu da altını iyi çizmek gerekiyor.

SAĞ KALANLARI DA ÇARESİZLİĞE TERK EDEN REJİM, ÜLKENİN ÜSTÜNDE EN BÜYÜK FELAKET OLARAK DOLAŞIYOR: Şimdi ortaya bir yıkım çıktı. İktidar eliyle daha ilk yapılan şey, bu yıkıma bir isim vermeye kalkışmak oldu, ‘Yüzyılın felaketi’, ‘Asrın felaketi’ diye bir isim uyduruldu. Hayır, bizim bu depremden sonra eğer bir şeye isim vereceksek söyleyeceğimiz tek şey, ‘Asrın dayanışması’ olduğudur. Çünkü, bir devletsizliği, iktidar boşluğunu, merkezi iktidarın, saray rejiminin yapmadığını yurttaşlar dayanışarak el birliğiyle yaptılar ve halen yapıyorlar. Üzerinden 52 gün geçen bir depremden sonra hala depremin yaralarını sarmaya çalışanların yurttaşlar olduğunu görüyoruz. Şimdi burada ‘Depremin ardından yaşananlar’ diye bir bölüm var. Orada en çarpıcı olan kısmı söyleyip sözü arkadaşlarıma bırakacağım. Bakın ilk deprem 6 Şubat 04.17’de gerçekleşti ve tam 10 saat sonra 14.20’de AFAD’ın ne yaptığını bu rapor bize söylüyor. SMS aracılığıyla yurttaşlardan 20 lira bağış istedi. O günden bugüne değişen ne var derseniz hiçbir şey yok. Depremde insanları ölüme, sağ kalanları da çaresizliğe terk eden bir rejim, şu an hala ülkenin üstünde en büyük felaket olarak dolaşıyor.

TİP Parti Meclisi üyesi Nazır Kapusuz da raporun 14 uzmandan destek alınarak hazırlandığını belirterek, şunları söyledi:

GEZİ TUTSAKLARI DA RAYPORA DESTEK VERDİ: Çeşitli bilim kurullarımızın hazırladığı raporların dışında özellikle gezi davası tutsakları, şu anda cezaevinde bulunan Mücella Yapıcı, Can Atalay ve Tayfun Kahraman da dışarıdan katkı verdi. Raporla ilgili beklentilerimiz aslında yazarken de belli olmasına rağmen ilk veriler geldiğinde hissettiğimiz şey şu oldu: Bu bir beklenen felaketti, yüzyılın felaketi değildi. Çünkü, çeşitli grupların hazırladığı raporlarda yıllar öncesinden başlayarak, daha 3-4 yıl öncesine kadar çok detaylı olarak Hatay’da, Kahramanmaraş’ta, Adıyaman’da kaç tane binanın yıkılacağı, kaç tane insanın öleceği, hangi alanlarda yıkımlar olacağı resmen tablolanmış. Bu tablolar, valilikler, belediye başkanları, garnizon komutanları, Kızılay, AFAD, Şehircilik Bakanlığı temsilcilerinin olduğu toplantılarda sergilenmiş.

BU İKTİDARIN ‘BARIŞ’ KELİMESİNİ KULLANDIĞI HER ŞEY SUÇ KANITIDIR, SUÇ DELİLİDİR: Biz anladık ki bu toplantılar sadece kamuoyuna resim vermek için yapılmış. Şu anda bu raporlar, raporumuzda da var, gerçekleşen sayılarla neredeyse birebir örtüşüyor. Yani bu devlet aslında kimin nerede öleceğini, hangi binada öleceğini bile hesaplayabilecek bir pratiğe girmiş. Biz bu anlamda da raporun girişinde de yazdık bunu, bunu Marquez’in ‘Kırmızı Pazartesi’ romanına benzetiyoruz. Aslında kimin öleceğini herkesin bildiği, sadece ölenin bilmediği, herkesin de bu felaketi, bu cinayeti göz göre göre beklediği bir dönem yaşamışız. Tabii ki bu felaketin bilinmesinde katkısı olanlar, bırakın bunları önlemeyi, 2018 yılında bu tip hasarlı, kusurlu, imar kaçağı yapıları bir imar affıyla affetmişler. Adına da ‘Barış’ diyorlar. Bu tip olumsuzluklara, daha olumlu adlar bulma konusunda da çok maharetliler. İşte Vergi Barışı, İmar Barışı, Varlık Barışı gibi… Aslında bu iktidarın ‘barış’ kelimesini kullandığı her şey suç kanıtıdır, suç delilidir. İmar affıyla bu tip yapılar yasalaştırıldı. Tabii bu deprem öncesi yaşananlar deprem sırasında yaşananlar da.

