Dün Dünya Dans Günü’ydü yarın ise 1 Mayıs İşçi Bayramı. “Dans ve 1 Mayıs’ı yan yana ne getirebilir?” diye sorulabilir, eski bir Afrika bilgesi; “Biz dansa başladığımızda, beyaz adam karşısında güçlü olduğumuzu hissederiz, isyanımızın beden diline yansımış halidir dansımız” der. Birçok toplum için bunun böyle olduğu su götürmez bir gerçek tabi ki yaşamın doğruladığı yerden baktığımızda. Ama bu satırları yazan kişinin zihninde iki olguyu birleştiren isim Emma Goldman. Hani şu Anarşist-feminist, eylemci, militan ve hayal kırıklıklarında yeni umutlar yaratan kadın Kızıl Emma. O’nu popüler yapan sözü söyleyip söylemediği sonraları sorulduğunda kendide “hatırlamadığını” söyler ancak rivayet odur ki ‘çok siyasi-ciddi abilerin’ yoğunlukta olduğu bir toplantıda yaptığı devrime olan inancıyla herkesi etkileyen radikal bir konuşmasının ardından verilen yemekte piste çıkarak ayakları tutuluncaya kadar dans eder ve “Az önce yaptığın ciddi konuşmalardan sonra sana böyle haller yakışıyor mu?” diye soran ‘ciddi abilere’ “Dans edemediğim devrim benim değildir” deyivermiştir.
Emma Goldman – 1 Mayıs
Gelelim 1 Mayıs’la Emma Goldman’ın bağlantısına. Yahudi göçmen bir ailenin kızı olarak ABD’ye gelen Emma 15 yaşındayken ailesi tarafından evlendirilmek istenir ancak o buna karşı çıkarak, tekstil atölyelerinde çalışmaya başlar. Tam Emma’nın ilk isyanını ve reddini aileye karşı gerçekleştirdiği bu günlerde tarihe 1 Mayıs’ın çıkış kaynağı olarak geçen ‘Haymarket Olayı’nın yaşandığı günlerdir. Emma’nın aileye karşı isyanını sisteme karşı dönüştüren ve anarşist olmasını sağlayan direnişin ise 1 Mayıs mirası olarak bu günlere şöyle geldi. 1886’da Şikago’da toplanan Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs’ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü olarak belirledi. 1 Mayıs 1886’da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Irklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı.Kentaki 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Kentaki’de parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlanmıştı. Grev ve gösteriler, 1 Mayıs’tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs’ta sokaklara çıktı. McCormick’e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölmesine, onlarcasının yaralanmasına neden oldu.
Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs’ta Haymarket Alanı’nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69’u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi. 4 işçi önderi idam edildi. 1889`da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi.
Devrimin Kızıl Emma’sı…
Emma Goldman, Haymarket’ten ve onun yarattığı politik etkiten yoğunca etkilenerek, sisteme karşı mücadeleye başladı ve ‘Kızıl Emma’ olarak anılmaya başladı. Emma’nın yaşamını anlattığı Metis Yayınları’ndan çevirisi yapılan Hayatımı Yaşarken kitabını okurken O’nun tutku ile sarıldığı hayatta aileye, topluma, sisteme, erkeğe, geri geleneksel kurallara yani amiyane tabirle ‘alayına isyan’ bayrağını nasıl dalgalandırdığını soluk soluğa okumak mümkün. Emma’yı tek kalıba sığdırmak mümkün olmaz bu nedenle. Bazen ailesinin çizdiği kurallara karşı direnen, şiddet uygulayan, çocuk yaşta evlendirmek isteyen babasının karşısına dikilen asi bir kız çocuğu, fabrikalarda işçileri örgütleyen bir sendikacı, radikal eylemleri ile bilinen bir militan, kendi yoldaşlarına karşı acımasız eleştiriler yönelten kadın hakları savuncusu, makaleleri ile ezberleri yıkan bir teorisyen olarak karşımıza çıkar. Emma, Emma’dır işte devrimin Kızıl Emma’sı…
Emma Goldman, bundan 148 yıl önce, 27 Haziran 1869’da Litvanya’da dünyaya geldi. 13 yaşındayken, ailesi St. Petersburg’a taşındı. Bu tam da Alexander II’nin suikaste uğradığı ve siyasi baskıların yaşandığı bir dönemdi. Yahudi topluluğu için kıyım tehlikesi vardı ve ekonomik belirsizlik yoksullaşmayı derinleştirmişti. Emma bu dönemde okulu bırakarak fabrikada çalışmaya başladı. İlk okuduğu kitap cinsiyetler arasında eşitlik için mücadele eden Vera’nın hikayesinin anlatıldığı Cherychevsky’nin “Ne Yapmalı” kitabı oldu.
Emma’nın okuduğu bu kitap sonraki yıllarda hayatının yönünü belirlerken bir başlangıç rehberidir ve Vera biraz Emma, Emma biraz Vera’ya benzer. Ailesi ile birlikte 14 yaşında Amerika’ya göç eden Emma için bu ülke göçmen bir Yahudi olarak, terzi olarak yaşamını sürdürdüğü gecekondular ve kötü çalışma koşulları demekti. Birde baba baskısı vardı ve 15 yaşında zorla evlendirilmeye çalışıldı. Buna karşı çıktı ilk isyanın ardından kızkardeşleri ile birlikte evden ayrılarak, atölyelerde düşük ücretle çalışmaya devam etti.
