Ana SayfaYazarlarParayla vatandaşlık verme/parasını verip ülkeden kovma: Siyasi meşrutiyet dediğin ne ki?

Parayla vatandaşlık verme/parasını verip ülkeden kovma: Siyasi meşrutiyet dediğin ne ki?

Erdoğan geçtiğimiz günlerde Türkiye’den memnun olmayanların parasını verip ülkeden gönderilmesinden bahsetti. 2016 yılında da Beştepe’de avukatlara hitap ederken Cumhurbaşkanı, teröre destek olanların vatandaşlıktan çıkarılması gerektiğini belirtmişti. Erdoğan’ın, o günkü sözlerini Habertürk’ten yararlanarak şöyle özetlemek mümkün:

“…aynı şekilde bölücü terör örgütüyle aynı hedefleri paylaşanlar kinlerini, nefretlerini sergiliyorlar. Akademisyen, gazeteci kimlikli olarak terör örgütü emrine girenlerin elinde bombası, silahı olanlardan farkı yoktur.   Devletinde ve milletine ihanet içinde olanları sırtımızda taşımak zorunda değiliz. Güvenlik güçlerimi hassasiyetle görevlerini yürütüyor. Şehitlerimiz oluyor; ciğerimiz dağlanıyor. Şunu da biliyoruz, o araziler tabu kadastrosundaki tarla değildir. İmar girdiği zaman arsa olursa, vatan toprakları da şuheda kanıyla vatan olur. Bunun tarihi de böyle. Şu anda da işte bizim bu vatan topraklarımızı ne yazık ki, kendilerine göre operasyon yapıp da oraları tarla haline dönüştürmek isteyenlere karşı onlara gerekli ders veriliyor. Biz bir ölüyoruz ama 10 da, 20 de, 30 da onlardan öldürüyoruz.”

Erdoğan’ın sözleri  ne de güzel görünüyor: Birileri sadece silahlı yollarla değil, yasal yolları da kullanarak “teröre destek” oluyor; “biz” (millet) de “onlar”ı (farklı olan/düşünen kim varsa hepsini) sırtımızda taşımak istemiyoruz; vatandaşlıktan çıkartmak istiyoruz. Hatta defolup gitsinler diye ceplerine para koymayı bile taahhüt ediyoruz. Aksine parası olan kim varsa da ona yurttaşlık veriyoruz. Çok mantıklı değil mi? Farklı olan, düşünen ile terör denilen lanetli kavram arasında bir kez doğrudan bir bağ kurabilirseniz, işiniz basbayağı kolaylaşacaktır.

İlk başta oldukça sempatik görülebilecek bu düşünce, siyasal yapımıza geri dönüşü imkânsız hasarlar bırakmaya, zaten iyice güçsüz düşürülen demokratik kurumları nefessiz bırakmaya yetecek tehlikeli bir girişimdir. İlk başta isterseniz parayla vatandaşlığın satılması/satın alınması kuralından bahsedeyim. Çünkü yurttaşlığın parayla satılabileceğini sanan zihniyet, parası neyse verip yurttaşlıktan atmayı da normal bir uygulama sanabiliyor. 12 Aralık 2016 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı’yla (12.01.2017 Tarih  29946 sayılı Resmi Gazete) Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te “a) En az 2.000.000 Amerikan Doları tutarında sabit sermaye yatırımı… [gerçekleştiren] b) En az 1.000.000 Amerikan Doları tutarında taşınmazı tapu kayıtlarında üç yıl satılmaması şerhi koyulmak şartıyla satın aldığı… tespit edilen c) En az 100 kişilik istihdam oluşturduğu…. Tespit edilen d) En az 3.000.000 Amerikan Doları tutarında Devlet borçlanma araçlarını üç yıl şartıyla satın aldığı… tespit edilen” herkese Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlığı verilmesine karar verilmiştir.

Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili hukuki bir değerlendirme yapacak değilim; ancak şunu rahatlıkla varsayabiliriz ki, Cumhurbaşkanı en azından bu sözleri söylemeden önce bir takım hukukçulardan görüş almış, hiç değilse “neyin nasıl kılıfına uydurulacağı” konusunda danışmanlarıyla bir görüş alışverişinde bulunmuş olmalıdır. Söylemek istediğim şu ki, böyle bir söz söylendiğine göre, sonucu ne olursa olsun rejim böyle bir yolu denemeyi (vatandaşlıktan çıkarma/parasını verip gönderme) göze alacağı düşünülebilir.

