“Katili Anlamak”

Ne zaman travmatik bir geçmiÅŸi olan bir katille karşılaÅŸsak, toplum olarak en çok ÅŸu soruları sorarız: “Bu katiller neden ezilmiÅŸliklerinin acısını kendilerini ezen güç odaklarından deÄŸil de kendilerinden zayıf olan kadınlardan ya da çocuklardan çıkarıyor? Neden her ÅŸiddet maÄŸduru cinayet iÅŸlemiyor da bunlar iÅŸliyor?”

Aslında kendi içinde üstü örtülü yargısız infazlar içeren bu soruların arka plânında yatan olgu, katili onu bu hale dönüştüren negatif koşullarından soyutlayarak kriminalize edip rahat rahat linç edebilme, bu sayede de bu dehşet tablosundaki kendi payı ile yüzleşmekten kurtulma güdüsüdür.

Oysa ki söz konusu katillerde yargılanan bu tavır, bütün ezilenlerin ortak patolojisidir. Onlar da güçlerinin yettiğine vurur. Bir paradoks belki; ama bütün ülkelerde yapılan suçlu istatistikleri, şiddet mağdurlarının tamamına yakınının da kendilerinden zayıflara karşı şiddet gösterme eğilimi taşıdığını kanıtlıyor. Bu tarz vahşet suçlularının çoğu vahşet kurbanıdır.

Elbette haksızlığa ve zulme uÄŸrayan herkes cinayet iÅŸleme potansiyelini ortaya çıkarmıyor; ama ne zaman ki o kiÅŸi fazla hassas bir yapıda olduÄŸu için maruz kaldığı kötülüklerden diÄŸerlerine oranla çok daha fazla etkilenip hastalanıyor ya da aynı zamanda beyninin ön lobundaki empati merkezi arızalı bir psikopat ve/veya sosyopat oluyor; o zaman bu tarz korkunç eylemler gerçekleÅŸtirme güdülerine karşı koyamıyor. Herkesin olaylardan etkilenme derecesi aynı olacak diye bir kural olmadığı gibi, yaÅŸamın herkese aynı ÅŸansları tanıdığını iddia etmemiz de mümkün deÄŸil. Haksızlığa uÄŸrayan herkesin vahÅŸete eÄŸilimli olmaması, eÄŸilimli olanların çoÄŸunun “toplum kurbanı” olduÄŸu gerçeÄŸini asla deÄŸiÅŸtirmez. Hele ki o kiÅŸi bir de hiçbir ÅŸekilde standart bir yaÅŸam kurabileceÄŸi maddî olanaklara da sahip olamıyor, herkes tarafından aÅŸağılanıp her ortamdan dışlanıyorsa, günü gelip saatli bir bomba gibi patlaması kaçınılmazdır.

Kaldı ki cinayet, şiddetin son noktasıdır. Belki çoğu cinayet işlemiyor; ama sözünü ettiğimiz istatistikler gerçeğinden bakarsak, büyük kısmının hayatlarındaki ya da çevrelerindeki insanlara, eşlerine, çocuklarına, çalışanlarına her türlü psikolojik ve/veya fiziksel şiddet uyguladığını tahmin etmek zor değil. Biz sadece cinayet noktasına gelenleri görüyor, duyuyoruz.

Yani ki çoÄŸunluÄŸa çok “nahif” geldiÄŸi için hafifsenen “katili anlama” yaklaşımı, soruna dair kalıcı çözümler üretebilmek açısından en iÅŸlevsel tutumdur. Çünkü katili analiz etmek, sorunun özüne inmemizi ve çözüm önerilerimizi kaynağından süzmemizi saÄŸlar.