DEVLETİN DEPREM BÖLGELERİNE MÜDAHALE EDEBİLECEK VİNCİ DE YOKTU:Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın depremin ilk saatlerinde açıklamalarından birisi şuydu: ’10 tane vinç kiraladık yolda’ lafıydı. Bu aslında AKP iktidarının kamu kapasitesini nasıl yok ettiğinin, bu tip deprem, felaket gibi konularda ne kadar da aciz duruma devletin kapasitesini soktuğunun da göstergesi. Yaklaşık 10 il için 10 tane vinç kiralayan ve bununla övünebilen, bunun da yadırganmayacağını düşünen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Yine kamu kapasitesinin Kızılay, AFAD eliyle nasıl yok edildiğini de gördük. Kızılay’ın elindeki stokları, Cengiz Holding gibi Rönesans Holding gibi yerlere sattığını, Katar’a sattığını ve bunu tamamen ticarete döktüğünü hep beraber gördük. Bu sadece bu depremle de alakalı değil. Bildiğiniz gibi 2 yıl önce de Antalya ve civarında yaşanan orman yangınlarında da gördük. Cumhurbaşkanı’nın 13 tane özel uçağı var ama devletin yangın söndürme uçağı olmadığı gibi deprem bölgelerine müdahale edebilecek vinci de yoktu.

MÜTEAHHİT, AKP VE BELEDİYE ÜÇGENİNDE BİR ÖLÜM ÜÇGENİ OLUŞTURULMUŞ: Bu kamu kapasitesinin nasıl yok edildiği bir rapor haline geldi. Biz yine deprem sonrasında yaşanan ve sürekli artık bilgi akışı akan haberleri topladığımızda ortaya çıkanlardan birisi de bizce önemli olan bir nokta da şu: Özellikle daha kitlesel, insanların kaldığı otel gibi kamu binaları gibi yerlerde hep aynı üçgen vardı. Yapan müteahhit AKP yöneticisi ve aynı zamanda aynı AKP yöneticisi belediye yöneticisi ya da belediyede başka ortakları var. Yani müteahhit, AKP ve belediye üçgeninde bir ölüm üçgeni oluşturulmuş. Sürekli olarak depreme hazırlık için bizlere artık deprem anında bir yaşam üçgenine sığınmamız gerektiği anlatılır ama iktidarın aslında bizi çaresiz bırakacak bir şekilde ölüm üçgeni hazırladığını görüyoruz. Bu anlamda da insanlar aslında bir yandan da rant ile değeri artan konutlarda milyonluk evlerde kendi tabutlarını da hazırlamış oluyorlar.

BU RAPORU, İKTİDARIN GİTTİĞİNDE YARGILANACAKLARI BİR İDDİANAME OLARAK DA DÜŞÜNDÜK: Bu anlamda da raporda artık suçların listesini uzun uzadıya yayınlamak anlamsız ama bu dönemin suçlarının listesini biz yine de yazdık raporumuza ve ekledik. Biz bunun sadece bir rapor, kütüphanelere kaldırılacak detaylı bir rapor yerine, bundan sonraki bu iktidarın gittiğinde yargılanacakları bir iddianame olarak da düşündük. Zaten Gezi tutsaklarından Mücella Yapıcı’ya rapor fikrimizi ilettiğimizde, bize en çok ‘Deprem Raporu’ değil, ‘Deprem Suçları Raporu’ olarak yazmamızın gerçekten anlamlı olduğunu düşündüğünü, bu ülkede yaşanan felaketlerin sadece bilimsel bir açıklaması değil, aynı zamanda suçlular listesinin de yayınlanması gerektiğinin altını çizdi. Bu anlamda da böyle bir rapor hazırladık. Rapora tabii ki birçok TİP Bilim Kurulu da katkı sağladı.

