Manevi kalkınma iddiasından toplumsal çöküntüye; AKP tarzı muhafazakârlığın sonuçları

On beş yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’yi sürüklediği ortam giderek daha kapsamlı, sistematik ve yoğun biçimde eleştiriliyor. Güvenlik tehditlerinden dış politika darboğazlarına, eğitim sisteminin çökmesinden ekonominin tıkanmasına, otoriterleşmeden yolsuzluklara, yargının siyasallaşmasından çevre tahribatına eleştiriler ortaya konuyor ve tartışılıyor. Oysa günlük haberler arasında en çok yer alan ve günlük hayatta üzerinde en çok konuşulan bir konu bütünsel bir bakış çerçevesinde değerlendirilmiyor. Aslında bu konu AKP’nin hiç değişmeyen bir siyasi iddiasıyla yakından ilgili. Bu iddia bir yanda ideolojik bir çerçeve içerisinde ve entelektüel bir dille sunulurken, diğer yandan yalınlaştırılmış biçimiyle AKP’li politikacılar ve dini kanaat önderleri tarafından seçmenlerle kurulan yüz yüze ilişkilerde de sürekli olarak aktarılıyor.

Nedir bu kadar sık tekrarlanan iddia? Şöyle özetlenebilir. Bu iddiaya göre Batı toplumlarının askeri, ekonomik ve siyasi gücü yanıltıcıdır. Aslında bu toplumlar derin bir manevi bunalım ve toplumsal çöküntü içindedir. Dini ve manevi bağların yok olması maddiyatçı, sömürücü, saldırgan, huzursuz ve içten içe çürüyen bir toplum düzeni yaratmıştır. Günümüzde Batı dünyası her alanda gerilemekte ve dünyanın yükselen güçleri tarafından dibe doğru yuvarlanmaktadır. Türkiye’de ise bu çöken Batı düzeni çağdaşlaşma kılıfı altında topluma dayatılmış ve ülkemiz bir ahlaki ve manevi çöküşün eşiğine getirilmiştir. AKP iktidarı bu gidişe “dur” deme ve büyük bir manevi kalkınmayı başlatma ve sürdürme iddiasını siyasi söyleminin merkezine oturtmuştur. Batı değerleri ve kültürünün etkisinden kurtulan Türkiye hızla kalkınacak ve geçmişte olduğu gibi büyük bir dünya gücü haline gelecektir. Kısacası çare yaşamın her alanında geleneğe ve dine sımsıkı sarılmaktır.

Manevi dirilişten toplumsal çöküntüye

Oysa başta resmi kurumların verileri olmak üzere mevcut bulgular son on beş yılda Türkiye’nin manevi kalkınma gerçekleştirmek bir yana büyük bir toplumsal çöküntü içine sürüklendiğini açıkça ortaya koymaktadır. Son on beş yılda boşananların, intihar edenlerin, depresyon sorunu yaşayanların, uyuşturucu kullananların, suç işleyenlerin ve saldırıya uğrayanların sayıları katlanarak artmıştır. Yaratılan sürekli gerilim ortamı bireylerin birbirlerine, kurumlara ve devlete duydukları güveni sarsmıştır. Araştırmalar insanların eskisine göre daha mutsuz hale geldiğini göstermektedir. Toplumsal dayanışma zayıflamıştır. Bireylerin yasa dışı eylemlerde bulunma eğilimi artmıştır. Türkiye manevi diriliş bir yana büyük bir sosyal çöküntü içine sürüklenmiştir.

Mutluluk ve ruh sağlığı

Araştırmalar Türkiye’de her dört kişiden birinin depresyonda olduğunu göstermektedir. Antidepresan ilaç kullanımı 2008’de yaklaşık 17 milyon kutu iken 2015’te 43,5 milyon kutuya çıkmıştır. Ruh sağlığı hastanelerinde doluluk oranı yüzde 100’e ulaşmış durumdadır. Son on beş yılda 45 bin kişi intihar sonucu yaşamını yitirmiştir.

TÜİK verilerine göre, 2003 yılında Türkiye nüfusunun yüzde 12,1’i çok mutlu olduğunu söylerken 2016’da bu oran yüzde 7,6’ya kadar gerilemiştir. Buna karşılık kendisini çok mutsuz olarak niteleyenlerin oranı yüzde 5,6’dan yüzde 8,8’e çıkmıştır.

Boşanma

TÜİK verilerine göre Türkiye’de boşanma hızı, nüfus artış hızını geçmiştir. Günümüzde yaklaşık her beş evlilikten biri boşanmayla sonuçlanmaktadır. Türkiye’de boşanmanın üç önemli nedeni ekonomik sorunlar, aile içi uyumsuzluk ve ailede şiddettir.