“Haksızlığa uÄŸrayan herkes katil olmuyor, öyleyse veryansın edelim katile!” Ne kadar ucuz ve kolaycı bir yaklaşım. Eee sonra? O katili yaratan kokuÅŸmuÅŸ mekanizma yeni yeni katiller üretmeye devam etsin, biz onları asalım keselim; yani, bataklık olduÄŸu gibi dursun, habire sinekleri öldürelim. Herkes de gayet iyi bilir ki bataklıklar var olduÄŸu sürece sinekler asla tükenmez.

Elbette ki ÅŸiddet genel anlamda bir, “güç inÅŸa etme aracı”dır, kaynağı her zaman bir travmaya dayanmaz ve sayısız çeÅŸidi vardır; ancak, burada konumuz, Ceren Özdemir’in katili ve benzerleri üzerinden tahlil etmeye çalıştığımız, “travmaya dayalı ÅŸiddet”. Travma geçmiÅŸi olan kiÅŸinin ÅŸiddet eylemleri üzerine akıl yürütüp fikir üretmeye çalışıyoruz. Bu tarz ÅŸiddetin kaynağına inmediÄŸimiz sürece, o ÅŸiddetin olası hedeflerini koruma ÅŸansımız sıfırdır. En fazla, halkın vergileriyle yeni yeni ve koca koca hapishaneler inÅŸa eder; bu insanları oralarda ÅŸiÅŸleyerek ÅŸiddet döngüsünü büyütür; olmadı, uzun vadede ilmeÄŸi muhaliflerden baÅŸka kimsenin boynuna geçmeyecek olan idam sehpaları kurar ya da ÅŸu anda olduÄŸu gibi adım adım, pek yakında “kurtuluÅŸ” olarak sunulacak olan ÅŸeriate doÄŸru yol alırız. Bu vahim tabloyu, “olası hedefleri korumak” olarak tanımlayanların aklına ÅŸaÅŸarım ben.

Sözlerim yanlış anlaşılmasın, asla “ÅŸiddetin birilerinin hakkı olduÄŸunu” iddia etmiyorum. Vurgulamaya çalıştığım hayatî nokta, bazı insanların özelinde bazı unsurların bir araya gelmesi halinde sonucun ÅŸiddete varmasından kurtulma ÅŸansının olmadığı; bir toplum için de en öncelikli meselenin, o negatif unsurları ortadan kaldırmak olduÄŸudur. O unsurlar yok edilmediÄŸi taktirde, “yaÅŸama hakkına saygı” kültürünün geliÅŸtirilmesi söz konusu dahi olamaz. Bugünün bu tarz vahÅŸet suçlularının çoÄŸu, gerek Özgecan Aslan’ınki, gerek Ceren Özdemir’inki gibi, geçmiÅŸin pek çok yaÅŸamsal hakları ihlal edilmiÅŸ kurban çocuklarıdır. Kendileri korkunç vahÅŸetlere maruz kalırken sırtımızı dönüp üç maymunu oynadığımız bu kurbanlar gün gelip karşımıza katil olarak çıktığında, salt kurbanlarının yaÅŸam hakkından söz edip onların en vahÅŸisinden ihlal edildiÄŸi için bu hale dönüşmelerine yol açan yaÅŸamsal haklarını ve travmalarını yok sayarak haklarında “ruh hastaları, manyaklar” diye linç ve idam çığlıkları atmak, en hafif tabirle oportünistliktir.

Yaşam hakkı bir bütündür. Birilerininkinin ihlal edilmesinin, toplumda domino etkisi yaratması kaçınılmazdır.

Bence fazla “nahif” bulunduÄŸu için küçümsenen “katili anlama” yaklaşımı ivedilikle önemsenmeye baÅŸlanmalı ve boÅŸ beleÅŸ linç ve idam çığlıkları bir an önce kesilip, çözüme odaklı en doÄŸru noktalardan özeleÅŸtiriler yapılarak anlamlı düşünceler ve fikirler üretilmeye bakılmadır.

Ya da “ilk taşı günahsız olan atsın.”

Rabia MÄ°NE
Latest posts by Rabia MÄ°NE (see all)