Devrimci olma hikâyesi
Emma Haymarket bombalamasından sonra 4 işçi önderinin idam edildiği gün devrimci olmaya karar verdi. Yargılamalar sırasında 4 kişiye yargıcın “Haymarket bombalamasına neden olduğunuz için değil, Anarşist olduğunuz için yargılanıyorsunuz” sözleri bu karar vermesinde etkili oldu.
O zaman Goldman 20’sindeydi ve 10 aydır ABD yurttaşlığı alabilmek için Rus göçmenle evliydi. Evliliği yürümedi ve ondan boşanarak New York’a taşındı. Anarşist bir dergiye yazılar yazmaya başlayan Emma, kalemini keskin kullanmaya başladı ve sendikal mücadelenin yetersizliğinden bahsederek, kapitalizmin tamamen yıkılmasını talep edilmesi gerektiğini savundu, çünkü Emma’ya göre; sekiz saatlik işgünü kampanyası yalnızca bir saptırmaydı. Fabrikalarda verdiği söylevlerden karşılaştığı sorulara aradığı cevaplar onu daha geniş düşünmeye ve devrimin toplumsallaşması gerektiğin konusunda fikirlerini berraklaştırmaya başladı.
Anarşizmin temel tartışma konuları, bireyin özgürlüğü, inanç, insanın toplumsal yetisi, dayanışma gibi konular üzerine okumalar yapmaya ve yazılar yazmaya başladı. Tamda bu döneme denk gelen bir makalesindeki şu cümle dikkat çekicidir:
Davamızın benim bir rahibe olarak davranmamı ve hareketin de bir manastıra dönüşmesi gerektirdiğini beklememeliyiz. Eğer bu anlama gelecekse, ben bunu istemiyorum. Ben özgürlük, kendini ifade etme hakkını, herkesin güzel ve parlak şeylere sahip olması hakkını istiyorum.
Emma işçi sınıfının kendini savunmak için şiddete başvurusu gerektiğine inanıyordu ve bu nedenle fabrikalarda işçilerin silahlanması gerektiğini savunuyordu. 1892’de bir yoldaşı ile birlikte Homestead Pennslyvania fabrikasındaki grevi silahlı muhafızlarla bastıran Henry Clay Finch’e suikast düzenlemeyi planladı. Suikast girişimi planlama aşamasındayken başarısız oldu ve birlikte planladığı arkadaşı tutuklandı, Emma ise yeraltına çekildi. 1893’de, işsizleri “zor kullanarak” ekmeklerini elde etmeye sevk ettiği suçlamasıyla tutuklandı ve Blackwell Adası hapishanesinde bir yıllık bir cezaya çarptırıldı.
Tutuklanmasına neden olan konuşmanın bir bölümü şöyleydi:
…zenginlerin sarayları önünde sesinizi yükseltin; iş isteyin. İş vermezlerse ekmek isteyin. Eğer ikisini de vermeyecek olurlarsa, ekmeği almakta tereddüt etmeyin. En kutsal hakkınızdır o.
Dergi çalışmaları
Kızıl Emma’yı 1906 yılında kendisine asıl şöhretini kazandıracak olan Dünya Ana (Mother Earth) adlı aylık dergiyi çıkarmaya başladı. 12 yıl yayın hayatını sürdüren dergi, 10 binin üstünde satıyordu ve bu dönemde ABD’yi baştan başa gezerek binlerce kişiye anarşist teori, modern tiyatro, kadınların özgürlüğü gibi konularda konuşmalar yaptı.
1910 yılındaki dergide yayınlanan bir makalesinde silahlı mücadele veren anarşist-devrimcileri “başkalarının günahını ödemek için kendilerini feda edenler” olarak nitelediği için yoğun eleştiriye maruz kaldı ancak bu fikirlerinden vazgeçmedi.
Bu Kızıl Emma’nın son tutuklanışı olmadı ve 1916’da doğum kontrolü ile ilgili broşürler dağıtmak yüzünden ikinci kez tutuklandı, kısa süre kaldıktan sonra serbest bırakıldı.
Savaş karşıtı Emma
Emma, 1. Dünya Savaşı’na gidilirken, savaşa karşı net tutum aldı. Dergiyi savaş karşıtı bir platform hâline dönüştürdü. En uzun hapis cezasına “Zorunlu Askerliğe Hayır” birliğini kurması ve Birinci Dünya Savaşına karşı gösteriler düzenlemesi nedeniyle çarptırıldı. Emma Goldman 1917’de zorunlu askerlik çağrılarını engellemekten tutuklandı ve iki yıl hapse çarptırıldı. Bunun üzerine vatandaşlıktan atıldılar ve diğer istenmeyen “kızıllar”la beraber Rusya’ya sınırdışı edildi. Onun sınırdışı edilme celsesini yöneten J. Edgar Hoover onu “Amerika’daki en tehlikeli kadınlardan birisi” olarak nitelendiriyordu.
