Küçük ölüm

Yeryüzünün pek çok azabını bilen ben, canlı için bir çeÅŸit ”küçük ölüm ” olan bedensel arzunun alacakaranlık, esrarengiz, hatta çılgınca yanlarını da bilirim. Sonuçta ben de bir arzu ürünüyüm.

Arzu, insanı mutlu eden, bereketli, görkemli, dayanılmaz, ertelenmez bir şimdiden başka neye ihtiyaç duyar ki. Ölüp yürümeden bir ağacın köküne doğru, ne olacaksa şimdi olmalı!

Evet ama o, yalnızlık korkusuyla yaralıdır. Güçsüzlüğünü parçalayıp yaşama efendi olmak ister. Ömür kırıla kırıla büyürken bile, zamanı durdurabilen tek güçtür. Ama onu aciz kılan içine dolan kültürün zehridir. Bundandır yalnızlığın sesiyle konuşması. Bundandır zamana bir ömür kölelik etmişliği.

Pek çok insan gibi ben de arzunun vaatlerine kulak kesilirim. Kaderime hükmetmek, onu yüksekte dokunulmaz bir yere yerleştirmek, içinde bulunduğum kültürden soyundurmak isterim kendimi. Sahici bir canlıya dönüşmek, kendime hükmedici özelliğimle taçlanmaktır muradım. Biliyorum bunların toplumsal rollerim gereği taktığım maskeden özgürleşmekten geçtiğini. Ve bundan daha gelişkin bir özgürlük tasavvuru var mı diye de düşünürüm.

İhanete uğramadan, mağdur olmadan, özgürlük, mutluluk, adalet talebini ete kemiğe büründürmek insanın bedensel arzularının gerçekleşmesine bağlıydı bir anlamda da. Ahlâki kaygılarla görmezden gelinen buydu. Oysa insan arzularıyla yücelmeliydi, bunu ancak arzularını estetik bir tarza yücelterek yapabilirdi. Varlığına ancak bu yolla onur kazandırabilirdi. Kendini, arzuyla, hazla küçük ölümlere yatırabilmeliydi.

Bugün de benzer şeyler düşündüm; günümüz insanlarının içinde kendimi ağırlaşmış, daha çok da ihanete uğramış hissettim. Sahi, bir toplumun içinde yaşayıp da -bir şekilde- ihanete uğramayan var mıydı? Yoksa ihanet aklın bir özelliği miydi?

Kendimle ilgili öyle iddialı ÅŸeyler söylememeye hep özen gösterdim. Çünkü ben hep deÄŸiÅŸiyordum. Valery’in söylediÄŸi gibi, “ben sürekli deÄŸiÅŸiyorum, peki ben kimim?” Duygularım alışkanlıklarım, düşüncelerim tıpkı su gibi bulunduÄŸu kabın ÅŸeklini alıyor. Ama üç ÅŸey deÄŸiÅŸmiyor; birincisi, ben insan ırkının bir üyesiyim; ikincisi, ben bir erkeÄŸim; üçüncüsü ise bedensel arzularım. Bunların dışında ben aslında bir hiçim. Zira, bende olduÄŸunu iddia edebileceÄŸim baÅŸka/kalıcı bir ÅŸeye sahip deÄŸilim. Pek çok ÅŸey deÄŸiÅŸirken, deÄŸiÅŸmeden bende kalan ne ise oyum. Gerisi bir akıl uydurmasından baÅŸka ne ola ki…

Ä°nsanları düşünüyorum; arzularını doyurmayı baÅŸaramadan kendini canlılar piramidinin tepesine yerleÅŸtiren insanları… Ölüm düşüncesinin onu kahrettiÄŸini, bir gün yok olup gitmenin tedirginliÄŸini, ölüm karşısındaki yenilmiÅŸliÄŸini, güçsüzlüğünü… BaÅŸka hiçbir canlıda bulunmayan o “insani” zaafı…

Ahmet Altan’ın bir denemesinde okumuÅŸtum. “Bir örümcek türü, garip bir biçimde çiftleÅŸiyor, çiftleÅŸirken erkek vücudunu diÅŸinin başının önüne doÄŸru eÄŸiyor. ÇiftleÅŸmeye baÅŸladıklarında, ikisinin bedeni bütünleÅŸtiÄŸinde diÅŸi örümcek de erkeÄŸi yemeye baÅŸlıyor. Erkek diÅŸiyi döllerken diÅŸi erkeÄŸi yiyor. ÇiftleÅŸmek bittiÄŸinde erkek de kelimenin gerçek anlamıyla bitiyor, diÅŸi onu yemiÅŸ oluyor. Ä°ki örümcek çiftleÅŸmeye baÅŸlarken, erkek bunun kendi sonu olacağını, parçalanmayı daha başından kabul ediyor.”

