Selahattin Demirtaş’ın “hedef gösterme” davasında beraat etmesi, Türkiye’de yargı süreçlerinin ve ifade özgürlüğünün durumu hakkında önemli bir tartışma başlattı. Demirtaş, 2016 yılından bu yana tutuklu bulunuyor ve bu süre zarfında birçok farklı suçlamayla karşı karşıya kaldı. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2020 yılında verdiği kararla, tutukluluğunun siyasi sebeplerle yapıldığı ve Demirtaş’ın siyasi faaliyetlerini engellemeye yönelik olduğu sonucuna varıldı.
Demirtaş’a yöneltilen “hedef gösterme” suçlaması, eski Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman’a yönelik eleştirileri nedeniyle ortaya çıktı. DW Türkçe’de yer alan Alican Uludağ’ın haberine göre, Demirtaş, Kocaman’ın kendisi hakkında siyasi bir komplo düzenlediğini ve adalet önünde hesap vereceğini söylediği için “terörle mücadele görevlisini hedef göstermek”le suçlandı. Ancak, mahkeme Demirtaş’ın bu ifadelerinin suç teşkil etmediğine karar vererek beraatine hükmetti.
Bu karar, Türkiye’de ifade özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konularında devam eden tartışmaları daha da alevlendirdi. Bir yandan, Demirtaş’ın beraati, bazı kesimler tarafından yargının siyasi baskılara karşı direnebileceğinin bir işareti olarak görülürken, diğer yandan, uzun süreli tutukluluğunun ve peş peşe gelen davalara maruz kalmasının, ifade özgürlüğünü kısıtlama ve muhalif sesleri susturma çabası olduğu eleştirileri yükselmeye devam etti.
Demirtaş’ın durumu, Türkiye’nin demokratik standartlarını ve insan haklarına olan bağlılığını uluslararası arenada sorgulatan bir vaka olarak kalmaya devam ediyor. AİHM’nin kararları ve Türkiye’nin bu kararlara uyma derecesi, ülkenin hukukun üstünlüğü ve temel haklar konusundaki taahhütlerinin bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Demirtaş’ın beraati, Türkiye’deki siyasi atmosferde yeni bir sayfa açabilir mi, yoksa mevcut durumun devamı mı olacak, zaman gösterecek. Ancak, bu olay, ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı gibi temel insan haklarının korunması ve güçlendirilmesi gerektiğinin altını bir kez daha çiziyor.