“Müziksiz bir hayat, hatadır.”[1]
Müzik; müthiş bir şeydir; “Müziksiz bir hayat hatadır,” diyen Friedrich Nietzsche’ye katılmamak mümkün mü? Elbette değil…
“Müzik dediğimiz şey, insanın doğadaki sesleri organize etmiş hâlidir.”[2]
“Antik inanca göre müziğin anlayana, “aklın ışığından göksel hakikâti sezinleme” olanağını verebileceği düşünülmüştü… Sanatlar içinde sadece müziğin insan ruhunun en derin noktalarına kadar ulaşıp, en yoğun duyguları bile evrensel harmoniyle bütünleştirebileceği öngörülmüştü.”[3]
“Müzik sadece kültürün önemli bir unsuru değildir, mantığın da parçasıdır; bir düşünce yöntemidir. Müziğin düşünme ve kavrama yetisi için kazanç olduğu açıktır.”[4]
“Müzik notaların arka arkaya dizilmesinden ibaret değildir. Müzik bir notanın sesten sessizliğe, sessizlikten sese durmadan sıçramasıdır.”[5]
“İyi müzik, sözle ifade edilemez olanı ifade edebilir. Müziğin anlamı ve gizemi burada yatar.”[6]
“Müzikten etkilenmeyecek varlık yoktur yeryüzünde.”[7]
“Güzel ve yüce melodiler duymak, ruhu yıkamak gibidir; insanı bütün pisliklerden, bütün zavallılıklardan ve bayağılıklardan arıtır.”[8]
“Müzikle uğraşmak, gökyüzünde uçmaktan sonra en keyifli şey.”[9]
“Müzik adamın uzak dünyasına, aydan bile ötelerde sakladığı dünyasına bile ulaşabiliyordu; müzik mucizeler yaratabilirdi.”[10]
“Dünya kalabalaştıkça ve yaşam mekanikleştikçe, müzik daha onsuz edilmez olacaktır.”[11]
William Shakespeare’e, “Müzik aşkı besteler”; Honoré Gabriel Riqueti de Mirabeau’ya, “Bırakın, müzikle öleyim”; Felix Mendelssohn’a, “Müzik, ruhun gıdasıdır”; Martin Luther’e, “Müzik dünyaya hükmeder”; Friedrich Schelling’e, “Müzik sonsuzluğun anlatımıdır”; Jules Combarieu’ya, “Müzik, seslerle düşünme sanatıdır”; Konfüçyus’a, “Müzik, gökle toprak arasında bir ahenktir”; Ludwig van Beethoven’a, “Müziği kim anlarsa, başka insanların uğradığı tüm çöküntülerden kurtulur,” dedirten müziğin benzersiz gücü edebiyat gibi duyguları anlatmanın ötesinde, bizatihi yaşatır; Lev Tolstoy’un, “Müzik duyguların kısa yoludur,” ifadesindeki üzere…
Toplumsal ilişkiler çerçevesinde ortaya çıkıp; tarihi boyunca insan(lık)ın hâlet-i ruhiyesini yansıtan müziğin çeşitli toplumların “aynası olduğu”ndan söz edebiliriz.[12]
Islıkla çalacağınız bir marş, mırıldanacağınız romantik bir melodi, belki de size dans etme coşkusunu hatırlatacak bir şarkı gibi, dünyanıza ait olan bir müzik vardır her daim…
Bazen piyano tuşlarındaki caz, bazen kocaman bir orkestranın görkeminde bir senfoni, bazen bağlamanın sesi, bazen de tam tamların ritmi…
Müziğin toplumsal gücü ve bağıntıları içinde sosyolojik bir boyutu olduğunu unutmamalıyız.
Kuşku yok: “Tüm sanatlar insan davranışlarını değiştirir; ancak ayaküstü o kadar öfkeli insana Fyodor Dostoyevski’den bir roman okutup kısa sürede davranış değişikliği sağlayamazsınız. Bir teşbihte bulunmak isterim, bence müzik dışındaki sanatlar vitamin gibidir, insanları güçlendirirler ancak faydaları uzun vadede görülür. Müzik ise genelde dilaltı ilaçlara benzer, olumlu etkisi hemen ortaya çıkabilir.”[13]
Bunun böyle olduğunu çok geniş bir yelpaze içinde müzikte her türünde; ama en çok da klasik müzik de görebilirsiniz.