Vatandaşlıktan çıkarma düşüncesinin siyasi boyutu hukuki boyutundan farklıdır. Bu konuda bir kaç noktaya dikkat çekmek isterim

1) Sorunlu olan, patalojik olan,  eleştiri değil, eleştiriyi ihanete indirgeyen düşünce biçimidir. Demokratik bir ülkede yaşıyoruz (ya da hala böyle bir ülkede yaşadığımızı sanıyoruz) Demokrasi, yöneticilerin beğenmedikleri, hatta onları rahatsız eden düşünceleri bile sineye çekmelerini gerektirir. Bunun yöneticilerin olgunluğu ya da kalenderliği ile de bir alakası yoktur. Demokrasi oyunun ilk kuralı, eleştirilmeyi kabul etmekten geçer. Malum sözü hatırlatmakla yetineyim: “Demokrasi muhalefetin de meşru sayıldığı tek rejimdir.” Devlete ya da yöneticilere ilişkin eleştirilerde bulunanlar, hiç kimsenin lütfuyla değil, demokratik sistemin onlara verdiği yetkiyle, meşruiyetle bu eleştirilerde bulunurlar. Ayrıca eleştirenlerin eleştirilerinde haklı olmaları ayrı bir konudur, eleştiri hakkı apayrı bir konudur. Pataloji işte bu noktadadır. Eleştirileri beğenmeyebilirsiniz (ki bu da demokratik bir haktır) ama bir demokrasi de eleştiri hakkını tartışmaya açamazsınız. Ayrıca unutmamak gerekiyor ki, “devlet” (ve onu yönetenler) bir demokratik sistemde her türlü eleştirinin en doğal, en tabii, en sıradan… muhatabıdır. Bir eleştiri illa yöneticilere seslenmek, yönelmek zorunda değildir ama yöneticilerin ve devletin kendisinin eleştirilmesinden daha doğal da bir siyasal “hak” yoktur. Devletin, kendine yönelen eleştirileri bir takım metotlarla yasadışılaştırması, bu eleştirileri terörle özdeşleştirmesi başlı başına tehlikelidir.

2) Devlet hiç bir yurttaşını sırtında taşımaz; muhalif, düşüncesi beğenilmeyince parası eline sıkıştırılıp gönderilebilecek kiracı değildir; kaldı ki,  Erdoğan’ın belirttiği gibi, “Devletine ve milletine ihanet içinde olan hiç kimseyi sırtında taşımak zorunda” kalsın. Eğer devlet ile halk arasında bir “sırtta taşıma” ilişkisi kurmak gerekiyorsa -ki bence bu çok elzem de değildir ama- halk devleti vergileriyle sırtında taşır; devlet halkı değil.

3) Demokratik düşünce içerisinde yine Erdoğan’ın belirttiği  gibi, “devlete kem gözle bakmak” diye bir şey yoktur.  Bırakın devlete kem gözle bakmayı, bir eleştirmen, devletin ortadan kalkmasını ya da liberaller gibi devletin iyice daraltılmasını, daraltılan gücünün de farklı organlar arasında pay edilerek iyice denetlenebilir hale gelmesini de savunabilir (Nitekim, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP çevresinin hararetle savunduğu başkanlık sistemi de devletin farklı güçlerinin (yasama-yürütme-yargı) kesin biçimde parçalara ayrılması ve böylece çok daha rahat denetlenebilir bir hale gelmesi esprisine dayanmaktadır). Kimse bu eleştirmeni, örneğin başkanlık sistemini savunan birini, devlete kem gözle bakmakla suçlayamaz.  Başkanlık sistemini savunarak sen devleti parçalara ayırıyorsun yürütmeyi yasamadan, yargıyı da hepsinden koparıp devlete kem gözle bakıyorsun demek ne kadar ironikse, devletin 7 Haziran sürecinden boyunca izlediği politikalar nedeniyle eleştirilmesini bahane ederek akademisyenleri devlete kem gözle bakmakla suçlamak da o kadar ironiktir.

4) Vatandaşlık bağı bireyin devletle kurduğu bir hukuk ilişkisidir. Devlet herhangi bir eleştiride, eleştirenleri bu hukuki bağı (vatandaşlık bağını) lağvetme kartıyla tehdit etmeyle kalktığında, bireyler de devletin meşruiyetini sorgulamaya başlayabilirler. Ne bireylerin vatandaşlık bağının sürekli olarak masaya yatırılması  ne de devletin meşruiyetinin sürekli olarak tartışmaya açılması demokrasi açısından istenilir ve arzu edilir bir durumdur.

Mete Kaan KAYNAR
RELATED ARTICLES
- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments