Sanat Dini ve Canlı Sanat Yapıtı

Sanat dininin tapınması içinde “Tanrı’sına yakınlaÅŸmak isteyen” halk, “devleti”ni ve devletinin eylemlerini, öz “istenci” ve “gerçekleÅŸtirimi” olarak bilen/gören “töresel” halktır. Öz-bilinçli halkın “karşısında duran” bu tin, “tekil öznelerin ortak varlığı” dır ve tekil öznelerin yitip gittiÄŸi, bir baÅŸka deyiÅŸle, içinde eridiÄŸi “egemen güç”tür. Bu “biçimsiz/figürsüz” varlığın dininin tapınması, inananlarına “kendi Tanrı’larının halkı” oldukları duygusunu verir; ancak onların “gerçek öz”lerini deÄŸil, “yalın töz”ünü alır; çünkü halk ya da inananlar, “Tanrı’larım tin olarak deÄŸil, boÅŸ bir derinlik” olarak kutsarlar. Öte yandan, sanat dininin tapınması ya da ibadeti, varlığın sözü edilen “yalınlığı”ndan, dolayısıyla da onun “derinliÄŸi”nden yoksundur. ·

Burada ÅŸunu da belirtmek gerekir ki, öz ile bütünleÅŸen varlık, bir başına “tin”dir; kendisini bütün derinliÄŸiyle bilemese de, “bilen hakikat”tir. Kendi varlığında/özünde doyuma ulaÅŸan “öz-bilinç”, Hegel’in söyleyiÅŸiyle, tapınmadan dışarı çıkarken, Tanrı, kendi meskeni/yurdu olan tapınmaya ya da ibadete döner. Bu mesken ya da eÄŸlenilen yer, tözün ya da onun katıksız bireyliÄŸinin “gecesi”dir. Ancak sanatçının “nesnelleÅŸen varlığıyla henüz uzlaÅŸmamış olan gergin gecesi” deÄŸildir. Tersine bu “görüden”, “ortadan kaldırılmış nesnellikten” geri döndüğü için, “pathosunu” sanatçının gergin bireyliÄŸinde bulan “doyuma ulaÅŸmış gece”dir. Bu pathos, “kendi içine batmış” olan “doÄŸuÅŸ”un ya da yükseliÅŸin varlığıdır/özüdür. Söz konusu “doÄŸuÅŸ”, “batışını”, öz-bilinci, dolayısıyla da var-oluÅŸu ve gerçekliÄŸi, bu “pathos”ta bulur. Bu pathos, “gerçekleÅŸimini” tümlemiÅŸtir. Kendisini “nesnel bir doÄŸa gücüne” ve bu doÄŸa gücünün “dışa-vurumuna” dönüştüren pathos, artık “kendisini tüketen öz” için, “öteki” ya da “baÅŸka” için bir var-oluÅŸtur. DoÄŸa, yaÅŸama sunduÄŸu “yenilebilme ve içilebilme’; gibi “yararlılık”tan ötürü “en yüksek yetkinliÄŸe” ulaşır.

DoÄŸa en yüksek yetkinlik içinde “daha yüksek bir var-oluÅŸun olanağıdır; dolayısıyla tinsel yaÅŸamı” devindirir. Bu haz ya da tat alma içinde “yükselen” söz konusu ışık varlığı “açığa vurulur”; tat ya da haz, “yükselen” ışığın gizemidir. Gizemli olan ÅŸey, aslında “gizemin saklılığı” deÄŸildir; öznenin kendisini varlıkla bir saymasıdır.

Öznenin kendisini bir ve aynı tuttuÄŸu varlık, “vahyolunmuÅŸ” ya da “bildirilmiÅŸ” olur. Aslında salt öz(ne) kendisi için açıktır ya da “apaçık olan ÅŸey”, öznenin kendisinden emin olması ya da kendi kesinliÄŸini bilmesidir.

Tapınma yoluyla “yalın varlık” bu kesinliÄŸe aktarılır; bu yalın varlık, “iÅŸe yarar bir nesne/ÅŸey” olarak salt “görülen, duyumsanan koklanan ve tadına varılan” bir var-oluÅŸ deÄŸil, aynı zamanda “arzunun nesnesidir” ve “gerçek haz” yoluyla öz ile bütünleÅŸir ve “öz”e açılır. Burada tapınmanın “öz-bilinçli tine açık duruma getirdiÄŸi ÅŸey”, kısmen “geceye özgü karanlığı içinde bilince çıkan”, kısmen de “gecede” ya da “öz” de kendisini yitiren devinim anlamında “yalın varlıktır.” Åžen ÅŸakrak güdü, “yükseliÅŸin çok-adlı ışık varlığıdır”; bu yükseliÅŸin meyveye duran ve kendisini öz-bilince feda eden nesnel var-oluÅŸunun “sendeleyen/sallanan” yaÅŸamıdır. Böylece tapınma ya da ibadet artık “ortada dolaÅŸarak avarelik eden coÅŸkulu kadınlar topluluÄŸu” ya da “öz-bilinçli figür içindeki doÄŸanın gemlenemez sarhoÅŸluÄŸudur.” Bu baÄŸlamda söz konusu “yalın varlık niteliÄŸindeki” ya da doÄŸanın tini niteliÄŸindeki saltık/mutlak tin, henüz kendisini bilince açık etmez. Bu tinin “öz-bilinçli yaÅŸamı”, söz konusu nedenle “ÅŸarabın ve ekmeÄŸin, Ceres’in ve Bacchus’un gizemidir.” Öz-bilinçli tin olarak tin, “henüz kendisini bilince kurban etmemiÅŸtir” ve “ekmeÄŸin ve ÅŸarabın gizemi, henüz etin ve kanın gizemi deÄŸildir.”

