Birisi bir kaplanın saldırısından kaçmaya çalışırken kendini bir uçurumun kıyısında bulur. Tutunduğu bir dal sayesinde derin uçuruma yuvarlanmaktan kurtulur ancak dalın dibini fareler kemirmektedir. Kendini yukarı çekse kaplan onu beklemektedir, aşağı bıraksa düştüğü yerde ölmese bile ağzını açmış bekleyen dev yılana yem olacaktır. Üstelik ayaklarını dayadığı yerde de başka bir yılan yuva kurmuştur.
Bu tehlikeler içindeyken bu kişinin ne düşündüğünü merak ederiz ki cevabı rivayetten rivayete değişiklik gösterir; Kiminde karşısında vahşi zambak çiçeğinin güzelliğiyle büyülenip şükrettiğinden, kiminde tutunduğu daldaki lezzetli yaban çileğinin tadına vardığından, kiminde bir petekten ağzına bal damladığından bahseder.
Bu hikayeyi ilk kez duyup okuduğumda, yaşamak bir tehlikedir zaten, aslolan o tehlikenin içinde kendine bir ehemmiyet atfetmeden, kendini gösteren varlık lezzetini görüp tadabilmektir diye düşünmüştüm.
Ancak her hikâye kendini oluşturan bağlamda sırlarını açık eder. Ben de bu hikâyenin bağlamını merak ediyordum. Anladım ki bu kısa hikâye bir bunalım çağının fertlerinin ağıtıdır;
Merkezinde İran ve Mezopotamya’nın yer aldığı Büyük Sasani İmparatorluğunun müesses dini Zerdüştlük idi. Farsların, Kürtlerin ve o coğrafyadaki diğer kavimlerin dini Zerdüştlük sarsıntılar geçiriyor, güçlü kalesinin duvarları çatırdıyor, temelleri sarsılıyordu.
Manzarayı umumiyi kısaca ifade etmek gerekirse; Antik Babil, Mısır, Grek ve Roma dinleri miadını doldurmuş esamesi okunmuyordu çünkü devir, tanrısı semadan aşağıya hükmeden tek tanrılı dinler devriydi. Ancak, kendisi de semavi bir din olan Zerdüştlük, hem Manicilik ve Mazdakçılık tarafından içeriden, hem de Hristiyanlık, Yahudilik ve muhtelif gnostik doktrinler tarafından dışarıdan tehdit ediliyordu. Etnik bir tapınak ritüeli olan Yahudilik bu fırtınada savrulup gitmemek için tam da bu dönemde Talmud metinlerini oluşturmuştu. Sasani hakimiyetindeki coğrafyaya yabancı olsa da Budizm de arada kalenin ağır kapılarını yumruklamaktan çekinmiyordu. (Epey sonraları ortaya çıkacak olan İslamiyet de bu coğrafyaya ulaştığında devasa mirastan bolca pay alacaktı.)
Din artık sorgusuz bir kabul değil, ferdi bir tercih ve seçim meselesi haline geliyordu. Seçimlere her zaman bunalım eşlik eder. Bu dini belirsizlik ortamında insanlar akşam uykuya dalıp, sabah yepyeni bir dinin ve inancın kucağında nura kavuşmuş olarak uyanabiliyordu ki bu o dönemde bunalımdan çıkış için keşfedilmiş çok zekice bir yoldu.
İşte bu dini belirsizlik ve arayış döneminde Sasani hekim Burzoya, Pehlevice bir metin yazar; Kelile ve Dimne. Yukarıdaki kıssa, yazarın bu eserdeki otobiyografik anlatımında görünür. Bu eserin, Burzoya’nın Buda’nın coğrafyasına yaptığı uzun seyahatin neticesi olarak kaleme alındığı rivayet edilir ki Zen Budist metinlerde de denk geldiğim mevzubahis kıssayı Budistlerden almış olması muhtemeldir.
Burzoya iyi eğitim almış bir hekimdir ve anlaşılan bu kıssayla döneminin fertlerinin ve elbette kendisinin içine yuvarlandığı bunalımı ifade aracı yapmıştır. Ona göre çağının insanının hali bu kıssadaki gibidir; Şöhret, servet, sefahat, kayıtsızlık, etrafını sarmış hayatını tehdit etmektedir. Çareyi faydalı bir meşguliyet (hekimlik) ve ağıt yakanlara karşı mesuliyette bulur. Çilek yahut bal, hangisi olursa artık.
Müesses dinlerin de müesses devlet kurumunun da sosyal ve ekonomik nizamın da ideolojik kabullerin de çatırdayıp korkutucu sesler çıkardığı, nehirlerin, göllerin, ormanların ve katledilen canlıların çığlık attığı, insanın insan kanıyla beslendiği bir bunalım çağındayız. Kitlelere umut diye sunulan sosyalizm, Stalin ve Mao gibi diktatörler eliyle murdar edildi. İnsanlar devlet dinlerinin vaazlarına kanmıyor, görünüşte müesses dine mensup olan ama gerçekte her birisi farklı bir din olan tarikat, cemaat ve tekkelere sığınmaya çalışıyor. Konforunu ve konumunu eski rejime borçlu olanlar ve korumak isteyenler ise eskilerin ruhunu çağırıyor. Kendimize ait bu bunalım çağında biz ne yapmalıyız, nasıl bir kıssa inşa etmeliyiz?
- Lütfen Beni Hatalı Olduğuma İkna Edin - 8 Şubat 2023
- Sen o’sun! - 5 Şubat 2023
- Din ile Bilim Arasında Çatışma Var mı? - 31 Ocak 2023