* * * * *
O hâlde; “Müzik dinlemekten zevk almak, bir çalgıyı çalabilmek kadar değerli”yken;[14] “Klasik müzik mi?” deyip, geçmeye kalkışmayın sakın…
O; geçmiş(imiz)den) bugün(ümüz)e uzanıp; geleceği(miz)in yolunu döşeyendir.
“Nasıl” mı?
“Heavy metal ve klasik müziğin birbiriyle ne kadar uyumlu olduğunu tekrar etmemize pek de gerek yok. Metal tarihi boyunca klasik müzikten beslenmiştir. Accept’in ‘Metal Heart’ adlı efsane şarkısındaki Beethoven’ın ‘Für Elise’sinin metal uyarlamasını ilk duyduğumda tüylerimin nasıl diken diken olduğunu hatırlarım. Bunun gibi sayısız örnek var. Scorpions’un ilk gitaristi neoklasik rock/metalin öncülerinden Uli Jon Roth’un her solosunda duyduğumuz klasik öğeler Yngwie Johann Malmsteen’i fazlasıyla etkilemiş olmalı ki yıllarca tüm albümlerinde Bach, Beethoven, Mozart’a göndermeler yaptı Malmsteen. Hatta başka albümlerinin kitapçıklarını tam olarak hatırlayamasam da ilk aldığım CD’si olan ‘Facing The Animal’ın kitapçığında Bach ve Beethoven’a teşekkür eder ünlü gitarist. Power metal türünde klasik müziği anmayan grup zaten yok… Manowar, Wagner’in sertliğinden Jason Becker’se Paganini’nin hız ve melodik yapısından etkilendi yıllarca,”[15] yanıtını verir Barış Akpolat…
* * * * *
Örneğin Almanya’daki yüzlerce yıllık bir müzik birikiminin doruğu Johann Sebastian Bach…
O, derin ve incelikli yaratıcılığıyla Hıristiyanlıkta Protestan mezhebinin müzikteki doruğuna denk düşerken; derin ve incelikli yaratıcılığıyla Lutherci Almanya’nın müzikteki zirvesidir.
Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig van Beethoven gibi dâhiler, görebildikleri çok az eserine bakarak onun büyüklüğünü sezmişler, anlamışlardı.
* * * * *
Mesela “Ne üstün zekâ, ne hayal gücü, ne de her ikisi beraber, bir Dâhi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi: İşte bu dehanın ta kendisidir,” mottosuyla müsemma Wolfgang Amadeus Mozart…
O, -gelmiş geçmiş en iyi bestecilerin-, Frédéric Chopin’in,[16] Franz Schubert’in, Pyotr İlyiç Çaykovski’nin, Robert Schumann’ın ve daha nicesinin, “en iyi bestelerin sahibi” olarak gösterdiği kişiydi.
Onun aynı yapıtını yüzüncü kez de dinleseniz size hâlâ yenilikler sunacaktır. Kısacık ömrüne 600 “opus” (eser) sığdırmış ve hep yaramaz bir çocuk olarak belleklerimize yer etmiştir…
35 yıllık bir yaşama sahipti Mozart (1756-1791). Müzikte Klasik Dönemi taçlandırmıştı; Jean-Jacques Rousseau’nun “doğaya dönüş” felsefesi, Mozart’ta “insan doğası” olarak yansır.
Mozart’ın başlıca özelliklerinden biri de bestelerindeki mutlak müzikalitedir. O, sonraki çağın Romantik bestecileri gibi müzikle resim yapmaz. Ne zamanın tarihi olaylarını, ne de kendi iç dünyasının sorunlarını, örneğin parasızlığını ya da aşk acılarını yansıtır.