Emma yakın arkadaşlarına sınırdışı edilmesinin olumlu yanının Rus Devrimine ilk elden tanıklık yapabilecek olması ve bunun için Rusya’ya serbest bir bilet almış olması olduğunu söylüyordu. Ekim Devrimi yeni gerçekleşmişti ve 1919 yılında geldiği Sovyetler Birliği’nde ülkeyi gezerken gördükleri çoğalan bürokrasi, siyasi baskı ve zorunlu emek karşısında kendi deyimi ile “hayal kırıklığı” yaşadı. Sovyetler ile ters düşmesi ise 1921’de Kronştad denizcileri ve askerlerinin Bolşeviklere karşı ayaklanması ve grevdeki işçilerle dayanışmasıyla oldu.
Aralık 1921’de Sovyetleri terk eden Emma bu döneme ilişkin gözlemlerini ve tahlillerini “Rusya’daki Hayal Kırıklığım” ve “Rusya’daki İlave Hayal Kırıklığım” isimli kitaplarıyla anlattı. Emma’nın Bolşevik Devrimi’ne ilişkin çoğu devrimciye göre acımasız bulunan tahlili özetle şöyleydi:
Tüm tarih boyunca otorite, hükümet ve devlet, daha önce bu kadar içsel olarak statik, gerici ve hatta karşı-devrimci olmamıştı. Kısacası, devrimin bizzat anti-tezi.
İspanya iç savaşı
Emma Goldman, 1936-1939 arasında İspanya’da Franco’ya karşı yürütülen mücadelede aktif olarak katıldı ve anarşist sendika konfederasyonu CNT’nin uluslararası ilişkiler sözcüsü oldu. Bu yıllar, prensiplerinin ve siyasi görüşlerinin gerçek bir devrim içinde sınandığı olaylara tanıklık etti. Bir çok konuda fikirleri uyuşmasada direniş sürerken eleştiri yapmayı “yanan bedenlerinin üzerine asit dökmek” olarak tanımlayarak, mücadelenin destekçisi oldu. İspanya’da iç savaş sonucunda faşizm kazandığında şu cümleleri kurdu:
Böyle kitlelerin köklü toplumsal değişim getireceğine dair inancımızın bedelini ödüyoruz. İspanya’dakinden daha proleter bir devrim hiç görülmedi ama burada bile aklın büyüklüğü ve karakterin güçlülüğü konusunda muazzam bir yoksulluk vardı.
Ömrünün son yıllarında İspanya savaşında yenilerek ülkeyi terk eden kadın ve çocuklar için kaynak bulma çalışmalarıyla geçti. Fransa, Britanya, Almanya, İsveç, Hollanda’da yaşayan Emma’nın Modern Tiyatronun Toplumsal Önemi, Anarşizm Neyi Savunur?, Hayatımı Yaşarken 1-2, Rus Devriminin Çöküş Nedenleri kitapları yayınladı. Kızıl Emma 1940 yılında Kanada’nın Toronto kentinde yaşamını yitirdi.
“Bir devrimci nasıl yaşaması gerekiyorsa öyle yaşadım, soluk almadan düşünerek ve eylemde olarak” diyen Emma hakkında pek çok kitap-makale yazıldı, yaşamı filmlere konu edildi. Bağımlılıkları az bağlılıkları fazla olan Emma, evlilik, çok eşlilik, özgür aşk ve özgür cinsellik gibi 1960’lardan sonra ancak tartışılabilen konuları 19. yüzyılın sonlarında, toplum içerisinde dile getirdi, bizzat hayatında deneyimledi.
Emma Goldman
Emma’ya göre; Evlilik insan doğasına aykırıdır, esas olarak kadınları baskı altında tutmaya yarar ve bir kurum olarak kadınların cinselliklerini özgürce yaşamalarını engeller. Kadın ile erkek arasında aşkla kutsanmamış, doğal olmayan her türlü birlik fuhuştur. Kıskançlık ise, aşkın meyvesi olmaktan ziyade, erkeklere seks tekeli kurmayı sağlayan bir bahanedir.
Teizm insan zihnine bir hakaret, ateizm ise hayatın, güzelliğin ve insan bilincinin en güçlü biçimde ve ebediyen onanmasıdır.
Vatanseverlik, dünyamızın her biri demir parmaklıklarla çevrili, küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları öldürme hakları olduğunu öngörür.
Anarşizm insanın ufkunu açıp onu özgürleştiren bir güçtür; insanlara kendi yeteneklerine güvenmeyi, herkesin eşit ve güvenlikte olacağı bir hayat uğruna mücadele etmeyi, tek birimiz bile tutsaksak hiçbirimizin özgür olamayacağını öğretir.
Kaynak: Karınca
Kaynaklar
*Hayatımı Yaşarken – Emma Goldman (Metis Yayınları)
*Wikipedia, Tehlikeli Kadın ve An Exceedingly Dangerous Woman adlı belgesel. *http://www.bukak.boun.edu.tr
*http://www.geocities.ws/anarsistbakis/others/goldman-bio.html
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024