Şeyhin ısırdığı hurma 

Fetullah Gülen’in, Enes Kanter videosu sosyal medyada gündem oldu. O video görüntüsünde ne yaşanıyordu? Fetullah Gülen, höpürdeterek içtiği çaydan bir yudum alarak : “Bu kadarı yeter, bunu Enes Kanter’e verin” diyor.

Bu görüntüler sosyal medyada alay konusu oldu. Bu görüntüler komik değil tam aksine kelimenin gerçek anlamıyla trajik, içler acısı bir durum. Gülen cemaati lideri Fetullah’ın içtiği çaydan içmek kutsal, terini silip koklamak kutsal hatta sümüğü bile kutsal. Ona itaat, biat etmek ise kutsal bir ayin gibi. Mesele sadece Fetullah Gülen ve cemaati olsa iyi ama öyle değil. Tüm tarikat ve cemaatlerde benzer durum hakim. Gülen cemaatinden İsmailağa cemaatine, İskenderpaşa’dan Menzil tarikatına, Süleymancılar’a kadar hepsinde aynı itaat ve biat kültürü var.

Hatırlarsanız bundan kısa bir süre önce Cübbeli Ahmet Hoca adıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün bir görüntüsü sosyal medyaya düştü. Cübbeli Ahmet, bir hurmayı ısırıyor gerisini müridine veriyor. Mürit, o hurmayı adeta kutsanmış gibi görüyor ve büyük bir iştahla yiyor. Menzil tarikatında yine benzer görüntüler hakim. “Yüce Seyda”nın ayakkabısından su içmek için Adıyaman’ı yol eyleyen müritler var. İlk bakışta insan bu saçmalık nasıl oluyor diyor. Yahut bu insanlar çıldırmış mı? Yoksa kapkaranlık bir cehalet mi? Bu insanların iradesi, kendi benlikleri yok mu? Bu cemaatlerin müritleri okuma yazma dahi bilmeyen insanlar mı? Eğitim seviyeleri düşük insanlar mı mürit olur? Bir insan neden böyle bir yapılanmaya girer? Ve daha onlarca soruyla boğuşup duruyor insan.

Bir süredir cemaat ve tarikatler üzerine araştırma yapıyorum. Bu kapsamda çeşitli makaleler yazdım. Tabi yazdıklarım mevcut cemaat ve tarikatların yapısı, ideolojik kökleri, siyasal, ekonomik örgütlenmesi ve bağlantıları üzerineydi. Şimdi bu vesile ile içsel sorgulamalarımı ve düşüncelerimi de sizinle paylaşmış olacağım. Evet, cemaatler üzerine çeşitli kaynaklardan okumalar yapıyorum. Hatta üşenmeden, sıkılmadan tarikat şeyhlerinin konuştuğu videoları seyrettim, seyrediyorum. Bazen bazen içim acıyor, bazen traji-komik bulup gülümsüyorum, bazen de isyan ediyorum. Bu insanları oraya iten faktörleri anlamaya çalışıyorum. Bazı arkadaşlarım “dikkat et etkilenmeyesin” diyerek bana takılıyorlar. “Komünist, ateistim bana bir şey olmaz” diyorum gülerek… Bu araştırma konusu böyle şakalara da yol açıyor.

Cemaat ve tarikat mensuplarının internet sitelerine de giriyorum, tartıştıkları konulara bakıyorum. Tabi bu yüzden başım belaya da girebiliyor. Seni imamın kayığına bindiririz diye yazarak tabut resmi gönderenler bile oldu. Tehditleri pek umursamam, nasılsa bir gün imamın kayığına bineceğiz vesselam. İşte böyle çetrefilli bir süreç. Aslında tehditler dokunduğun yerin ne kadar önemli ve hassas bir nokta olduğunun göstergesidir.

Bir yola çıktığında, ilk andaki sen değişime başlar, yüzeysellikten derinliğe inmeye başlarsın. Derinliğe indikçe detaylar anlamını bulur, derinliklere indikçe köklere doğru yürürsün. Kafandaki sorulara cevap ararken onlarca yeni soruyla karşılaşırsın. Bir süre sonra bildiğin her şey anlamsızlaşır ve hiçbir şey bilmediğinin farkına varırsın. İşte bu yüzeysellikten derinliğe doğru yolculuktur. Basitten karmaşığa doğru yol almaya başlarsın. Sonra sistemin duvarlarına çarparsın ve o duvarların ardındaki gerçeğe ulaşmaya çalışırsın. Duvarlara dokundukça her tuğlanın yapısını kavrarsın, niye örüldüğünü de anlarsın. Ondan sonrası bir tercihtir; ya o duvarları yıkmaya çalışırsın ya da o duvarın bir tuğlası olursun. Şayet gerçeğin farkında olmana rağmen o duvarın bir tuğlası oluyorsan güvende ve o sistemin sürdürücüsü olarak sıkıntısız yaşarsın. Yok o duvarları yıkmaya çalışıp gerçeği ifşa edersen yok edilirsin. Bazen bedenen imha edilebilirsin bazen de itibar suikasti ile susturulursun.