“Mozart, ‘Türk’ adını müzikte en çok duyurmuş besteci olarak, bizler için ayrı bir özelliğe sahiptir. Sonat, konçerto, opera ve bale gibi yapıtlarında Türk vurma çalgılarını, ya da renklerini kullanmıştır. 1772’de bestelediği K.162, 22 No’lu senfonisinin finalinde ‘Türk trilleri’ (süslemeler) kullanmıştır. 1775’te yazdığı KV.219, beşinci keman konçertosunu ‘Türk Konçertosu’ olarak adlandırmıştır.”[17]
Onun yapıtları “Absolute” (saf) müziktir. Çocuksu coşku ve satır aralarındaki olgun insanın derin düşüncesi birlikte seslenir. Bu özellikleri bir gençlik konçertosunda da ölüm döşeğindeki ‘Requiem’inde de görebiliriz.[18]
* * * * *
Ya “Sanat ve sadece sanat beni kurtardı! İçimde çimlenmekte olan şeylerin tümünü vermeden bu dünyayı terk etmem imkânsız görünüyor,” vurgusuyla; “İnsanlar arasında iyilikten başka hiçbir üstünlük kabul etmem. Karakterin olmadığı yerde, ne büyük sanatçı, ne büyük mücadele adamı vardır. Orada var olan, zamanın yok ettiği, içleri boş yaratıklardır. Bütün mesele; büyük görünmek değil, gerçekten büyük olmaktır,” diye ekleyen “Burjuva Devrimler Çağı’nın Müzisyeni”[19] Ludwig van Beethoven (1770-1827)…
Onun bir yüzü XVIII. yüzyılın Klasik Çağı’nda, diğer yüzü XIX. yüzyılın Romantik Çağı’ndadır. Yani iki çağı birleştiren sapasağlam bir köprüdür Beethoven…
İdil Biret’in, “İlk sonatlarında kendinden önceki çağın büyük bestecisi Joseph Haydn’ın etkisindedir. Franz Liszt’i Beethoven’in doğal bir devamı olarak düşünürüm. Liszt Beethoven’e hayranmış,”[20] notunu düştüğü Beethoven’in fevkâlâde doğaçlama yaptığı da bilinir. Hatta o kadar güzel doğaçlamalar yaparmış ki, “Eğer onları duysan, asıl eserlerinin değeri gözünden düşer,” derlermiş.
Melodi zenginliğinin yanı sıra, seslerin yer yer ürpertici bir kudretle yan yana gelişi Beethoven’ın yaratıcılık dünyasının belirgin bir özelliğidir. Kendisinden önceki büyük besteciler Johann Sebastian Bach, Joseph Haydn ve Wolfgang Amadeus Mozart’ın eser üretme yoğunluğunun yanında, Beethoven daha az yapıt bestelemiş bir besteci olarak bilinir.[21]
Beethoven geniş kamuoyunda ve özellikle müziksever kitlelerde senfonik müzik türünün büyük bestecisi olarak tanınırken; kahramanlık ve vatan kavramlarının öne çıktığı Romantizm Çağı’yla da bütünleşen Onun, III. Senfoni olarak bilinen ‘Eroica/ Kahramanlık’ bestesinin arka planında devrimci bir sanatçının duyuşu vardır. Aynı şeyi tam 21 yıl sonra besteleyeceği ‘IX. Senfoni’de de görüyoruz.
İnsanları yaşama ve umudunu yitirmemeye çağıran yapıtlarıyla, eğilip bükülmeyen kimlikli bir duruşuyla, sarayların yaldızlı aldatıcılığına karşı durabilmeyi başarmıştır.
Özetle Ludwig van Beethoven, yaşadığı çağı ve bugüne dek müziğin tüm evrelerini etkilemiş önemli bir bestecidir…
O, bugün bütün çağların en büyük bestecisi olarak anılıyor. Müzik tarihinde, Joseph Haydn- Wolfgang Amadeus Mozart’ın Klasik Dönem’ini izleyen Romantik Dönem’e (XVIII. yüzyılı XIX. yüzyıla) bağlayan bir dehaydı. Kendinden önceki Aydınlanma akımının değerleriyle beslenmiş, ama kendi dehasıyla Romantizme, hatta XX. yüzyılın Modernizmine bile yol göstermişti.
Beethoven’ı “Klasik” ya da “Romantik” diye sınıflandırmak yerine, kendinden sonraki bütün dönemleri etkilemiş bir besteci olarak kabul etmemiz gerekirken; dokuz senfonisinden her biri kendine özgü bir karakteristik taşır.
