Tesla’nın aşkı başka olur

Bugünkü yazının konusu Amerika’da yaşayan arkadaşımın bana gönderdiği bir fotoğraf ve not ile oluştu. Fotoğraf, Nicola Tesla’nın adını taşıyan bir sokak levhası. Arkadaşım fotoğrafın altına Tesla’nın aşkını biliyor muydun? Tam senlik bir yazı konusu olabilir diye yazmış. Tesla sevdiğimiz ve takdir ettiğimiz bir varlık, aşk ve sevgi kavramlarına da saygımız büyük deyip kolları sıvadım. 

Benim için Nikola Tesla, elektrik enerjisi alanındaki çığır açan çalışmalarıyla tanınan Sırp Amerikalı bir mühendis ve fizikçi. Oğlum ve onun yaşında teknolojik gelişmeler çağında yaşayan gençler için ise en meşhur elektrikli otomobil markası.

Kendi adına 200’den fazla sayıda patenti ve icatları olan diğer birçok şeyin yanı sıra alternatif akım (AC), elektrik motorları, radyolar, flüoresan lambalar, lazerler ve uzaktan kumandanın yolunu açmaya yardımcı olan bir dahi olarak kabul edilen Tesla hakkında okudukça eksantrik yanları ve tuhaflıkları ! olduğunu görüyorum. Tuhaflık kime göre neye göre o da ayrı tartışma konusu. Normal dediğimiz insanlar da dünyayı değiştiremiyorlar. Ortalama ve vasat bir yaşam ile gelip geçiyorlar. Neyse konudan sapmayalım biz en iyisi. 

Tesla’nın tuhaflıkları arasında güvercinlere olan düşkünlüğü de varmış. Yakınları açısından bu durum daha da garip bir hale dönüşüyor. Çünkü mucit aynı zamanda bir mikrop düşmanı ve mikroplardan çekiniyor.

Tesla, yaklaşık 30 yıl boyunca Herald Square’de, Bryant Park’ta, 42nd Street’teki halk kütüphanesinin meydanında ve New York’taki St. Patrick’s Katedrali’nde güvercinleri besliyor. New York’ta yaşarken, her hafta parkta güvercinleri beslemek için saatler harcayıp ve yaralananları sağlığına kavuşturmak için düzenli olarak otel odasına götürüyor. Güvercinlerin diledikleri zaman ziyaret edebilmeleri için yaşadığı otel süitinin pencerelerini sık sık açık tutuyor. Kargaşa ve oluşan kirlilik nedeniyle kaldığı Hotel Governor Clinton’dan kovuluyor. Aynı senaryo taşındığı Hotel Pennsylvania’da da tekrar ediyor. Sonunda Tesla ve kafessiz kafesi, 1933’te hayatının son on yılını kaldığı New Yorker otelinde sığınak buluyor. Otelin 33. katında, 3327 numaralı iki odalı süitinin penceresinde ölünceye kadar güvercinlerini beslemeye devam ediyor.

Hiç evlenmeyen ve hatta bir keresinde “Evli erkekler tarafından yapılmış icatlardan bahsedebileceğinizi pek sanmıyorum” diye demeç veren Tesla, kendisini düzenli olarak ziyaret eden çok özel bir beyaz güvercine aşık olduğunu itiraf ediyor. 

“Bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi ben de o güvercini sevdim ve o da beni sevdi. O bende olduğu sürece, hayatımın bir amacı vardı.”

“Yıllardır güvercin besliyorum, binlerce güvercin. Ama çok güzel bir kuş vardı, bembeyaz, kanatlarının uçlarında açık gri renkler vardı, o farklıydı. Dişiydi. Bir dilek tutup onu düşünmem/hissetmem yeterdi ve o uçarak bana gelirdi. O beni anladı, ben de onu anladım. O güvercini sevdim,” diye yazmıştı Tesla’nın biyografisini yazan John Jacob O’Neill, ‘Prodigal Genius’ adlı kitabında.