Tanrı’nın bu “saÄŸlamlaÅŸmamış sarhoÅŸluÄŸu nesneye dönüşerek, dinginleÅŸmek zorundadır” ve bilince ulaÅŸmayan bir “yapıt yaratma coÅŸkusu” ortaya çıkar. Yaratmak için coÅŸku duyulan bu yapıt, bu coÅŸkunun karşısına “canlı bir özne” olarak, “tümlenmiÅŸ bir anıt/boy heykeli” olarak çıkar. Böyle bir tapınma, “insanın kendi onuru için verdiÄŸi” şölendir/ziyafettir. Burada söz konusu olan ÅŸey, “özü bakımından insansal figür kazanan” tinin insan bilincine, kendisini henüz açık etmemiÅŸ olmasıdır.

Bununla birlikte bu tapınma, böyle bir “açığa vurmaya ortam hazırlar” ve açığa vurmayı öğelerine ayırır. Varlığın “canlı bedenselliÄŸinin” öğeleri henüz soyuttur.

Ä°nsan, eÄŸitilerek “yetkin özgür devinime” ulaÅŸmış ve “her yönüyle oluÅŸmuÅŸ, yetkin ve özgür bir dinginlik olan bir figür” olarak kendisini boy heykeli ya da anıt yerine koyar.

Her tekil insan en azından “kendisini meÅŸaleci olarak” anlatmayı bildiÄŸi zaman, onların arasından biri, “biçimlendirilmiÅŸ devinim, eksiksiz oluÅŸturum, bütün uzuvların akıcı gücü” olan biri olarak sivrilir. Sivrilerek ortaya çıkan bu kiÅŸi, “güzelliÄŸi ile gücü birleÅŸtiren ruhlandırılmış ve canlı bir sanat yapıtı” ile karşılaÅŸtırılabilir. “Anıtın kutsandığı süsün karşısına çıkarıldığı” bu sanat yapıtı, “gücünün ve saygınlığının ödülü olarak” kendisini yaratan halkın “taÅŸlaÅŸmış” Tanrı yerine, “biçimlenmiÅŸ devinimin en yüksek bedensel betimlenimi” olma onuruna eriÅŸir.

Hegel’e göre yukarıdaki her iki betimlemede ya da açımlamada da “öz-bilinç ile tinsel varlığın birliÄŸi” vardır; ancak bu anlatımlarda “denge” eksiktir. Bacchus’a özgü coÅŸkuda “öz” kendi dışındadır; buna karşın, “güzel bedensellikte” kendi dışında olan “tinsel varlıktır.”

Denge oluÅŸabilmesi için, “öz-bilincin bunaltıcılığı ve bu boÄŸuculuÄŸun, rastgele kem-küm etmesi tinsel varlığa; tinsel varlığın tinsiz açıklığı da bilincin içselliÄŸine alınmalıdır.” İçselliÄŸin, dışsallık denli dışsal, dışsallığın da içsellik denli içsel olduÄŸu asıl öğe, yine “dildir.” Ancak söz konusu dil, içerik olarak “ne kerametin tekil ve rastlantısal” dilidir, ne “duyumsayan ve sadece tek Tanrı’yı öven kasidenin” dilidir ne de “Bacchus’a özgü çılgınlığın içeriksiz kem-kümünün” dilidir. Söz konusu dil, Hegel’in nitelemesiyle, “açık-seçiktir ve genel içeriÄŸini” kazanmıştır. Bu dil açık-seçik içeriÄŸini kazanmıştır; çünkü sanatçı, “ilk tözsel coÅŸkudan yola çıkarak, ona biçim kazandırmıştır.” Bu biçim, bütün kımıldamalarına/devinimlerine “öz-bilinçli ruhun nüfuz ettiÄŸi ve birlikte yaÅŸayan özgün bir var-oluÅŸtur.” Yine bu dil “genel” içeriÄŸini kazanmıştır; çünkü “insanın saygınlığı/ onuru olan bu şölende ulusal bir tin, belli tanrısal öz-yapı içeren boy-heykellerinirı/amtların tekyanlılığı yitip gider.”

“En güzel kılıç ustası”, “kendi tikel halkının onurudur”; ancak o kılıç ustası aynı zamanda “bedensel bir tekliktir.” Söz konusu bedensel teklikte “anlamın ayrıntısı ve ciddiyetinin” yanı sıra, kendi halkının “tikel yaÅŸamı, isteÄŸi, gereksinmeleri ve törelerini” kapsayan “tinin içsel öz-yapısını” taşır.

Tam bir bedenselliÄŸe dönüşerek “dışsallaÅŸma” içindeki tin, “halkının gerçek tini olarak içine aldığı doÄŸanın tikel etkilerini ve tınılarını bırakmıştır.” Bu nedenle, bu kılıç ustasının halkı, ondaki “tikellikten” çok, bµ tikelliÄŸin bırakılmasının ve “onun insansal var-oluÅŸunun genelliÄŸinin; bilincindedir.