“AFET YASASI BİNALARIN YIKILMASINI MEŞRULAŞTIRDI”

TİP Bilim Kurulu’nun kent ve yerel yönetimler çalışma grubu adına konuşan Miray Özkan ise “Yasalar değişti, şehircilik kurumu, planlama kurumu tamamen değişti ve parçalandı” dedi. Özkan sözlerini şöyle sürdürdü:

“İçeride zaten Gezi tutsaklarının rapor bölümlerinde çok detaylı anlatımları var ama 2000’li yılların başından beri gerçekten çok ciddi ve acı bir şehirleşme süreci yaşadık. Yasalar değişti, şehircilik kurumu, planlama kurumu tamamen değişti ve parçalandı. Özellikle 6306 sayılı Afet Yasası, kendi yaptığı inşaat düzenini, bu işbirliği düzenini meşrulaştırmak için kullandığı bir altyapı haline geldi. Bu çok ciddi bir büyük bir meşrulaştırma aracı oldu. Hem bu iş birliklerini meşrulaştırdı hem binaların yıkılmasını hem insanların evsiz kalmasını meşrulaştırdı.

Şehircilik, bir mekanı iyileştirmekten, bir yaşam alanı oluşturmaktan, güvenli, sağlıklı, anlamlı, geçmişini mirasını koruyan, anlayan ya da işte geleceğe dair iklim krizine karşı güvenlikleri ele alan bir şeyden çok bir imar pazarlığı, bir rant paylaşımı için iş birliği kurumuna, bir kayırmacılık, kimlerin daha çok neyden ne kadar kazanacağını belirlemeye yarayan bir düzen haline geldi. Bu çok ciddi bir sahtekarlık düzeni aslında. Depremle de bu düzenin herkesin de bir şekilde dahil edildiği, mecbur bırakıldığı, mahkum bırakıldığı bir düzenin çöktüğünü gördük. Bu gerçekten bence Türkiye şehirciliği açısından çok acı bir süreç. Tamamen baştan yeni bir şehircilik, yeni bir planlama anlayışıyla tüm bu disiplinleri bir araya getirerek yeni araçlarla daha dayanışmacı, daha eşitlikçi, daha çevreci daha afetlere karşı korunduğumuz bir şehir yapmak zorundayız.”

“YAPI DENETİMİNİN NASIL TİCARİLEŞTİĞİNİ, TAMAMEN KAMU DENETİMİNDEN ÇIKTIĞINI GÖRDÜK”

TİP Hukuk Bürosu’ndan avukat Melike Öztürk de şu değerlendirmeleri yaptı:

“Raporun bir bölümünde aslında 99 depremlerinden sonra 20 yıl içerisinde yapılan yasal değişiklikleri bir boyutuyla çalıştık. AKP’nin deprem siyasetinin yasal çerçevesini çıkarmaya çalıştık. Bu bağlamda az önce arkadaşlarımız da ifade ettiler kentsel dönüşüm yasası, deprem yönetmeliği gibi hukuksal değişiklikler oldu. Bazı tespitlerimiz oldu tabii tekrara düşmeden yine ifade etmek istiyorum yapı denetiminin nasıl ticarileştiğini gördük, tamamen kamu denetiminden çıktığını gördük. TMMOB’un yetkilerinin kanun eliyle elinden alındığını gördük. Yerel yönetimlerin yetkilerinin tamamen merkezi yönetime devredildiğini gördük. İmar Barışı ile teknik kurallara uygun olmayan yapıların nasıl ruhsat aldığını ve iskana kavuştuğunu gördük. Yine kentsel dönüşüme ilişkin yasalar ve bunlardaki değişikliklerin aslında kamusallığın tasfiyesi dışında hiçbir işe yaramadığını görmüş ve tespit etmiş olduk. Bir başka bölümde Afet Yasası’nı ve yasanın idareye tanıdığı yetkileri tartışmaya çalıştık. Bu bağlamda iktidarın aldığı ilk hukuki önlem olarak OHAL’in gerekliliğini tartışmaya çalıştık. Malumunuz 36 saat sonra afet haliyle birlikte bir OHAL ilanı söz konusu olmuştu. Bu bağlamda aslında mevcut yasaların OHAL olmadan da OHAL yetkisi tanıdığını ve çeşitli önlemlerin alınabileceğini ifade etmeye çalıştık. OHAL ilanının hak ve özgürlükler bağlamında iktidara çok ciddi yetkiler tanıdığını ve bu sınırlandırılamayan denetlenemeyen yetkilerin nelere yol açabileceğini tartışmaya çalıştık. Keza OHAL ile birlikte aldıkları ilk refleks de iktidarı eleştirenleri gözaltına almak oldu, Meclis’i kapatmak oldu, okulları kapatmak oldu. Sansür ve baskı uygulamaları oldu. Bunu da görmüş olduk, bunu da raporumuza yazdık.”