ErkeÄŸi diÅŸi karşısında ölmeye razı eden ne? Ne büyük bir arzu bu? Ölmek, ama ölümü, ölerek yenmek böyle bir ÅŸey olsa gerek. Ölümü, ölürken büyük bir zevkle yapılan bir ÅŸey haline getirmek. ÖrümceÄŸin,  insanın karşısında korkakça boyun eÄŸdiÄŸi ölümü öldürmesi… Bana kalırsa evet bu ölümü öldürmektir. ÖrümceÄŸi insandan daha güçlü bir canlı haline getiren bir özellik bu. Sanırım ki insan ırkı da ölümü zevkle -kendi meÅŸrebince- karşılayan bir canlıya dönüştüğünde, ancak o vakit kendi yüceliÄŸinden bahsetme hakkı kazanabilecektir.

Yaratmanın ve yok olmanın iç içe olduğu bir döngüsü var gezegenimizin. Aslında yok olmak yok, başka bir canlıya yürümek var sadece.

Geleneksel değerler, ahlâk kavrayışı insana doğru dürüst bir ölümü bile çok görüyor. Bu insanın en büyük yıkımı olmalı. Arzunun kanatlarının nasıl da güçlü olduğunu, onu ne kadar yükseğe yüceltebileceğini gördükten sonra o kanatları kullanamamanın zavallılığı ne kötü insan için.

Ancak, ”küçük ölüm” olarak nitelediÄŸim arzunun gerçekleÅŸmesi, sadece canlının hizmetinde olmaktan baÅŸka bir amacı olmadığında nasıl da yüce bir ÅŸey oluyor.

Bir canlının, ölümü bile bir zevk-arzu haline getirebilmesi biz insan soyu tarafından tahayyül edilmesi zor bir durum. Ancak, insanın kendini evrensel sevginin bireyi haline getirebilme becerisi hiç de küçümsenemeyecek bir tutumdur. Ve bunu kin tutmadan, maÄŸdur olmadan yapabilmesi insanı yücelik makamına taşıyan bir araçtır. KuÅŸkusuz varlığımız ve ruhumuz, bize doÄŸanın (isterseniz tanrının deyin) bir armaÄŸanı… Bize armaÄŸan olan bu canı, doÄŸa için bir ezaya/acıya dönüştürmeden yaÅŸamak… Kendi hakikatimizin bilincinde olarak, içimizdeki bene yüz çevirmeden yaÅŸamak… Onun arzularını öldürmeden ama dışarıda olup bitenleri görmezlikten gelmeyerek yaÅŸamak. Dostoyevski “insan özgür bir varlık olarak kötüden sorumludur. Kötü olan her ÅŸeyle mücadele edilmelidir” der. Dostoyevski’ye kulak verdiÄŸimizde ve sözlerini hazza dönüştürdüğümüzde, kendimizi doÄŸa ve toplum için bir cezacı deÄŸil, ödül haline getirebiliriz. Bu minvalde yaÅŸadığımız her haz bir küçük ölüme, her küçük ölüm bir hazza dönüşecektir.

Yaşamak, günün içinde olmayacak vaatlerle oyalanmak değil, denizi ilk defa gören biri gibi, heyecan, hayret karışımı bir sevinç ve her gün yeniden doğmak gibi yaşamak… Her gün arzuların ırmağında ölerek yaşamak…

DoÄŸada tüm canlıların bir hayatı var; benimki kadar deÄŸerli. Onların hakkında bildiklerim o kadar az ki. Ama ÅŸunu biliyorum; tıpkı saatin içindeki çarklar nasıl birbirini besleyip – bir çeÅŸit arzuyla – iÅŸlevsel kılıyorlarsa, iÅŸte o canlıların varlığı da doÄŸa için bir arzu-haz ve çark iÅŸlevi görüyor. Bir tür eksildiÄŸinde bunun doÄŸada bir yansıması oluyor; deprem, sel, kuraklık ve daha pek çok biçimde. Ä°nsanlar buna doÄŸal afet diyorlar. Türlerin o ”büyük ölüm”ü doÄŸal düzeni bozuyor. Ä°nsan dışındaki türlerin tüm davranışları, arzularının ihtiyaçlarını belirliyor. ”Küçük ölüm”lerini özgürce gerçekleÅŸtiriyorlar. Böylece doÄŸanın düzeni dengesini koruyor. Arzu doÄŸaya içkin bir hakikat; ona ket vurmak, kıyamet nedeni!

Evet, insan kirli bir varlık; bu kesin. Onu kirleten nedenlerin başında arzunun ahlâki kriterlerle çevrelenmesinde yatıyor. Oysa arzu varoluşsal bir kriterdir. Bunun nedeni niçini elbette uzun bir bahis. Konuyu burada tartışmak bu yazının sınırlarını zorlamak olur. Ama kısaca şunu söyleyebilirim: İnsanın, kendini temizlemesi küçük ölümlerini haz ve arzuyla gerçekleştirmesine bağlı. Onu aşkla çiftleşmekten daha iyi temizleyen bir şeyin olduğuna inanmıyorum. Ancak o vakit insan, güçsüzlüğünü parçalayıp, yaşamının efendisi olmaya en yakın bir durumda olacaktır.

Tüm canlıların özellikle de insanların “aşırı”lıklarının törpülenmesi, barışçı bir ortamın yaratılması biraz da arzuların aÅŸkla gerçekleÅŸmesine baÄŸlı.