Uyuşturucu

Doğrudan ve dolaylı madde bağlantılı ölüm oranları sürekli yükselmektedir. Aşırı uyuşturucu dozundan 2015 yılında 590, 2016’da 611 kişi ölmüştür. Uyuşturucu kullanımı bir önceki yıla göre yüzde 28 artmıştır. Asıl korkutucu olan uyuşturucu kullanma yaşının 11’e kadar düşmüş olmasıdır. 2014-2016 yıllarında 680 bin kişi uyuşturucu tedavisi görmüştür. Uyuşturucu bağlantılı suçlardan cezaevlerinde bulunanların sayısı 2002 yılında 5.480 iken 2015 yılında 33.560 kişiye ulaşmıştır. Uyuşturucu bağımlılarının yüzde 49.31’inin işsiz olması özellikle dikkat çekici bir durumdur.

Nefret söylemi

Sivil toplum kuruluşları, AKP iktidarı döneminde Türkiye’de işlenen nefret suçlarında önemli bir artışa dikkat çekmektedir. 2009 ile 2015 yılları arasında nefret söylemi içeren köşe yazısı ve haberlerin sayısında 20 kata yakın bir artış olduğu belirtilmektedir. Ek olarak hedef alınan kesimlerin sayısı da hızla artmaktadır. Artışın önemli nedenleri arasında iktidar partisinin muhaliflerini hain, gayri-milli, terörist, işbirlikçi, din düşmanı, yabancı uşağı gibi suçlamalarla yaftalaması da yer almaktadır.

Kadınlara yönelik saldırılar

AKP döneminde kadınlara yönelik şiddet yüzde 1.400 oranında artmıştır. Kadınlar hemen her gün namus, töre gibi sebeplerle yakınları tarafından öldürülmektedir. Her on kadından dördü hayatlarında en az bir kez fiziksel şiddete uğradığını söylemektedir. Bu tür şiddete en çok maruz kalanlar eğitim ve gelir düzeyi düşük olan kadınlardır.

Kadına karşı şiddet sokakta da artmaktadır. Mersin’de dolmuş şoförünün tecavüz girişimine direnen Özgecan’ın vahşice öldürülmesi öncesinde ve sonrasında saldırganlık olayları birbirini izlemiştir. Kadınlar spor yapmaktan şort giymeye, sigara içmekten kahkaha atmaya kadar birçok nedenle darp edilmektedir. Bunları münferit olaylar olarak değerlendirmek doğru değildir. Nitekim 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne yönelik neredeyse her yıl yapılan saldırılar kadınların bilinçli şekilde hedef alındığını göstermektedir. Kadınlar en az üç çocuk, kürtajın kaldırılması, doğum kontrolünün kısıtlanması gibi bedenlerine yönelik müdahalelerle karşı karşıya kalmaktadır. Kadın erkek eşitliğini reddeden AKP iktidarı, kadınların davranışlarını kendi gelenek anlayışı çerçevesinde denetlemeye ve değiştirmeye çalışmaktadır.

Toplumda şiddet

Ülkede yaşanan gerilim, çatışma ve kavga ortamı toplumda tırmanan şiddetin başlıca nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çatışma ortamı siyasi şiddeti, aile içi şiddeti, kadın ve çocuklara yönelik şiddeti, holigan şiddetini, hastane, okul ve trafikteki şiddeti her geçen gün tırmandırmaktadır. Evde, iş yerinde, trafikte, sokakta, saldırı, dövme, öldürme haberleri gün geçtikçe çoğalmaktadır. Hasta yakınları tarafından dövülen doktorlar, davalarda dayak yiyen avukatlar, veliler tarafından bıçaklanan öğretmenler, hedef gösterilen sanatçılar, azarlanan memurlar, aşağılanan bilim insanları, tehdit edilen öğrenciler günlük haberlerin vazgeçilmez parçaları haline gelmiştir. AKP iktidarına muhalif üniversite öğrencileri, çevreci gruplar, hakkını arayan anneler, ilaç bulamayan hastalar, yürüyen işçiler, hapisteki milletvekillerine destek olanlar aynı akıbete uğramaktadır.

Suç

Son dönemde Türkiye’de en çok işlenen suçların hırsızlık, dolandırıcılık ve yaralama olduğu görülmektedir. Özellikle 2005’ten itibaren bu tür suçlarda çok ciddi bir artış olmuştur. Kapkaç suçu işleyenlerin oranı 2003 yılındaki yüzde 1,2 seviyesinden 2012 yılında yüzde 3,6’ya yükselmiştir. Şantaj, yaralama, cinsel taciz ve gasp gibi suçları işleyenlerin oranı 2006 yılındaki yüzde 1,2 seviyesinden 2012 yılında yüzde 3,8’e çıkmıştır. Nitekim bu gelişmelere paralel olarak yurttaşların beşte biri kendini evinde dahi güvenli hissetmediğini belirtmektedir. En yüksek oranda suç işleyen iki kesim gençler ve ilkokul mezunlarıdır. Çocuk ceza infaz kurumu ve eğitim evine girenlerin sayısı üç kat artmıştır.