Friedrich Schiller’in dizeleriyle bezenmiş korolu IX. Senfoni’si, çağlar boyunca kardeşliğe çağrının simgesi olurken; VI. Pastoral Senfonisi doğayı betimleme sanatıyla “senfonik şiir”in öncüsüdür.[22]
* * * * *
Burada durup hatırlatmalı: Beethoven, ateşli bir Cumhuriyetçi, inançlı bir devrimcidir! Copernicus bilimde ne yaptıysa Beethoven da aynısını yaptığı için bu büyük besteciye devrimci demek elbette doğrudur…
Ancak, Beethoven sadece müzik açısından değil toplumsal anlamda da devrimcidir. Toplumsal saf tutmada iyi, insani, ne kadar değer varsa onun yanında olduğunu da ekleyelim. İçinde yaşadığı toplumsal koşullara, o koşulların yaratılmasında payı olanlara tutumu hep sert olmuştur büyük bestecinin…
Devrimci ruhunu en iyi yansıtan eseri V. Senfonisi’dir. Açılışının bir müzik eserinde rastlanabilecek en mükemmel açılış olduğu konusunda hemfikir olmayan yoktur. Avusturyalı ünlü orkestra şefi Nikolaus Harnancourt bu senfoni için, “Bu müzik değil; siyasi bir ajitasyon. Bize sahip olduğunuz dünya iyi değil. Değiştirin diyor,” demiştir örneğin. Müzikolog John Elliot Gardener de V. Senfoni’deki tüm ana temaların Fransız devrimci şarkılarına dayandığını söyler…
27 Mart 1827’de Viyana’da 56 yaşındayken öldü. Müziği devrimciydi, çünkü ses yoğunluğu, daha önce müzikte hiç ifade edilmemiş olan “insan durumu”nun yönlerine ışık tutuyordu. IX. Senfoni, son sözüydü.[23]
* * * * *
Toparlarsak; klasik müzik tarihiyle -sanatın ve- aydınlanmanın zaferi arasında bir bağıntı kurulabilirken; ağırlıklı olarak XV. yüzyıl – XVIII. yüzyıl arasında yaşamış bestecilerin çalışmalarından oluşur. Avrupa’yı derinden etkileyen Rönesans hareketleriyle başlayan ve aydınlanmanın sembolü hâline gelen klasik müzik; Rönesans, Barok, Klasik ve Romantik Dönem gibi evrelerde betimlenir.
Müzikte klasik dönem, yaklaşık dört asırlık bir süreci kapsarken ve o kesitte eser veren çok sanatçı bulunurken klasik müziğin “Büyük Üçlüsü” Johann Sebastian Bach, Ludwig van Beethoven ve Wolfgang Amadeus Mozart’dı.
Bunlara Richard Wagner’ı, Georg Friedrich Handel’ı, Claude Debussy’yi, Arnold Franz Walter Schoenberg’i, Johannes Brahms’ı, Igor Stravinsky’yi, Franz Joseph Haydn’ı, Franz Peter Schubert’i, Antonio Vivaldi’yi, Pyotr İlyiç Çaykovski’yi, Guiseppe Verdi’yi ve Frédéric Chopin’i de ekleyebiliriz…
[*] Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No:37, Ekim-Kasım-Aralık 2020…
[1] Friedrich Nietzsche.
[2] Fazıl Say, Akılla Bir Konuşmam Oldu, Doğan Kitap, 2017.
[3] Serol Teber, Melankoli, Say Yay., 2009.
[4] İlber Ortaylı, Bir Ömür Nasıl Yaşanır?, 2019, s.206.
[5] Paulo Coelho, Elif, çev: Saadet Özen, Can Yay., 2011, s.250.
[6] Vladimir Nabokov, Göz, çev: Ece Şetvan, İletişim Yay., 2005.
[7] William Shakespeare, Venedik Taciri, çev: Yeşim Mısırcı, Parola Yay., 2014.
[8] Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, çev: Ahmet Aydoğan, Say Yay., 2018.
[9] Haruki Murakami, Karanlıktan Sonra, çev: Ali Volkan Erdemir, Doğan Kitap, 2017, s.85.
[10] Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor, çev: Haldun Pamir, Can Yay., 2010.
[11] Elias Canetti, “Notlar”, Cogito Dergisi-Kirlenen Çağ, No:2, Güz-1994, YKY.
