Tarih boyunca savaşlar ve çatışmalar, zenginlerin egemenliğini koruma aracı olarak kullanıldı. Bu süreçte barış, sistemin baskısı altında ezilenlerin en yüksek özlemi haline geldi. 1 Eylül Dünya Barış Günü, bu özlemi ve sosyal adaleti savunma mücadelesini hatırlamanın, bu mücadelenin bir parçası olmanın fırsatıdır.
Birleşmiş Milletler barışı bir hak olarak tanıdı, fakat bu hak, kapitalist düzenin egemenliği altında milyonlarca insan için hâlâ ulaşılmaz bir hayal olarak kalmaktadır. Gazze’de, Ukrayna’da, Suriye’de barış, sadece boş bir retorik olarak yankılanıyor. Çocuklar, savaşın ve yoksulluğun gölgesinde büyürken, barış onlar için bilinmeyen bir kavram, geçmişte yaşanmış bir hayaldir. Evlerinden zorla koparılan ve yurtlarından edilip çaresizlik içinde bırakılan insanlar için barış, yaşanan acıların ve kayıpların bir hatırlatıcısıdır.
Barış, her dilde benzer şekilde anılsa da, kapitalist dünya düzeninde kelimenin gerçek anlamı sürekli olarak değişir. Silahların sustuğu bir dünya değil, bu düzen şiddet ve nefretin egemenliğinde kalmıştır. Her yeni bomba, her patlayan silah, barışa bir adım daha uzaklaşmak demektir. Oysa barış, sadece savaşların sona ermesi değil; adaletin, eşitliğin ve toplumsal onurun inşa edildiği bir düzenin adıdır.
Türkiye örneğinde, barış bir türlü elde edilemeyen bir hayal olarak kalmıştır. Kürt sorunu, kapitalist düzenin ve devletin baskılarının, ayrımcılığın ve adaletsizliğin bir yansımasıdır. 2013-2015 yılları arasında yaşanan “Çözüm Süreci,” işçi sınıfına barış umutları vermişti, ama bu umut, kapitalist sistemin engelleri karşısında yok olup gitmiştir. Bugün, cezaevlerinde tutsak olan Kürt muhalifler ve kayyumlar aracılığıyla halk iradesinin yok sayıldığı bir ortamda, barışın hayali bile zor görünmektedir.
Barış, bu topraklarda bir hayal olmaktan çıkmalı ve gerçek bir toplumsal değişimle sağlanmalıdır. Türkiye, barışı yalnızca bir politik slogan olarak değil, sosyal adalet ve eşitlik anlayışının temeli olarak benimsemelidir. Bu, işçi sınıfının ve ezilen grupların aktif olarak yer aldığı bir mücadelenin sonucudur. Barış, sadece bir ideal değil, tüm bireylerin eşit haklarla yaşadığı bir sosyal gerçeklik haline gelmelidir. Bu mücadelenin başarısı, yalnızca silahların susturulmasında değil; toplumsal adaletin, eşitliğin ve insan onurunun yeniden inşasında yatar.
Dünya Barış Günü, savaşın yıkıcılığını ve sosyal adaletin önemini bir kez daha gözler önüne serer. Ancak bu hatırlatma, bir günle sınırlı kalmamalıdır. Her gün, sosyal adalet için bir adım atmalı ve her adımda bu özleme daha fazla ses vermeliyiz. Barışın sessiz çığlığını duymalı ve onu yalnızca hissedip bırakmak yerine toplumsal mücadeleye dönüştürmeliyiz.
1 Eylül’ü, sadece bir gün olarak değil, toplumsal değişim ve eşitliğe adanmış bir yaşamın başlangıcı olarak görmeliyiz. Barış, yalnızca bir ödül değil, sosyal adalet ve eşitlik temelinde yaşanması gereken bir haktır. Dünya, kapitalist düzenin sömürü ve adaletsizliklerinden kurtulduğunda gerçek anlamda insanlık olacaktır.
Kaynaklar:
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Halkların Barış Hakkına Dair Bildirisi
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 sayılı Kararı
Gazze, Ukrayna ve Suriye’deki Güncel Durumlar
- Yeni Zenginler: Gösterişçi Tüketim ve Lümpen Burjuvazi - 15 Aralık 2024
- Güvenlik ve Otoriterlik: Sağ İdeolojinin Güvenlik Manipülasyonu - 30 Kasım 2024
- Rönesans Sanatı ve Avrupa’da Toplumsal Dönüşüm - 27 Kasım 2024