Araştırmalar, öldürme suçlarının 2002-2011 arasında yüzde 3’ten yüzde 4,3’e, yaralama suçlarının ise yüzde 6,2’den yüzde 9,8’e çıktığını göstermektedir. Devletin kurumlarına güvenleri sarsılan bireyler kendi intikamlarını kendileri alma yoluna gitmektedir.

Resmi verilere göre cezaevinde hükümlü ve tutuklu bulunanların sayısı 2002 yılında 59.429 iken, 2015’te (yani 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde) 177.262’ye ulaşmış, yüzde 200 oranında bir artış meydana gelmiştir.

Toplumsal Çöküntü ve AKP İktidarı

Yaşanan toplumsal çöküntünün nedenlerini dört ana noktada toplamak mümkündür.

Sosyo-ekonomik nedenler

Suç, bireysel olduğu kadar toplumsal bir olgudur. Türkiye’de toplumsal ortam suç işlemeye yatkınlığı artırmaktadır. Başta işsizlik, sosyal güvenlik kurumlarının zayıflığı, geçim sıkıntısı, yoksulluk, bireylerin toplumun kendilerinden beklediği hedeflere ulaşamaması gibi etkenler suç ihtimalini artırmaktadır. Toplum tarafından başarısız görülen dezavantajlı kimseler topluma isyan etmeye ya da kendilerini kanıtlamak amacıyla suç işlemeye daha yatkın olmaktadır. AKP iktidarı döneminde eğitim sistemi alt üst edilmiş, işsizlik kronikleşmiş, çalışanların geliri azalmıştır. Yoksul yurttaşlar oy avcılığı amacıyla yapılan siyasi yardımlara mahkûm edilmiştir.

Gerilim ve Çatışma

AKP iktidarı siyasi ve toplumsal yaşamı, bitmeyen bir kavga olarak görmekte, uzlaşma yerine çatışmayı körüklemeyi yeğlemektedir. Demokratik muhalefet yapan her kuruluş ve hareket ülke için tehdit olarak gösterilmekte, yurttaşların gözünde düşmanlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kutuplaştırma, toplumsal yarılmaların ve ayrışmaların derinleşmesine, önyargıların, nefret duygularının tırmanmasına yol açmaktadır. Sonuçta Türkiye sürekli toplumsal çalkantı ve siyasi istikrarsızlık yaşayan bir ülkeye dönüşmüştür. İşte bu kronik çatışma ve kavga ortamı, günlük yaşamda artan suç ve şiddetin başlıca nedenleri arasında yer almaktadır.

Maneviyattan Maddiyata

Manevi kalkınma iddiası ile yola çıkan AKP iktidarı dönemine, dizginsiz, kuralsız ve patronaja dayalı neoliberal ekonominin zihniyeti, değerleri ve kültürü damgasını vurmuştur. Toplumsal ilişkiler piyasanın çıkar, para ve rekabet ilişkilerine dönüşmüştür. Sisteme yön veren temel güdü adam kayırma, siyaset aracılığıyla zengin olma, kamu varlıklarını yağmalama ve rant olmuştur. Kuralsızlık, hukuksuzluk hatta yolsuzluk ayıplanması, kınanması, cezalandırılması gereken davranışlar olmaktan çıkartılmıştır. Sonuçta Türkiye bir skandallar ve yolsuzluklar ülkesine dönüşmüştür.

Baskı

AKP sorunların çözümünü özgürlüklerin ve muhalefetin bastırılmasında aramaktadır. AKP tarafından körüklenen mahalle baskısı, ahlak zabıtalığı, ihbar kültürü ve polis denetimi herkesin birbirini suçlu gibi görmesine yol açan bir şüphe ve korku toplumu yaratmıştır. Yasaklar ve keyfi kararlarla verilen cezalar, gerilimi, çatışmayı ve şiddeti tırmandırmaktadır. Siyasi ve toplumsal baskı aynı zamanda ruhsal sorunları ve suça yatkınlığı artırmaktadır. AKP’nin kadınları ev ve aile ile özdeşleştiren ataerkil siyasi ve kültürel söylemi ise kadınlara yönelik şiddetin artmasının başlıca nedenlerinden biridir.

AKP’nin toplumsal sorunları çözme yöntemi, kendine özgü bir gelenek ve din anlayışı doğrultusunda yurttaşları denetleme ve baskı altına alma yönünde olmuştur. Oysa modern toplumlarda bu sorunlarla baş etmenin yolu, özgürlükleri kısıtlama ve bireyler üzerindeki baskıyı artırma değildir. Çözüm, özgürleşen bireylerin öz denetimlerini geliştirmeleridir.