1922’de Tesla, beyaz güvercinin ona ölmek üzere olduğunu söylemek için odasına uçtuğunu yazıyor notlarında. Tesla’nın ifadesi ile kuş ölmeden önce gözlerinde gördüğü göz kamaştırıcı ışığın laboratuvarında şimdiye kadar ürettiklerinden daha yoğun olduğu yönünde. Onun ölümüyle kalbi kırılıyor ve arkadaşlarına o anda hayatının anlamının bittiğini hissettiğini söylüyor büyük mucit.

Bu isimsiz kuş, Tesla’nın sevgisine karşılık verecek durumda değilmiş gibi görünebilir. Yine de kanatlarının ucu açık gri olan bu bembeyaz güvercin adına kim konuşabilir? Onu besleyen ve sevgiyle okşayan uzun boylu, melankolik, garip giyimli bu insanoğlu için “hissettiğini” kim bilebilir?

Güvercinler gibi üç rakamına takıntılı olan, arka arkaya üç kez ellerini yıkayan, mikroplardan tiksintiyle karışık bir korku duyan, girmeden önce bir binanın etrafında üç kez yürüyen, yürürken adımlarını sayan, çorba kasesinin, kahve fincanının, yemeklerin kübik parçacıklarını hesaplayan, bunu başaramadığı zaman iştahı kaçıveren, ayrıca incilerden nefret eden ve onları takan kadınlarla konuşmayı reddeden Tesla bazıları için obsesif-kompulsif bozukluğun belirtileri içinde olan biri olarak görünebilir.

Kitlelerin normlarına göre deli, kaçık olarak adlandırılabilir bu öykü. Ya da Dr. Jule Eisenbud’un Amerika Psişik Araştırmalar Dergisi’nde yayımlanan bir yazısında belirttiği gibi kuş sembolü Tesla’nın nevrozları ve çocukluğunda annesi ile arasındaki ilişki ile bağdaşabilir. Ruhbilimciye göre kuş eski çağlardan beri anneyi ve onun besleyici memesini simgelermiş. 

Bir erkek ya da bir kadının ihtiyaç duydukları zaman cinsel tatminlerini karşılayacak rahatlıkta olduğu, aşk ve sevgi kavramlarının yozlaştığı, kişilerin hedonizme ve yalnızlığa sürüklendiği günümüzde yalnızca kendisini seven, egosu şişkin müthiş kitleler varken her fani gibi hayata gözlerini yuman, ölümünden sonra kasasından yalnızca kuş yemi çıkan, “”Bırakın doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çok uğraştığım gelecek, benimdir.” diyen bu büyük dehanın güvercin sevgisi benim için çok naif.

Keşke bizlerde böyle arkamızda hayata geçirilecek hayaller ve fikirler bırakabilsek, yaşama değer ve anlam katabilsek. Belki çoğundan haberimiz yok ama en önemli vasiyeti Belgrat’ta bir müzede sergileniyor. 1943 yılının ocak ayında ölümünden birkaç gün önce yazdığı düşünülen notu -bir nevi vasiyet- şöyle:

“Bu savaştan yeni bir dünya, insanlığın fedakarlıklarına layık olan bir dünya doğmalıdır. Bu dünyada hiçbir zayıf güçlüler tarafından, hiçbir iyi kötüler tarafından sömürülmemelidir; fakirlerin gururu zenginler tarafından kırılamamalıdır, düşüncenin, sanatın ve bilimin ürünleri insan hayatının iyileştirilmesi ve güzelleştirilmesi için kullanılmalıdır, yoksa bireylere parasal zenginlik sağlamak için değil. Bu yeni dünya ezilmişlerin ve sömürülmüşlerin değil, özgür insanların ve ulusların eşit saygı gördüğü bir dünya olmalıdır.”

Sevgiyle…


Görsel künyesi: Ljubomir Simonović – Nikola Tesla 2

A. Semih İŞEVİ
Latest posts by A. Semih İŞEVİ (see all)