PiyanistÂ
Herkesin hayatında çok etkilendiği, unutamadığı, hatta bazı sahneleri ezbere bildiği bir, iki film mutlaka vardır.
Benim de en çok etkilendiğim filmlerden biri The Pianist.
Hem piyanist olmanın duygu yükünü bildiÄŸimden, hem de II. Dünya savaşı yıllarında yaÅŸamış çok baÅŸarılı bir besteci ve piyanist olan Wladyslaw Szpilman‘ın gerçek yaÅŸam öyküsünü anlattığı için sanırım.
Kitaptan uyarlanan filmlerin bazılarında, kitabı okuyanlar filmi beÄŸenmez çünkü genellikle, kitabı okurken zihnimizde canlandırdığımız, bizim hayal dünyamıza ait olan sahneleri filmde bulamayız. Oysa filmin yönetmeni Roman Polanski, trajedi dolu piyanist filminde Polonya’nın Alman iÅŸgali sırasında VarÅŸova gettosunun acıklı öyküsünü öylesine güzel yansıtmış ki, Polanski’nin VarÅŸova’daki gettodan saÄŸ kurtulmayı baÅŸarmış bir yönetmen olduÄŸunu öğrendiÄŸimde taÅŸlar yerine oturuyor. O duygu selini ve orada yaÅŸanan vahÅŸeti ancak bizzat yaÅŸamış biri bu kadar vurgulu anlatabilirdi diyorum.
Kitapta Szpilman kendi hikayesini, duygu ve düşüncelerini, kendi cümleleriyle çok etkili anlatıyor. Bu yüzden ben her zamanki gibi, kitabı filmden daha çok sevdiğimi belirtmeden geçemeyeceğim.
Szpilman’ın savaÅŸ esnasında hissetikleri ile ilgili yazdığı ifadelerini bir müzisyen olarak çok içtenlikle anladım ve onun yerinde olsam nasıl davranırdım diye düşünmeden edemedim.
Bir piyanistin enstrümanına ve müziÄŸe olan tutkusu, bana beni öyle iyi anlattı ki, Szpilman ile sohbet etme fırsatım olsaydı, O’da benim onu tam anlamıyla hissetmiÅŸ olmamdan mutluluk duyardı diye düşünüyorum.
Bazen biz müzisyenler duygularımızı karşı tarafa iyi aktaramadığımızı düşünüp üzülürüz. Bu sebeple enstrumanımıza daha çok sarılır, sözle ifade edemediklerimizi müziğe yansıtmaya çalışarak, daha iyi anlaşılmak için daha iyi çalabilmek gerektiğine inanırız.
Szpilman da bu denli tutkulu bir piyanist ve bombardımanın ortasında kalmasına rağmen, enstrumanını çalabilmek için büyük mücadele etmiş.
VarÅŸova Radyosu’nda iÅŸgalden önce yayın yapan son kiÅŸi. Hatta radyo binası Naziler tarafından bombalanırken bile piyanosunu çalmaya devam etmiÅŸ.
Radyo çıkışı gizlenerek sığınaklara döndüğü sırada cesetlerin arasında dolaşırken, savaş yürekleri taşa çevirmiş olsa da, hayatın ne kadar güzel veya nasıl da neşe saçan bir tutkuyla son bulacağını hiç birimiz bilemeyiz diyor. Ben de ona içinde müzik yaşayan adam diyorum.
Radyo istasyonundaki o son günlerde, bir Chopin resitali veriyordum. Bu
VarÅŸova’dan son canlı müzik yayını oldu. Çaldığım süre boyunca yayın merkezinin yakınlarına mermiler düşüyor, yanımızdaki binalar yanıyordu.
Gürültüden kendi piyanomun sesini güçlükle duyabiliyordum. Resitalden sonra annem, babam ve kardeşlerim öldüğümü zannetmişler, beni mezardan kalkıp gelmiş bir adam şakınlığı ile karşıladılar.
Aynı gün öğleden sonra 3.15’te VarÅŸova Radyosu sustu. Racmaninof’un do minör piyano konçertosunun bir kaydı yayınlanıyordu. Tam ikinci, o güzel, huzur dolu ölçü bitmek üzereydi ki bir Alman bombası elektrik santraline isabet etti. Åžehirdeki tüm hoparlörler sessizliÄŸe gömüldü. AkÅŸama doÄŸru top ateÅŸi iyice artmasına raÄŸmen, piyano ve orkestra için bestelediÄŸim eser üzerinde çalışmaya uÄŸraÅŸtım. Giderek daha zor olsa da, tüm eylül boyunca bu çalışmayı sürdürdüm diyor.
Bu tutku değilse nedir? Bu içinde yaşadığı derin acıları müzikle hafifletmeye çalışmak değilse nedir?
Onun yerinde ben olsaydım, ben de kesinlikle yaralarımı müzikle sarmaya çalışırdım.
Sayıları binlerce olan ceset daÄŸlarını, gaz odalarını, insan fırınlarının tüten bacalarını, toplama kamplarını,VarÅŸova ÅŸehrinde ve daha sonra 400.000’e yakın Yahudi’nin yerleÅŸtirildiÄŸi kentin, duvarlarla birbirinden ayrılan gettolarında yaÅŸanan Yahudi soykırımını, soykırımın nasıl planlanıp uygulandığını, insan denen canlının nasıl av ve avcı olarak ikiye ayrılabileceÄŸini, bu ikilem içinde av konumunda olanın hayatta kalma isteÄŸinin nasıl güçlü bir içgüdü olarak ortaya çıkabileceÄŸini birebir yaÅŸamış bir piyanistin, müzisyen olduÄŸum için ÅŸanslıyım diye düşünme nahifliÄŸi gerçekten beni derinden fethediyor.
Bu gerçek yaÅŸam öyküsünde, temel içgüdülerden yola çıkarak, uygarlığın nasıl ince bir çizgide olduÄŸunu farketmek için Szpilman’ın duygu ve düşüncelerini iyice anlamak gerekli diye düşünüyorum.
Szpilman’ın sanatı, yaÅŸamında en önemli kavramlardan biri iken, çalmak isterken çalamadığı piyanosunun tuÅŸlarına basamamak, savaÅŸ boyunca saklandığı apartmanlardaki yalnız ve bitmek tükenmek bilmeyen aç, susuz zamanları öylesine trajik ve acı verici ki, o satırları okumak gerek.
Geleceği her ne kadar karanlık, dipsiz bir kuyu gibi gözükse de, hayatını devam ettirme isteği, müzikle yaşamda kalma güdüsünün ne denli güçlü olduğunun gözler önüne seriyor.
Filmi izlemiş olsanız bile, mutlaka kitabını da okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Ben de filmi izlerken çok üzülmüş, yaşanan insanlık dramı karşısında nefretle dolarak çaresizliği hissetmiştim.
Ancak kitabı okuduktan sonra, onun kendi cümleleriyle anlattığı duygu seline kapıldıktan sonra, keÅŸke çektiÄŸi acılara ortak olabilseydim, birazcık yanında olabilseydim, keÅŸke parmaklarını sevebilseydim, keÅŸke sırtına dokunarak ona destek olabilseydim diye düşünmeden edemiyorum…
- Müzik Alzheimer Hastalarına Yardım Edebilir mi? - 28 Ocak 2022
- Ebeveynlere Mektup - 29 Kasım 2021
- Müzisyen Dünyası - 19 Kasım 2021