TİP İstanbul Milletvekili Şık, raporla ilgili yapılan bu değerlendirmelerin ardından tekrar söz alarak, 6 Şubat depremin yarattığı yıkım ve felaketin boyutunun artmasının organize bir suç olduğunu belirterek, suç listesine ilişkin şunları söyledi:

“Bu depremin ardından iktidarın yaptığı en önemli işlerden birisi, yeni suçların önünü açacak 24 Şubat 201’de çıkarılan 126 sayılı bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi oldu. Şu nedenle ‘Yeni suçların önünü açacak’ dedim. Çünkü bu kararnameyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın belirlediği orman alanları, meralar, mesire yerlerinin her biri imara açılıyor. Bütüncül planlama yerine imar mevzuatına aykırı parçalı ve parsel bazlı düzenlemeler yapılıyor. Depremzedelerin mülkiyet ve imar haklarının başkalarına devredilmesi gibi bir dolu yeni yıkımın yolunu açacak bazı düzenlemeler içeriyor. Yani tam da iktidarın yıllardır bulunduğu pozisyonun bir benzeri, yani rantiye odaklı, para odaklı ve yoksula yıkım getirecek bir bakış açına sahip bir kararnameyle karşı karşıyayız. Bütün bu raporun özü itibarıyla bize birtakım faillerin adlarını aslında veriyor.

ORGANİZE SUÇUN FAİLLERİNİN BAŞINDA OKTAY VAR, İKİNCİ SIRADA KURUM, SOYLU, AKAR, KINIK GELİYOR: Her şeyden önce bu son depremin ardın fail olarak bazı müteahhitlerin, yapı denetim firması yetkililerinin tutuklanmasının, toplumun biriken öfkesini, gazını almaya dönük bir şey olduğunu söylememizin elzem olduğunu düşünüyorum. Çünkü; bu iş sadece müteahhitlerle yapı denetim firmalarını çok çok aşan, merkezi ve yerel iktidarları da bütüncül olarak organize bir suç soruşturmasının içine sokmamız gereken bir hukuki süreci bize anlatıyor. Bu nedenle organize suçun faillerinin başında Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bütün bu sürecin koordinatörü olarak karşımıza çıkan Fuat Oktay geliyor İkinci sırada, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak Murat Kurum. AFAD’ın da sorumlusu olan, kendisine bağlı bir bakanlığı işgal eden Süleyman Soylu, bu kadar büyük bir yıkımda Türkiye’nin en organize güçlerinden, insan güçlerinden biri olan askerin zamanında ve yeterli müdahale edilmemesinin yolunu açan Hulusi Akar, Kızılay’ı bir yardım ve dayanışma kimliğinden uzaklaştırıp bir ticarethaneye çeviren Kerem Kınık, AFAD Başkanı, hiçbir şey yapmadığından ötürü Yunus Sezer var. Bir önceki dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, yine o koltuktan geçmiş AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım, bunun dışında depremin en çok hasar verdiği kentlerin başında gelen Adıyaman Belediye Başkanı Süleyman Kılınç, Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayrettin Güngör ve Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin de diğer şüphelilerin isimleridir.

SEÇİMDE DEĞİŞECEK OLAN CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, ASIL FAİLLERDEN BİRİSİDİR: Aynı şekilde adını yazamayacak kadar çok fazla otel, kamusal alan inşasını ya da binasının sahibi ya da yöneticisi pozisyonundaki kişiler, çok sayıda müteahhit, bu meskenlere inşa eden müteahhitlerin yanı sıra orada görev almış yerel yönetimlerin içerisinde denetleme görevini yapmamış yerel bürokrasinin mensupları ve bütün bu organize suçun başındaki kişi olarak da elbette ki şu anki mevcut ama önümüzdeki seçimde değişecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan asıl faillerden birisidir. Ve sadece bu raporda anlatılanların ışığında bile bir iddianame özeti olarak karşımıza çıkan bu raporda anlatıların ışığında bu kişilerin baş şüpheli olarak bir iddianamenin sanıkları arasında yer alması gerekiyor.”  (Anka, Edda Sönmez)