Tahakkümün Diyalektiği ve Halkın Suskunluğu

Her uzun iktidar dönemi yalnızca politik bir istikrar değil, derinleşen bir sınıfsal tahakküm biçiminin sürekliliğidir. Gitmeyen lider, gitmesine izin verilmeyen bir düzenin sonucudur. Çünkü hiçbir iktidar biçimi boşlukta var olmaz; her biri, ardında belirli bir sınıfın maddi ve ideolojik çıkarını taşır. O çıkar ise halkın bilinçli tercihlerinden değil, çoğunlukla suskunluğundan ve bastırılmışlığından beslenir.

Marx’a göre iktidar, bireylerin kişisel ihtiraslarıyla değil, tarihsel ve sınıfsal ilişkilerle açıklanabilir. İktidar yalnızca bir bireyin iradesiyle şekillenmez, o her zaman belirli bir sınıfın çıkarlarını güvence altına almak amacıyla işleyen bir makinedir. Bu bağlamda bir liderin iktidardan gitmemesi, sadece bireysel bir hırsın tezahürü değil; ardında şekillenen sınıf ittifaklarının, çıkar bloklarının ve sömürü düzeninin direnç noktasıdır. Gitmek, bu ittifakın dağılması, maskelerin düşmesi, gerçeklerin ifşası anlamına gelir. O yüzden lider gitmek istese bile, sistem bırakmaz. Çünkü onun kalışı, sistemin devamı için zorunludur.

Kapitalist üretim biçimiyle şekillenen modern devlet aygıtı, görünüşte tarafsız ve kapsayıcı olsa da, aslında egemen sınıfın çıkarlarını güvence altına almak için işleyen bir baskı aracıdır. Devlet, sadece hükümetten ya da liderden ibaret değildir; sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan, onları meşrulaştıran ve devamlı kılmak için var olan bir organizasyondur. Liderin etrafında örülen yeni sınıfsal blok – medya patronları, büyük sermayedarlar, ihale zenginleri, taşeron bürokrasi ve ideolojik meşrulaştırıcılar – aslında bu düzenin yeniden üreticileridir. Lider, bu yapının zirvesinde duran bir sembol olmaktan çok, tüm sistemin maddi ve ideolojik sürekliliğini temsil eden kristalleşmiş bir figürdür.

Tarih boyunca, birçok lider değişim vaatleriyle gelir. Ancak kısa süre içinde kapitalist düzenin yapısal gerçeklikleriyle yüzleşmek zorunda kalır. Artık reform değil, restorasyon ve statükoyu korumaya başlar. İktidar, sistemin devamını sağlamak için dönüşüm değil, denetim ve denge kurma görevini üstlenir. Lider zamanla sisteme değil, sistem lidere tutunur. Böylece kişi, bir devlet başkanından çok daha fazlası olur: bir düzenin bekçisi, çıkarların garantörüdür.

Bu süreç, yalnızca politik bir tıkanma değil, tarihsel olarak emeğin bastırılmasıdır. Halkın, yoksulların, emekçilerin sesleri – eğer örgütlü değillerse – sessizliğe gömülür. Onlara yalnızca oy vermek değil, susmak, çalışmak ve baş eğmek düşer. Çünkü egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşünceler olur. Bu düşünceler liderin ağzından, ekranlardan, gazetelerden, müfredatlardan halka kazınır. İdeolojik tahakküm, fiziki baskının yerini çoktan almıştır. Bir anlamda halkın düşünce dünyası, egemen sınıfın biçimlediği kalıplarla şekillenir.

Ancak bu tahakküm ilişkisi derinleştikçe, lider yalnızlaşıyor gibi görünür. Oysa yalnız olan halktır. Liderin çevresi kalabalıktır; çünkü o kalabalığın her ferdi bu sistemden beslenir. Her medya manşeti, her kamu ihalesi, her suskun akademisyen bu çarkın bir parçasıdır. Kalmak artık kişisel bir tercih değil, sınıfsal bir zorunluluktur. Gitmek ise sistemin iç yüzünü, çürümüşlüğünü, adaletsizliğini açığa çıkaracak bir kırılma olur. Bu yüzden gitmesine izin verilmez.

Bu tablo, Marx’ın “tarihin sonu gibi görünen anlar” dediği bir tıkanmayı andırır. Eski üretim tarzı çökme eşiğine gelir, yeni bir toplumsal düzen doğmak ister ama bastırılır. O noktada baskı artar, özgürlükler kısılır, halkla kurulan bağlar kopar. Fakat her bastırılan sınıf, kendi kurtuluşunun koşullarını da biriktirir. Tarih, bastırılan hakikatleri geri getirmenin bir yolunu bulur. Çelişkiler derinleştikçe, o “suskun” halk yavaşça konuşmaya başlar.

İktidarın doğası gereği yozlaştırdığı, çürüttüğü, kendi yalnızlığına mahkûm ettiği liderler; aslında tarihin akışına direnmeye çalışan geçici figürlerdir. Kalabilirler, ama sonsuza dek değil. Çünkü tarihin motoru çelişkilerdir ve çözülemeyen her çelişki, bir patlama doğurur. Marx’ın deyimiyle: “Tarihin bütün büyük olayları ve kişileri, sanki iki kez yinelenir… ilkinde trajedi olarak, ikincisinde komedi.”

Kalmak, bir süre daha mümkün olabilir. Ama halkın örgütlü öfkesi karşısında hiçbir tahakküm sonsuz değildir. Gerçek tarih, o tahakküm yıkıldığında başlar. Çünkü tarih, yalnızca olanları değil, olması gerekenleri de yazmak için vardır.

Hasan KAYA