[12] “Sümerlilerde müzik son derece önemliydi. Tapınaklarda tanrıları hoşnut etmek, sakinleştirmek için, çeşitli bayram günlerinde halkı ve tanrıları eğlendirmek için, rahipler ve rahibeler tarafından çalgılar çalınır, şarkılar söylenirdi. Saraylarında ayrı müzisyenleri vardı. Bunlar da şölenlerde, ziyafetlerde saray halkını eğlendirmekle görevli idiler. Ayrıca şehirlerin büyük meydanlarında halkın çalgı ve şarkılar eşliğinde eğlenerek dans ettiği anlaşılıyor. Müzisyenler kadın ve erkeklerden oluşuyordu. Şarkılar genellikle tapınağın şair rahipleri tarafından yazılır ve müzisyenleri tarafından bestelenirdi. Bu arada kuşkusuz halk ozanları da bulunuyordu.” (Muazzez İlmiye Çığ, Ortadoğu Uygarlık Mirası -2, Kaynak Yay., 2002, s.96.)
[13] Üstün Dökmen, “Müziğin Benzersiz Gücü”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2020, s.2.
[14] Evin İlyasoğlu, “En Yakın Dostumuz Müzik”, Cumhuriyet, 25 Mart 2020, s.14.
[15] Barış Akpolat, “Klasik Müzik ve Pentagram”, Birgün, 30 Mayıs 2019, s.15.
[16] “Chopin önerir, varsayar, sezdirir, sevdirir, inandır; hiçbir zaman kesinlemez, kestirip atmaz”…
“Chopin çalmak için şüphe, beklenmedik gelişmeler, ürperme gereklidir; özellikle zekâ istemez, ama budalalık da olmamalıdır, bu da kendini beğenmişliğe yer olmadığı anlamına gelir”…
“Beethoven’ı, Schumann’ı döküntü bir piyanoda da çalsanız, onlardan hep bir şeyler kalacaktır. Ama Chopin’i sadece çok iyi bir piyanoda çalın. Fazladan hiç bir şey içermediğinden, kendi kendine yetmek için her şeye ihtiyacı vardır. Ancak mükemmelliğe ulaştığında kendisi olur.” (André Gide, Chopin Üzerine Notlar, çev: Ömer Bozkurt, Can Yay., 2011.)
[17] Evin İlyasoğlu, “İyi Günde Kötü Günde Mozart”, Cumhuriyet, 10 Haziran 2020, s.17.
[18] Evin İlyasoğlu, “Mozart’la Yaşama Bağlanmak”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2019, s.13.
[19] Gülfer Uğur, “Burjuva Devrimler Çağının Müzisyeni Ludwig Van Beethoven”, Güney Dergisi, No:92, Nisan-Mayıs-Haziran 2020, s.6-10.
[20] Evin İlyasoğlu, “İdil Biret: Beethoven Yılı Başladı”, Cumhuriyet Pazar, 15 Aralık 2019, s.5.
[21] Ankara Devlet Operasının kurulmasında Carl Ebert ile birlikte görev alan Opera Sanatçısı ve Ressam Semiha Berksoy, 1950’de açılan Devlet Operasına solist olarak atanırken; 1952’de sanatçıya, Carl Ebert tarafından Beethoven’in “Fidelio Operası”nda dramatik soprano “Leonore” başrolü verildi. (“İlk Türk Kadın Opera Sanatçısı: Semiha Berksoy”, Evrensel, 15 Ağustos 2019, s.10.) Bkz: Erhan Karaesmen, “Leonardo Giderken Beethoven Gelirken”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2020, s.2; A. Celal Binzet, “Beethoven’ın Zorbaya Direnci”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2020, s.2.
[22] Evin İlyasoğlu, “Beethoven Yılına Doğru”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2019, s.13.
[23] Mustafa K. Erdemol, “Beethoven: Ateşli Bir Cumhuriyetçi, İnançlı Bir Devrimci”, Cumhuriyet Pazar, 5 Ocak 2020, s.4.
- Bilgi ve Bilimsel Düşünce* - 1 Aralık 2023
- Post-Modern Söylencelere İnat, Yazmak* - 12 Mart 2023
- Unutul(a)mayan yazar(lar)dan* | Temel Demirer - 14 Eylül 2022