İşte cemaat ve tarikatlar bu şekilde kendi sistemini kuruyor. Daha önemlisi her canlı bulunduğu atmosfere, iklim ve hava koşullarına göre oluşur. Bu süreçte üzerine en çok düşündüğüm şey, müritlerin birçoğunun eğitimli olmasıydı. Evet, öyle düşünüldüğü gibi eğitimsiz hatta okuma yazma bile bilmeyen cahil insan topluluğu değil bunlar. Elbette eğitimsiz insanlarda var ama doktoru, mühendisi, siyasetçisi, yazarı, avukatı, iş insanı, akademisyeni, üniversite mezunu onlarca, yüzlerce erkek ve kadın müritleri de var. Polis şefi, subay, bakan da var.

Bugün özellikle Menzil tarikatı devletin üst kademelerinde kadrolaşmış durumda. Mesele Fetullahçılardan ibaret değil, onlarca cemaat ve tarikat var. En önemlisi ise bu tarikatlar, AKP iktidarı döneminde devletin yönetim kademelerini ele geçirmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP, cemaat ve tarikatların çatı örgütüdür. Geçtiğimiz hafta Erdoğan şöyle demişti: ” Asıl sorumluluğumuz FETÖ’yü doğuran ve besleyen ekosistemi yok etmek. Bunun yolu ehliyet ve liyakata dayalı sistemi inşa etmektir.” İyi de cemaat ve tarikatları besleyen ekosistemin ta kendisi AKP’dir. O halde Erdoğan’ın kendisini ve partisini imha etmesi gerekir.

Asıl meseleye dönersek, bunca eğitimli, statü sahibi insan nasıl mürit oluyor? Misal fen bilimlerini okumuş, Tıp Fakültesi’ni bitirmiş bir doktor nasıl böyle bir şeyhin peşine takılıp sonsuz itaat edebiliyor? Tamam dini inancın etkisi büyük ama cemaat ve tarikatlarda yaşanan onca çarpık anlayışı hiç sorgulamıyorlar mı? Yahut farkındalar ama sorguladıkları, düşündükleri zaman dışlanma, yalnız bırakılma korkusundan dolayı mı susuyorlar? Bu sistemden beslenerek o duvarın bir tuğlası olma güvencesi mi? Cemaate vefa duygusu mu? Sadakat mutlak sadakat düşüncesi mi? Biat kültürü mü? Körü körüne inanmak mı? Ekonomik, siyasal çıkarlar mı? Mahalle baskısından çekinme mi? Hain damgasına maruz kalmak mı? Tüm bu soruların cevabı mürite göre değişir. Kimi siyasi, ekonomik çıkarları gereği susar kimi de inancından, vefa duygusundan dolayı susar. Bu soruların tek bir cevabı yoktur, her şey birbirine bağlı. Her kişinin duygu, düşünce ve inancına göre çeşitlilik gösterir. O yüzden her şeyi bir sepete doldurarak yorumlamak doğru olmaz.

Fikri hür irfanı hür nesiller, özgür bireyler yetiştirmek için ” bunlar kahrolası yobazlar” diyerekte sorun çözülmez. Toplumsal köklerine, en derinlere bakmak lazım. Osmanlı’nın tebaa toplumu, biat kültürü, cemaatlerin beslendiği ideoloji, cemaatlerin toplumdaki karşılığı, sosyolojik ve psikolojik alt yapısı incelenip bu gerçeklikle yüzleşerek hakikatli çözümler bulunabilir. Yoksa bir AKP gider yerine bir başkası gelir, bir cemaat gider yerine yeni bir cemaat gelir. Teba kültürü ile demokrasi kültürü arasında koca bir uçurum var. Tebaa kültüründe özgür bireyler yetişir mi?

Biat, bir kişinin yönetimini, egemenliğini tanımak, onun üstünlüğünü kayıtsız şartsız kabul etmek, emre bağlılıktır. İslam hukukuna göre biat, hilafet makamına geçen kişinin eli üzerine el koymak yoluyla bağlılığını göstererek itaat edeceğine dair söz vermektir. Tebaa, bir devletin hükmü altında bulunan kimseler, ona tabi olanlardır. Birisinin veya bir devletin emri altında bulunanlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda biat kültürü hakimdi ve özellikle Yavuz Sultan Selim’in halife olmasından sonra biat kültürü daha da kök salmıştır. Osmanlı biat kültürünün günümüze yansıdığını görmekteyiz. 17 yıllık AKP iktidarında ülkede oluşturulan dinci- gerici iklim ve atmosferin de buna uygun bir zemin hazırladığını gayet net görüyoruz.

Bugün Türkiye’de siyasi yaşamda etkili olan cemaatlerin ortak noktası ise nakşibendilik. Mevcut tarikat ve cemaatler Nakşibendiyye’nin kollarına ayrılmıştır. Kökenleri aynıdır. Nakşibendiliğin köklerini araştırdığınızda yine Osmanlı dönemine varırsınız. Kökleri oradadır. Yavuz Sultan Selim döneminde büyüyüp yeşermiştir. En büyük Alevi, Türkmen katliamları da bu süreçte yaşanmıştır. Bugünü anlamak ve çözümleyebilmek için tarihin derinliklerine yolculuk etmek gerekir. Özellikle Yavuz Sultan Selim dönemi iyi incelenmelidir.

Biat kültürü, sorgulamamayı, düşünmemeyi yaygınlaştırarak yurttaşlığı değil köleleşmeyi sağlıyor. Biat eden insanda düşünme, mantık, itiraz etme, sorgulama ve vicdani muhakeme ortadan kalkıyor adeta robotlaşıyor. Biatçılık, başkaldırmayan, sorgulamayan,itiraz etmeyen insanlar yetiştiriyor, itiraz edenleri ise dışlayan, yok eden bir topluluk yaratıyor. Yurttaşlar kul ve köleye dönüşüyor. Biat kültürü özellikle islam ülkelerinin kronik bir toplumsal hastalığıdır. Ortadoğu’da dikta yönetimlerinin kurulmasında, emperyalistlerin böl- parçala- yönet politikalarının başarılı olmasında, Ortadoğu halklarındaki itaat ve biat kültürünün köklü olmasının etkisi vardır. Bu koşullarda halk yoksullaştırılırken, din ile afyonlayıp uyuşturuluyor, dini bir sömürü sistemi oluşturuluyor. Bu sistemin panzehiri ise tebaa değil yurttaşlık bilinci, otoriter yönetimler değil demokratik yönetimler. Halkta demokrasi bilincinin oluşması en önemli değiştirici güçtür. Çünkü demokrasi bilinci edinen halk, köleleşmeye, biat kültürüne izin vermeyecektir.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, demokrasi kültürü almamış bir toplumuz. Toplumun en ilerici kesimi sol yapılarda bile fikir ayrılıklarının sonu can yakarak sonuçlanabiliyor. Tartışma kültürümüz zaten sorunlu. Ki sol yapıların içinde yer alanlar, okuyan, kendini geliştiren, sorgulayan, tartışan, entellektüel seviyesi ortalamanın üzerinde olan insanlardır. Buna rağmen sol yapıların içinde bile demokrasi sorunu var.

Kendine demokrasi ve özgürlük hareketi diyen Kürt Hareketi ‘nin içinde ise ne demokrasi ne de özgürlük var. Bir bakıyorsun tek adamcılığı eleştirenler tek bir adamın ağzının içine bakıyor. Bir süre sonra herkes benim tek adamım daha iyi diyor. Bu bakış açısından demokrasi çıkar mı? Devlet, aile, örgüt, nereye elinizi atsanız orada demokrasi elinizde kalır. Hal böyle olunca dini inanca göre şekilenen ve mutlak biat, itaat kültürüyle hareket eden cemaatlerin müritleri sorgulayan kafaya sahip olabilir mi? Demek ki tarihsel derinliği olan biat kültürünün kökleri toplumun her kesimine bir şekilde dal- budak salmış, yansımıştır. Bu gerçeklikle yüzleşerek, farkındalık yaratarak değişim sağlanabilir.

Farklı düşüncelerin ifade edilebildiği, sorgulayan, düşünen beyinlerin olduğu bir ortamda toplumsal gelişme süreci yaşanır. Temsili demokrasinin sorgulandığı, doğrudan demokrasinin tartışıldığı, gerçek demokrasi nedir, nasıl yaşam bulur sorularının sorulduğu bu çağda bizim demokrasi kültürümüzün olmaması, hala biat kültürüyle mücadele etmemiz, farklı sorgulama ve tartışmalardan uzak olunması durumun vehametini gösteriyor. (Temsili demokrasiden doğrudan demokrasiye geçiş tartışmalarının yapıldığı yer, Fransa’dır. 36 haftadır sarı yelekliler halk isyanının devam ettiği Fransa’da küresel sermayenin baronlarına başkaldırı süreci yaşanırken yeni doktrinler oluşuyor, yeni fikirler ve tartışmalarla hareket olgunlaşıyor.)

Derinlikli sorgulamalar ve tartışmalar yapmazsak gerçek çözümler değil geçici çözümler buluruz. Bu durumda da bir tarikat şeyhi çıkar, ısırdığı hurmayı topluma yedirir. Ne şeyh olup ısırdığımız hurmayı insanlara yedireceğiz ne de şeyhin ısırdığı hurmayı havada kapıp yiyen mürit olacağız. Hayır demesini bilen, itiraz eden, sorgulayan, tartışan özgür bireyler yetiştirmenin yolu demokrasi bilinci edinmekten geçiyor.